Haberin Kapısı

Şeyh Fahrettin Arnasi'nin Bir Makaleye Reddiyesi

BİLİM TEKNOLOJİ

Şeyh Fahreddin, 1965’te Tercüman gazetesinde yayınlanmış olan Hüsamettin Ergezen’in makalesinde terazi, sırat köprüsü, kabirdeki ölüye iki meleğin sual sorması, ölülere telkin ve ıskatın batıl ve hurafe olduğu konularını ele almış ve cevap niteliğinde bir makale yazmıştır.

Şeyh Fahreddin, 1965’te Tercüman gazetesinde yayınlanmış olan Hüsamettin Ergezen’in makalesine cevap niteliğinde bir makale yazmıştır. Yaptığımız araştırmalara rağmen Hüsamettin Ergezen’in makalesine rastlayamadık. Ancak bu makaleye cevap olarak yazılan Molla Fahreddin’in makalesinden, Hüsamettin Ergezen’in bu makalesinde terazi, sırat köprüsü, kabirdeki ölüye iki meleğin sual sorması, ölülere telkin ve ıskatın batıl ve hurafe olduğu konularını ele almış olduğunu anlıyoruz. O günün şartlarında gazetelerde çıkan makalelere, ancak dini hassasiyeti olan ve çevresine duyarlı olanlar cevap yazıyordu. İşte Molla Fahreddin, bu hassasiyete sahip biri olduğu için, Hüsamettin Ergezen’in bu makalesinde inkâr edilen her konuya ayet ve hadislerle cevap mahiyetinde bu makaleyi yazmıştır. Biz de bu makalede bulunan cümle bozukluklarını ve imla yanlışlarını düzelttik. Makalede geçen hadislerin kaynağını göstererek, İslam hukukuyla alakalı olan konularını tahlil ettik. Molla Fahreddin, makalesine şöyle başlamaktadır:

“Dinimizi Korumalıyız” Başlığı Altında Hüsamettin Ergezen’in 7 Ocak 1965 Tarihli Tercüman Gazetesindeki Makalesine Cevaptır:

İslamiyet’te batıl itikadın yeri yoktur. İslam’ın esası, hak ile batılı birbirinden ayırmak, hakkı kabullenip batılı reddetmektir. Hakkı batıl, batılı da hak bilmek, büyük bir hastalıktır. Bunun için Peygamber efendimiz (s.a.v.): “Yarabbi bana hakkı hak olarak göster ve mütabaatını bana nasip eyle ve batılı bana batıl olarak göster ondan içtinabını bana nasip eyle”[1] diye çok duada bulunmuşlardır.

Hakikaten birçok batıl itikat ve hurafeler mukaddes olan İslam dinine sokulmuştur.

Sual: Bir itikadın batıl veya hurafe olduğu nasıl bilinir?

Cevap: Kurʻan-i Kerim ve hadisi şeriflerde, İmama-ı Azam, İmam-ı Şafiî, Ebu Mansur el-Maturidi, Ebu’l-Hasan el-Eşarî, İmam Gazalî gibi din âlimleri ve müçtehitlerimiz tarafından tedvin ve telif edilen fıkıh ve itikat kitaplarında bulunmayan bir itikat, Ehli Sünnet ve’l-Cemaatın itikadına muhalif olduğundan batıl ve hurafe olarak kabul edilir. Yoksa Kurʻan-ı Kerim ve Hadisi Nebevilerden, fıkıh ve itikat kitaplarından habersiz olan cahil ve kendini bilmez bir adam, kafadan atarak, bir itikad için, bu itikat batıl ve hurafedir veya sahihtir diyemez. Aksi takdirde, bu kişinin Allah indinde mesul olup şiddetli bir azaba giriftar olacağı muhakkak ve şüphesizdir.

Cenâb-ı Hâk Telâ Kurʻan-ı Azimüşşan’da şöyle buyuruyor: “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak “Bu helaldir şu da haramdır demeyin” Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”[2]

Kurʻan-ı Kerim ve Ehâdîs-î Nebeviyye’nin luğat ve ıstılah manalarını, âmm ve haslarını, nâsih ve mensuhlarını, mutlak ve mukayyetlerini, mücmel ve mübeyyenlerini, muhkem ve müteşâbihlerini, hakikat ve mecazlarını ve mecazın envaalarını, hangi ayetin hangi ayetten sonra olduğunu, ayeti kerimelerin nüzul esbaplarını, hadisi şeriflerin mütevâtir ve âhâdlarını, sahih ve zayıflarını, Kurʻan-ı Kerim ve Ehadisî Nebeviyyenin üzerinde mütevakkıf bulunduğu birçok ilimleri bilen, balığın denizde yüzdüğü gibi olup birer deniz hükmünde olan Kurʻan-ı Kerim ve Ehadisi Şeriflerin her köşesine başvurarak bütün fününlarını kavrayan adam, ancak fıkıh ve itikad kitaplarına uymayıp, bu haktır veya bu batıldır diyebilir. Yoksa bunların hiçbirinden haberi olmayan bir cahil, fıkıh ve itikat kitaplarını nazar-ı itibara almadan Kurʻan-ı Kerim ve Ehadisi Nebeviyyenin dalgalarına girip yanlış mana verirse dalalet uçurumlarından yuvarlanarak helâk olacağı gibi başkasını da dalalete sevk edip onların günahlarının bir mislini de boynuna yüklemiş olur.

