Yemeğe oturmadan önce ve sonra eller yıkanmalıdır: Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması temizlik ve sağlık açısından önem arzeder. Hadis-i şerîfte “Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktır”[1] buyrularak bu duruma işaret edilmiştir.
Yemeğe besmele ile başlamak gerekir: Her hayırlı işte olduğu gibi yemeğe de “bismillah” diyerek başlamak İslâm’ın getirdiği güzelliklerdendir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan adamlarına, ‘Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz’ der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan adamlarına, ‘Geceyi geçirecek bir yer buldunuz’ der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse, şeytan kendi adamlarına, ‘Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz’ der.”[2]
Yemeğe başlayan kimse besmele çekmeyi unutursa, ne yapması gerektiğini yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiyelerinde bulmaktayız. Hadis-i şerîf’te “Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda ‘baştan sona bismillah’ (bismillahi evvelehu ve ahirehu) desin”[3] buyrulmaktadır. Sahâbî Ümeyye b. Mahşî radıyallahu anh’ın anlattığına göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bir kimse yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken “bismillâhi evvelehû ve âhirehû” (baştan sona bismillâh) dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: “Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan yediklerini kustu.”[4]
İmkan nisbetinde toplu olarak yemek yenmelidir: “Toplulukta rahmet ayrılıkta azap vardır” buyuran Peygamberimiz[5] yemek yerken de birlikte bulunmayı tavsiye etmektedir. Vahşî b. Harb’ın haber verdiğine göre bazı sahâbîler:
- Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz, dediler.
Resûl-i Ekrem onlara:
- “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!” diye sorunca:
- Evet, öyle yapıyoruz, dediler.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:
- “Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz; yemeğiniz bereketlenir” buyurdu.[6]
Büyükler başlamadan yemeğe başlanmamalıdır: Ashaptan Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, o yemeğe dokunmadan elimizi yemeğe sürmezdik.[7]
Yemek sağ el ile yenilmeli ve aynı kaptan yeniyorsa kişi önünden yemelidir: Ömer b. Ebî Seleme radıyallahu anhümâ der ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!”[8] Seleme b. Ekva’ radıyallahu anh da şunları söyler: Adamın biri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sol eliyle yemek yiyordu. Resûl-i Ekrem ona:
- “Sağ elinle ye!” buyurdu. Adam:
- Yapamıyorum, diye cevap verdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adama:
- “Yapamaz ol!” buyurdu.
Seleme’nin dediğine göre adam kibrinden dolayı böyle söylemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in bedduasını aldıktan sonra gerçekten elini ağzına götüremez olmuştu.[9]
Yemek yerken göz açlığı anlamına gelecek davranışlardan kaçınılmalıdır: Cebele b. Sühaym diyor ki, İbn Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah b. Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi: “Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize hurmayı çifter çifter yemeyi yasakladı.” Sonra İbn Ömer sözlerine devamla: “Fakat kişi arkadaşı izin verirse, çifter çifter yiyebilir” derdi.[10] Bu meyanda lokmanın birini iyice çiğneyip yutmadan öbürünü almamak da yemek âdâbından olsa gerektir.
Yemeği beğenmemezlikten sakınılmalıdır: Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemekte hiçbir zaman kusur aramazdı. İştahı varsa yer, canı çekmiyorsa yemezdi.[11]
Yemeğin kabını iyice silmek âdâb esaslarındandır: Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemek yediği zaman üç parmağını da yalardı ve bu konuda şöyle buyururdu: “Herhangi birinizin lokması yere düştüğü zaman, bulaşan şeyi temizleyip lokmayı yesin. Onu şeytana bırakmasın.” Resûl-i Ekrem (sözlerine devamla) tabağın sıyrılmasını da emrederek: “Bereketin yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz” buyurmuştur.[12] Ayrıca konuyla ilgili olarak Efendimiz’den nakledilen benzer tavsiyelerden biri de şu mealdedir: “Herhangi birinizin lokması yere düştüğü zaman, onu alıp bulaşan şeyi temizledikten sonra yesin. Lokmasını şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça da elini beze silmesin. Zira yemeğinin neresinde bereket bulunduğunu bilemez.”[13]
Altın ve gümüş kaplar içerisinde yemek yemekten kaçınılmalıdır: Huzeyfe radiyallahu anh’dan nakledildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Saf ipek elbise giymeyiniz. Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Bu tür tabaklardan yemek de yemeyiniz”[14] Diğer taraftan Yemeği mümkün mertebe takva ehli kimselerle yiyip şerirlerin sofralarından uzak durmak gerekir. Müskirat ve benzeri haramlar bulunan sofralara oturmak ise yasaktır, haramdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın”[15] buyurmuştur.
