Haberin Kapısı

Selamlaşma Adabı

İSLAM VE KÜLTÜR

İslâm dininin müminler arasında tesis etmeye çalıştığı sevgi ve saygı vasıtalarından biri selamlaşmaktır.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu hususu şöyle ifade etmiştir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” [1]

Selam kelimesi dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmak, esenliğe kavuşmak anlamına gelmektedir. Binaenaleyh müminler selamlaşırken birbirlerinin dünya ve ahiret mutluluğunu istemektedirler. Yukarıda kaydedilen hadisin bildirdiğine göre de selamlaşma, huzur ve sukûnun kaynağı addedilen iman ve muhabbet gibi iki hakikatin mevcudiyetiyle çok yakından ilgilidir. Aynı zamanda selam kelimesi Allah’ın güzel isimlerindendir. Müsülümanlar arasında ise bir parola niteliği taşımaktadır. Nitekim ayet-i kerîme’de “Size selam verene mümin değilsin demeyin[2] buyrularak söz konusu duruma işaret edilmektedir. Ayrıca dünyada müminlerin birbirlerine verdiği selamın ahirette de cari olacağı, hatta Allah Teâla ve melekler tarafından kendilerine selam verileceği anlaşılmaktadır. Nitekim konuyla ilgili bazı ayetlerde şöyle bildirilmiştir: “Onlar cennette boş bir söz değil de meleklerden veya birbirlerinden selam işitirler.[3]Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır[4]Melekler her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz için size selam olsun! Ahiret saadeti ne güzeldir.[5]

Malum olduğu üzere Hz. Peygamber’in sünnetine göre “es-selâmu aleykum” yahut “es-selâmu aleyke” gibi ifadelerle selam verilmekte, “ve aleykumu’s-selâm” yahut “ve aleyke’s-selam” şeklinde de mukabelede bulunulmaktadır. Ayrıca bu tabirlerin sonuna “ve rahmetullahi ve berekatuhu” ziyadesinin getirildiği de görülür. Diğer dinlere mensup kavimlerin selamları ise genellikle bazı işaretlerledir. Mesela hıristiyanların selamı elini ağzına koymak, yahudilerinki parmakla işaret etmek veya baş eğip bel kırmak, mecusilerinki eğilmek şeklindedir. Câhiliye Arapları ise selamlarında “sabahınız hayr olsun” “sabahınız aydın olsun”, “akşamınız hayat olsun” gibi ifadeler kullanırlardı. Doğrusu bunlarla günümüzde kullanılan “günaydın”, “tünaydın” gibi sözler arasında garip bir benzerlik vardır. Gerçi söz konusu tabirler çirkin bir muhtevaya sahip değildir. Ancak bunlar İslam’ın selam’ının yerini tutmayan anlık ifadelerdir. Müslümana yaraşan ise Fahr-i Kâinât Efendimiz’in getirdiği selamlaşma şekil ve âdâbına uymaktır.

Selamlaşma iki veya daha fazla kişi arasında olduğuna göre dinimize göre kim kime neye göre selam veremelidir. Bu husus efendimiz tarafından şöyle açıklanmıştır:

“Küçük olan büyüğe, binitli olan yaya yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olanlar da çok olanlara selam vermelidir.[6]

Ayrıca aynı derecede ve yaştaki insanlar, karşılaştıklarında bu durumda hangisinin önce selam vermesi konusunda bir hüküm mevcut olmamakla birlikte, hadisi şerifte önce selam verenin daha faziletli olacağı şöyle ifade edilmiştir: “İnsanların Allah katında en makbulu ve ona en yakın olanı, önce selam verendir.[7]

Müminlerin bulunduğu bir meclise giren kimse, orada bulunanlara selam verdiği gibi söz konusu meclisten ayrılırken de selam vermelidir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir.”[8]

Hz. Peygamber’in sünnetinde tavsiye edildiği şekilde müslüman bir beldede dolaşan kimsenin tanıyıp tanımadığı her kese selam vermesi gerekir. Nitekim birbirini tanımayan iki mümin arasında öncelikle selamlaşma vasıtasıyla anlaşma va kaynaşma sağlanır. Çünkü her ikisi de selam sayesinde en büyük müşterekte, din kardeşi olma ortak paydasında buluşurlar. Bu sebeple tanıdık tanımadık her müslümana selâm vermek Efendimiz’in bir çok hadislerinde teşvik edilmiştir.

Abdullah b. Amr b. Âs radıyallahu anhümâ’nın haber verdiğine göre, bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:

“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.[9]

Abdullah b. Ömer’den gelen bir rivayette de Peygamberimiz: “Selâmı yayınız, fakir ve yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği şekilde kardeşler olunuz” buyurmuştur.[10]

Doğrusu bilhassa nufusu yoğun olmayan ve halkının hemen tamamı müslüman olan yerlerde selamlaşmada zorluk çekilmeyebilir. Ancak nufusu kalabalık olan ve hatta gayr-i müslimlerin bulunduğu yerlerde her rastlanılan kimseye selam vermek pek uygun ve mümkün gözükmemektedir. Bununla birlikte yine de kişi, ikamet ettiği veya çalıştığı çevrelerde tanıdık veya tanımadık şahıslara imkan nisbetinde selam vermek suretiyle sünnetin ifa edilmesine gayret göstermelidir.

