Son günlerde en çok tartışılan kavramlardan biri de "şeriat." Bu konuda ekser insanların kafası bir hayli karışık. Anlamını bilen de konuşuyor, bilmeyen de.
Ben de düşündüm, bu meseleyle ilgili en güvenilir kaynakları tarayıp, iktibaslar yaparak özlü bir yazı yazmaya karar verdim.
Önce, Şemseddin Sami Efendinin, "dilimizin en esaslı lûgati" olarak bilinen "Kamus"una baktım:
Şeriat, "evamir ve nevahi-yi ilahiyye ve âyet ve hadîs ve icma-ı ümmet esasları üzerine müesses kanun-u ilâhî," diye tarif ediliyordu.
Tarifte iki unsur dikkat çekiyordu. Biri, şeriatın "ilahî emirler ve yasaklar" oluşu. Diğeri, bu ilâhî kanunların "âyet, hadîs ve icma" denilen temeller üzerine kurulu bulunduğu.
Ömer Nasuhi Bilmen ise, "Hukuk-u islâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu" adlı mükemmel eserinde bu ıstılahı ayrıntılı biçimde açıklıyordu:
"Şeriat, din lisanında, Cenab-ı Hakkın, kulları için vazetmiş olduğu dinî, dünyevî ahkâmının heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat, din ile müradif olup, hem ahkâm-ı aslîye denilen itikadiyatı, hem ahkâm-ı ferîye-i amelîye denilen ibadet, ahlâk ve muamelâtı ihtiva eder.
"Şeriat, umumi manasına nazaran bir peygamber-i zîşan tarafından tebliğ edilmiş kanun-u ilâhî demektir. Ahkâm-ı şerîye denilince, bundan kanun-u ilâhî hükümleri manasını anlamak lâzımdır. Ve bununla asıl Kurana, Hadîse, icmaa sarahaten müstenid olan hükümler kastedilmiş olur."
Ayrıntılı bir tarifti bu. Temel noktalar ustalıkla sıralanmıştı:
1. Şeriatı, kulları için Allah koymuştur.
2. Şeriat, dinî ve dünyevî hükümlerin tamamıdır.
3. Şeriat, "din" kelimesiyle eşanlamlıdır.
4. Şeriat kavramının içinde, imanî hükümlerin yanında ahlâka, ibadete ve günlük hayattaki işlere dair hükümlerin hepsi vardır.
5. Genel anlamda, her peygamberin getirdiği ilâhî kanunlara da şeriat denilir.
6. Şeriat kelimesiyle, açıkça Kurana, Hadîse ve icmaa dayanan hükümler kastedilmiş olur.
Sonra da, asrımızın en büyük müfessirlerinden olan Elmalılı Hamdi Efendinin, "Hak Dini Kuran Dili" isimli pek kıymetli tefsirindeki şeriat tarifine baktım:
"Lûgatte bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda, insanların hayat-ı ebediyeye ve saadet-i hakikîyeye ulaşması için, Allah Tealânın vaz u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bilistiare ıtlak edilmiştir ki, din demektir."
Bu tarifte de bazı önemli noktalar dikkati çekiyordu:
1. Şeriatı Allah koymuş ve kullarını sorumlu tutmuştur.
2. Allah, şeriatı kullarının ebedî hayata ve hakikî saadete ulaşması için göndermiştir.
3. Şeriat, müstakim, yani doğru yolun adı olup, hususî hükümlerden ibarettir.
4. Şeriat, din demektir.
Asrımızın büyük âlim ve mütefekkiri Bediüzzaman ise, şeriatı tarif ederken şunları söylüyordu:
"Şeriat ikidir. Birincisi, âlem-i asgar olan insanın efal ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. ikincisi, insan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtrîyedir ki, bazan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir."
Bu tanımda da önemli noktalar vardı. Şeriatı ikiye ayırarak tarif ediyor, tabiat mefhumuna da açıklık getiriyordu Bediüzzaman:
1. "Küçük âlem" olan insanın fiillerini ve işlerini düzenleyen ve Allahın "kelâm" sıfatından gelen "bildiğimiz" şeriat.
2. "Büyük insan" olan âlemin hareketlerini ve durumlarını düzenleyen şeriat.
3. Maddî âlemdeki kanunlara "tabiat" demek yanlış. Çünkü, bu kavram Allahı hatıra getirmiyor. Oysa, bu "fıtrî" kanunları koyan ve tatbik eden Odur.
Bu izah, başka bir manayı daha tedaî ettiriyor: Kâinattaki varlıklar, Allahın "fıtrî" kanunlarına isyansız itaat ettikleri için bu âlem muntazam ve mükemmel. Hiçbir yerde en küçük bir karışıklık yok. Demek insanlar da yaşayışlarında ilâhî kanunlara isyansız itaat etseler, özlenen âhenge kavuşacak ve aradıkları saadete erecekler. Uyumsuzluğun ve huzursuzluğun sebebi, isyan ve tuğyanlarıdır. Ahiret saadeti gibi, dünyevî huzurun da çaresi islâmdadır.
Bütün bu tanımlara göre, "şeriat" diyen, "din kuralları" demektedir.
insan ise, hür bir varlıktır.
Kabul de edebilir, red de...
"Dinde zorlama yoktur."
Ömer Sevinç