Bir yere dayanarak yememek de âdabtandır: Ebû Cühayfe Vehb b. Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ben bir yere dayanarak yemek yemem.”[16]
Yemekten sonra dua okunmalıdır: Peygamber aleyhisselâm sofrasını kaldırdığı zaman şu duada bulunurdu: “Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.”[17] Diğer bir hadiste de yemek duasının önemi şöyle ifade edilmektedir: “Bir kimse yemek yedikten sonra: Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun, derse, geçmiş günahları bağışlanır.”[18]
Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sa‘d b. Ubâde tarafından ikram edilen yemekten sonra,“Yemeklerinizi salih kimseler (ebrâr) yesin! Melekler sizin çin istiğfar etsin! Oruçlular sofranızda oruç bozsun!” diye dua etmiştir.[19]
Bir başka rivayte göre de Ebü’l-Heysem isimli sahabî bir yemek hazırlayarak Hz. Peygamber ve ashaptan bazı kimseleri davet etmişti Resûlullah yemekten kalkınca:
-“Kardeşinizi mükafaatlandırın” buyurdu. Ashâb,
-“Mükafaatı nedir ya Resûlallah” diye sordular. Efendimiz ise,
-“Kişinin evine girilip yemeği yendi, içeceği içildi mi ev sahibi için dua edilir. İşte bu onun mükafaatıdır” cevabını verdi.[20]
Tıka basa yemek yenilmemelidir: Efendimiz buyuruyor ki, “Hiç bir insan midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Halbuki kişiye kendisini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın”[21]
Hz. Peygamber’in tıka basa doldurulan mideyi, tehlikeli bir kaba benzetmesi her şeyden evvel insan sağlığı ile yeme içme arasında yakın bir ilişki bulunduğunu, hayatın devamını sağlıyacak yemekle, yeme içmeyi hayatın gayesi anlamına getirmek arasındaki farkı göstermektedir. Yeme içmede zarûri olan ölçünün, vucudun güç ve kuvvetini devam ettirecek, kişinin çalışmayacak derecede zayıf düşmesine ve Allah’a kulluk görevini yerine getiremeyecek ölçüde takatsiz kalmasına yol açmayacak bir miktar olduğu kabul edilmektedir. Bunun her kişiye göre az çok değişen bir miktar olacağı da tabiidir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in, midenin üçte birinin yemek üçte birinin içecek ve üçte birinin de rahat hareket imkanı sağlayacak nefes alma için ayrılması gerektiğini söylemesi, herkes için uygulanabilir bir yol göstermesi anlamına gelmektedir.
Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müminin sadece midesini, kafirin ise yedi bağırsağını birden doldurmak maksadıyla yiyip içtiğini belirtmek[22] suretiyle İslâm ahlak ve âdâbının yeme içme konusundaki ölçüsünü çarpıcı bir tasvirle beyan etmiştir. Bu ölçü dünyaya ve nimetlerine karşı ihtiyaç oranında rağbet etmektir. Zira bir diğer hadis’de kişinin her canını çektiğini yemesi israf; yani bir ölçüsüzlük olarak telakki edilmektedir.[23] Hatta bir keresinde mümine yakışır ölçüyü aşıp çokça yiyen bir adam geğirmeye başlayınca efendimiz adamcağızı: “Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır”[24] diye uyarmıştır.
“Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyiniz”[25] ayetinde ifade edildiği üzere Allah Teâla’nın helal kıldığı rızıkları yemek-içmek aslında mübahtır. Ancak diğer konularda olduğu gibi yeme içmede de orta yolu takip aşırılık ve israftan kaçınmak gerekir. Kur’an-ı Kerîm’de bu durum şöyle beyan edilmektedir: “Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ israf edenleri sevmez.”[26] “Onlar harcadıklarında ne israf, ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”[27]
Ayrıca her iş ve amelin belli bir hedef ve gayesi vardır. Zira niyet amel ve işin kıymetini tayin eder. Yemek de böyledir. Hangi niyet ve maksat için yenilirse onun için güç ve kuvvet olur. Bu yüzden yemekten maksat “zevk ve lezzet alarak nefsin boyunduruğu altına girmek değil, Allah’a kulluk ve ibadete güç kazanmak olmalıdır. Yani yemek bizzat gaye değil gayeye giden yolda bir vasıta olarak görülmelidir. Yeme ve içmede tehlikeli olan şey, tokluk sebebiyle günaha düşmektir.
Mukavkıs, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘e hediye olarak bir doktor göndermişti. Efendimiz doktora:
“- Ev halkının yanına dönebilirsin. Çünkü biz acıkmadıkça yemek yemeyen bir kavmiz. Yemek yediğimiz zaman da onu doyuncaya kadar yemeyiz.” buyurdu. (Halebî, İnsânu’l-uyûn, III, 299)
2. Su içme adâbı
Hz. Peygamber’in sünnetinde yemek yemede olduğu gibi su ve benzeri meşrubat içmenin de âdabı vardır.
Bu âdâba göre su mümkün olduğu kadar içi görülebilecek bir kabla içilmelidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem içerisinde zararlı maddeler bulunabileceği endişesiyle büyük su kabı veya tulumundan doğrudan ağızla su içmeyi yasaklamıştır.[28]
Su içerken besmele çekilerek üç nefeste içilmeli ve sonunda elhamdulillah denilmelidir: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem suyu ve diğer meşrûbâtı üç nefeste içer[29] ve bu hususta da şöyle buyururdu: “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki, üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da elhamdü lillah deyin.”[30]
İçinde meşrubat bulunan kaba her hangi bir sebebeple üflenmemelidir: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem içilecek şeylere üflemeyi yasaklamıştı.
Bunun üzerine bir adam:
- Kaba çerçöp düştüğünü görürsem ne yapayım? deyince:
- “Kaba düşen şeyi dök!” buyurdu.
Bu defa adam:
- Bir nefeste içince suya kanmıyorum, dedi.
Resûl-i Ekrem de:
- “O takdirde su kabını ağzından çek!” buyurdu.[31]
İbn Abbas radıyallahu anhümâ’nın rivayetine göre de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kabın içine solumayı veya kaba üflemeyi yasaklamıştır.[32]
Su ve meşrubat türü şeyler ayakta değil de elden geldiğince oturarak içilmelidir: Enes radıyallahu anh’ın rivayetine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir kimsenin ayakta su içmesini yasaklamıştır.