Selamın yayılması için en küçük imkanlardan istifade edilmelidir. Karşılaşma kısa mesafe ve zamanlarda dahi olsa selamın tekrar edilmesinde tekasül gösterilmemelidir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.[11]

Selam verildiğinde elden geldiği kadar daha güzel bir şekilde veya aynı ile muakabelede bulunulmalıdır. Mesela “selamun aleykum” diyen bir kimseye “ve aleykum selâm ve rahmetullahi ve berekatühü” gibi ziyadeli ifadelerle veya en azından “ve aleykum selam” diye karşılık verilmelidir. Ayet-i Kerîme’de “bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzel ile selamlayın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını yapandır” buyrulmaktadır.[12] Ayrıca alimler de bu ayete istinaden selam vermenin sünnet almanın ise farz-i kifaye olduğunu belirtmişlerdir.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ Âdem sallallahu aleyhi ve sellem’i yaratınca ona:

– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s-selâm meleklere:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:

– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve ettiler.”[13]

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Şu zât Cibrîl aleyhi’s-selâm’dır; sana selâm ediyor” buyurdu. Ben de:

– Ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtüh, dedim.[14]

Ayrıca “selamun aleykum ve rahmetullahi ve berekatüh” diye ziyadeli bir şekilde selam vermek de teşvik edilmiştir.

İmrân b. Husayn  radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz.Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz.Peygamber:

– “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:

– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz. Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:

– “Otuz sevap kazandı” buyurdular.[15]

Bir kimse başka mekan ve evlere girdiğinde selam verdiği gibi kendi evine girerken ailesine, çocuklarına da mutlaka selam vermelidir. Çoluk çocuğuna bu hususta cimri davranmamalıdır. Enes radıyallahu anh şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” buyurdu.[16] Âyet-i kerîme’de de “Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selâm veriniz” buyrulmaktadır.[17] Hatta bu âyet evde kimse olmasa bile eve giren şahsın kendi kendine selam vermesi gerektiğine delil getirilmiştir. Böyle bir durumda verilecek selamında “es-selâmu aleyna ve ala ibadillahi’s-sâlihîn” şeklinde olacağı belirtilmiştir.[18]

Müslüman olmayanlarla karşılaşıldığında onlara selam verilmemesi, onlar selam verdiklerinde “ve aleyküm” diye mukabelede bulunulması gerektiği belirtilmektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin…”  buyurmuştur.[19]

Yine sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimiz’e:

– Kitap ehli olanlar bize selâm veriyorlar, onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar, Peygamberimiz de:

“– Ve aleyküm deyin” buyurmuştur.[20]

Ancak Müslümanlarla birlikte müslüman olmayanların bulunduğu bir gruba selam verilebilir. Zira Efendimiz müslümanlar, müşrikler ve yahudilerden bir grup insanla karşılaşmış ve bunlara selam vermiştir.[21]

Ayrıca yanlış anlaşılmanın söz konusu olmadığı hallerde kadının erkeğe erkeğin de kadına selam vermesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber mescidde oturmakta olan bir grup kadını selamlamış,[22] ayrıca amcasının kızı Ümmü Hâni de Resûlullah’a selam vermiştir.[23] Yine bazı sahabilerin kendilerine hizmet eden yaşlı bir kadına selam verdiklerini görmekteyiz.[24]

Çocuklara da selam verilmelidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in çocuklara selam verdiği ve bunu ihmal etmediği sahabeden gelen rivayetler arasındadır. Mesela çok küçük yaşlardan itibaren uzun bir süre Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunmuş olan Enes radiyallahu anh çocuklara rasladığı zaman onlara selam verir ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle yapardı derdi.[25]

Genel olarak selam verilmemesi gereken durumlar da bulunmaktadır ki bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz.

Müslüman olmayanlara selam verilmeyeceğini onlar verdiğinde ise nasıl mukabele edileceğini yukarıda belirtmiştik.

Büyük veya küçük abdest bozmakta olan kimselerle birlikte, içki içmek veya kumar oynamak gibi çirkin fiilleri yapmakta olanlara da selam verilmez.

Ayrıca abdest alma, namaz kılma ve Kur’an okuma esnasında da selamlaşmak uygun görülmemiştir.[26]

 

[1]     Müslim, Îmân 93; Tirmizî, İsti‘zân, 1.

[2]     Nisâ (4), 94.

[3]     Meryem (19), 62.

[4]     Yasin (36), 58.

[5]     Ra‘d (13), 22, 23.

[6]     Buhârî, İsti’zân, 5,6; Müslim, Selâm 1; Âdâb, 46.

[7]     Ebû Dâvûd, Edeb, 133.

[8]     Ebû Dâvûd, Edeb, 139; Tirmizî, İsti’zân 15.

[9]     Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân, 9, 19; Müslim, Îmân 63.

[10]   İbni Mâce, Et’ıme, 1.

[11]   Ebû Dâvûd, Edeb, 135.

[12]   Nisâ (4), 86.

[13]   Buhârî, Enbiyâ, 1; İsti’zân, 1; Müslim, Cennet, 28.

[14]   Buhârî, Bed’ü’l-halk, 6; İsti’zân, 16; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 90-91

[15]   Ebû Dâvûd, Edeb, 132; Tirmizî, İsti’zân, 2.

[16]   Tirmizî, İsti’zân, 10.

[17]   Nûr sûresi (24), 61.

[18]   Mâlik, Muvatta, Selâm, 8.

[19]   Müslim, Selâm, 13; Ebû Dâvûd, Edeb, 138.

[20]   Müslim, Selâm, 7.

[21]   Buhârî, İsti’zân, 20; Müslim, Cihâd, 116.

[22]   Tirmizî, İsti‘zân, 9; Ahmed b. Hanbel, VI, 458.

[23]   Bk. Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 82.

[24]   Buhârî, İsti’zân, 16, Cum‘a, 40, Eti‘me, 17.

[25]   Buhârî, İsti‘zân, 15; Müslim, Selâm, 15.

[26]   Selam verilmesi uygun olmayan kimseler hususunda daha geniş bilgi için bk. Nevevî, Ezkâr, s. 217-221.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.