Hadisin râvisi Katâde şöyle dedi:
- Biz Enes’e, ya ayakta yemek nasıldır? diye sorduk. Enes:
- Ayakta yemek daha beter (veya kötüdür), dedi.[33]
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz ayakta su içmesin. Unutarak içen de kussun!”[34]
Bununla birlikte bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in ayakta su ve zemzem içtiği nakledilir. İbn Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e zemzem verdim. Onu ayakta içti.”[35] Nezzâl b. Sebre radıyallahu diyor ki, “Ali radıyallahu anh Bâbü’r-rahbe’ye geldi ve ayakta su içti, sonra da: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in benim içtiğimi gördüğünüz gibi su içtiğini gördüm” dedi.[36] İbn Ömer radıyallahu anhümâ da, biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında, yürürken bir şey yer, ayakta iken de su içerdik.[37] demektedir. Abdullah b. Amr b. Âs der ki, “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayaktayken de otururken de su içtiğini gördüm.”[38]
Son olarak kaydedilen hadislerden anlaşıldığı üzere Peygamber Efendimiz ve bazı sahabiler muhtelif zamanlarda ayakta su içmiştir. Yine meşhur sahabilerden Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Âişe, Abdullah İbn Ömer, Sa`d İbn Ebû Vakkâs ve Abdullah İbni Zübeyr ayakta su içmişler ve bunda bir sakınca görmemişlerdir.[39]
Ayakta su içmeyi yasaklayan rivayetler ise insanları oturarak su içmeye yönlendirmek ve tercihin bu yönde olduğunu açık bir şekilde anlatmak içindir. Hadîs-i şerifte “Ayakta su içen kussun!” mealindeki tehdide gelince bazı alimler bu ifadenin Resûl-i Ekrem’e değil de hadisi nakleden Ebû Hüreyre’ye ait olduğu kanaatindedirler.[40] Dolayısıyla su ve benzeri şeylerin oturarak içilmesi daha uygun olmakla birlikte ayakta içilmesi de yasak değildir. Netice itibariyle bu hususta şunları söyleyebiliriz: Çarşıda pazarda ayakta bir şey içmek gerektiğinde ve oturacak bir yer bulunmadığında mutlaka oturacak yer aramamalı; bununla beraber oturarak içmenin sağlığa daha elverişli olduğu unutulmamalıdır.
Bir mecliste su, limonata, süt ve benzeri meşrubat dağıtılırken dağıtana göre sağ taraftan başlanılmalıdır: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem su ve şerbet gibi içecekler içtiğinde yanında bulunanlara da içirirdi. Meşrubat kabı daima sağında bulunana takdim edilir ve öylece devam ederdi. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, içine su katılmış süt getirildi. O sırada Peygamber aleyhisselâm’ın sağında bir bedevî, solunda da Ebû Bekir radıyallahu anh oturuyordu. Sütten içtikten sonra onu bedevîye verdi ve: “Herkes sağındakine versin!” buyurdu.[41] Sehl b. Sa`d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e içecek bir şey getirdiler. O da içti. Bu sırada sağ tarafında bir çocuk, sol tarafında yaşlılar oturuyordu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem çocuğa dönerek:
- “Bunu yaşlılara verebilir miyim?” diye sordu.
Çocuk:
- Hayır, vallahi olmaz, Yâ Resûlallah! Senden kazanacağım hayrı kimseye bağışlayamam, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de kabı çocuğun eline verdi.[42]
İnsanlara su ve benzeri içecek dağıtan kimsenin en sona kalması da bir âdab kuralıdır: Bir hadis-i şerif’te “Halka su dağıtan kimse suyu en sonra içer” buyurulmuştur.[43] Peygamber Efendimiz bu veciz sözlerini bir sefer sırasında söylemişti. Uzun yolculuk esnasında müslümanlar hem iyice yorulmuş hem de içecek suları tükenmişti. Ebû Katâde Hâris b. Rib`î, yorgunluğuna rağmen Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e hizmette kusur etmemeye çalışmıştı. Müslümanlar susuzluktan iyice bunalınca, Peygamber aleyhisselâm içinde birazcık su kalmış olan küçük matarasını istedi. İşte o anda Resûlullah’ın mûcizelerinden biri gerçekleşti. Ebû Katâde’nin tuttuğu bardağa mübarek elleriyle matarasından su doldurmaya, Ebû Katâde de sahâbîlere dağıtmaya başladı. Sahâbîler kana kana içtiler. En sona Allah’ın Resûlü ile Ebû Katâde kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bardağı doldurduktan sonra Ebû Katâde’ye:
- “İç!” dedi. Fakat Ebû Katâde Hz. Peygamber’den önce içmek istemedi:
- Sen içmedikçe ben içemem, yâ Resûlallah! dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem,
- “Halka su dağıtan kimse, suyu en sonra içer” buyurdu.
Neticede Ebû Katâde bu emre boyun eğip suyu içti, son olarak da Allah Resûlü içti.[44]
Altın ve gümüş kaplardan su içmekten sakınılmalıdır: Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bize hâlis ipek ve atlas kumaştan elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplarla su içmeyi yasakladı ve şöyle buyurdu: “Bunlar dünyada kâfirlerin, âhirette de sizin olacaktır.”[45] Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gümüş veya altın kaplarla su içen kimse, karnına cehennem ateşi doldurmuş olur.”[46]
[1] Tirmizî, Eti‘me, 39; Ebû Dâvûd, Eti‘me, 11.
[2] Müslim, Eşribe, 103; Ebû Dâvûd, Et`ime, 15; İbn Mâce, Duâ, 19.
[3] Ebû Dâvûd, Et`ime, 15; Tirmizî, Et`ime, 47.
[4] Ebû Dâvûd, Et`ime, 15.
[5] Münâvî, Feyzu’l-kadîr, III, 470.
[6] Ebû Dâvûd, Et‘ime, 14.
[7] Müslim, Eşribe, 102; Ebû Dâvûd, Et`ime, 15.
[8] Buhârî, Et`ime, 2, 3; Müslim, Eşribe, 108.
[9] Müslim, Eşribe, 107.
[10] Buhârî, Et`ime, 44, Şirket, 4, Mezâlim, 14; Müslim, Eşribe, 150.
[11] Buhârî, Menâkıb, 23; Et`ime, 21; Müslim, Eşribe, 187.
[12] Müslim, Eşribe, 136.
[13] Müslim, Eşribe, 136.
[14] Buhârî, Eti‘me, 29; Müslim, Libâs, 5.
[15] Tirmizî, Edeb, 43.
[16] Buhârî, Et`ime, 13; Ebû Dâvûd, Et`ime, 16; Tirmizî, Et`ime, 28.
[17] Buhârî, Et`ime, 54; Ebû Dâvûd, Et`ime, 52.
[18] Ebû Dâvûd, Libâs, 1; Tirmizî, Daavât, 56.
[19] Ahmed b. Hanbel, III, 138.
[20] Ebû Dâvûd, Eti‘me, 54.
[21] Tirmizî, Zühd, 47.
[22] Buhârî, Et‘ime, 12; Müslim, Eşribe, 182-186.
[23] Bk. İbn Mâce, Eti‘me, 51.
[24] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 37.
[25] Bakara (2), 172.
[26] A‘râf (7), 31.
[27] Furkân (25), 67.
[28] Buhârî, Eşribe, 23; Müslim, Eşribe, 110, 111.
[29] Buhârî, Eşribe 26; Müslim, Eşribe, 123.
[30] Tirmizî, Eşribe, 13.
[31] Tirmizî, Eşribe, 15.
[32] Tirmizî, Eşribe, 15.
[33] Müslim, Eşribe, 113; Tirmizî, Eşribe, 11.
[34] Müslim, Eşribe, 116.
[35] Buhârî, Hac, 76, Eşribe, 76; Müslim, Eşribe, 117-119.
[36] Buhârî, Eşribe, 16.
[37] Tirmizî, Eşribe, 12; İbn Mâce, Et`ime, 25.
[38] Tirmizî, Eşribe, 12; Nesâî, Sehv, 100.
[39] Mâlik, Sıfatü’n-nebî, 13-16.
[40] Detaylı yorum için bk. İbn Hacer, Feth, X, 82, 83.
[41] Buhârî, Eşribe, 14, 18; Müslim, Eşribe, 124.
[42] Buhârî, Hibe, 22, 23; Müslim, Eşribe, 127.
[43] Tirmizî, Eşribe, 20.
[44] Müslim, Mesâcid, 311.
[45] Buhârî, Eşribe, 28, Libâs, 27; Müslim, Libâs, 3, 4; Tirmizî, Eşribe, 10.
[46] Müslim, Libâs, 1, 2; Benzer rivayet için bk. Buhârî, Eşribe, 28.