Şayan-ı taaccüptür ki; herkes yüksek kanuni ilahiyyeyi kıt aklına uydurmaya kalkışarak, böyle olması lazımdır diyor. Bu adamın mukaddes kanun-i ilahiyyenin bir meselesine “böyle olması lazımdır” demesi, dağ başında büyüyen cahil bir çobanın, profesörler tarafından tanzim ve tertip edilmiş kanunların bazı maddelerini benimsemeyerek, dağda öğrenmiş kıt bilgisinden bir şeyler uydurarak, “bu kanunun falan maddesi böyle diyor” diye hüküm vermesine benzer.

Devlet kanunları, tımarhanede ki delilerin akıllarına uygun olmadığı gibi, Allah’ın yüksek kanunları dahi lâalettayin adamların akıllarına uygun olmaz. Ancak akl-ı kâmil olanların akıllarına uygun olacaktır. Hatta akl-ı kâmil olanların, akıllarına uygun olmayan ayeti kerime ve ehadisi şerifler, kâmil akla uygun olacak bir şekilde tevil edilecek ve tevil edilmiştir.

Hüsamettin Ergezen’in; Terazi, Sırat Köprüsü, kabirdeki meyyite Allah tarafından iki meleğin gelerek sual sormaları, ölülere telkin ve ıskatın batıl ve hurafe olduğunu iddia etmesi yanlıştır. Bütün bunlar, ayeti kerime ve Ehâdis-i Şeriflerde fıkıh ve itikat kitaplarında sabit olduğundan, bunları inkâr etmek, doğrudan doğruya Kurʻanı Kerimi, hadisi şerifi, fıkıh ve itikat kitaplarını tekzip ve inkâr etmek demektir. Netice itibariyle Allah ve Resulünü ve müçtehitleri hâşâ tekzip ve inkâr etmek demektir.

Terazi Hakkındaki Ayeti Kerimeler:

“O gün (kıyamet günü) amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar ayetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.”[3]

“Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek.”[4]

“Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimlerinde tartıları hafif gelirse, işte onlarda kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedi kalacaklardır.”[5]

İşte o vakit kimlerin tartıları ağır gelmişse, artık o, hoşnut bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, işte onun anası (varacağı yer) Haviye’dir.[6]

Sırat Köprüsü Hakkındaki Hadisi Şerifler:

Hüzeyfe ve Ebu Hüreyre (r.a.) tan gelen rivayete göre: “Peygamber efendimiz s.a.v. sırat üzerinde ayakta olup, “Yarabbi! Kurtar kurtar” der. Hatta bir adam gelir ki yürüyemez, ancak sürünerek gidebilir. Sıratın her iki tarafında asılı dikenler vardır. Onlar memurdurlar emredildikleri adamı çekerler. Kimisi yaralanarak kurtulur. Kimisi de ateşe düşer.”[7]

Ebu Hüreyre (r.a.) den gelen başka bir rivayet ise, şöyledir: “Sırat cehennem üzerinde kurulur. İlk olarak onun üzerinden geçecek olan ben ve ümmetimdir. O gün, peygamberlerden başka kimse konuşmaz. Peygamberlerin duaları Yarabbi kurtar kurtar olacaktır. Cehennemde sadam dikenleri gibi dikenler vardır. Peygamberimizin sadam dikenlerini hiç gördünüz mü sorusuna, evet ya Rasülullah dediler. İşte onlar sadam dikenleri gibidirler, fakat dikenlerin büyüklüklerini ancak Allah bilir. O dikenler, herkese, ameline göre yapışırlar.[8]

Terazi Ve Sırat Köprüsü Hakkındaki Hadisler:

Enes (r.a.) bu konuyla ilgili olarak şöyle rivayette bulunmuştur: Peygamber (s.a.v.) den, kıyamet gününde bana şefaat et diye rica etim. Peygamber (s.a.v.) de: “İnşallah şefaat ederim” diye cevap verdi. Nerede seni arayıp bulayım dedim? “İlk evvela sırat üzerinde beni ara.” dedi. Sırat üzerinde seni bulamazsam dedim. “Terazi yanında beni ara dedi.” Terazi yanında seni bulamazsam, dedim. “Havuz yanında beni ara, çünkü bu üç yerin birisinde muhakkak bulunacağım” dedi. [9]

Hasan el-Basrî (r.a.) den şöyle rivâyet edilmiştir: “Hz. Aişe (r.a.) bir gün ağladı. Peygamber (s.a.v.) “Niçin ağlıyorsun?” diye sordular. Hz Aişe (r.a.) cehennemi hatırladığım için ağlıyorum dedi. Kıyamet gününde ehlinizi hatırlayacak mısınız? diye peygambere sordu. Peygamber (s.a.v.) de: “üç yerde kimse kimseyi hatırlayamaz. 1Terazide kişinin amelinin ağır olup olamadığı bilininceye kadar. 2- Amel defterinin dağıtımında sağdan mı veya soldan mı verileceği bilininceye kadar. 3- Cehennem üzerinde sırat kurulduğu zaman, kişi geçebilecek mi geçemeyecek mi? Durumu bilininceye kadar, kimse kimseyi hatırlayamaz.” dedi.51

İnsanların sırat köprüsü üzerinden geçmeleri nurlarına göre olur. Nitekim hadisi şerifte şöyle varit olmuştur: İbn Mesʻud (r.a.) Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir: “Muhakkak insanlar, sırat köprüsünden nurlarına göre geçecekler. Kimisi gözünü kapatıp açacak kadar zamanda, kimisi şimşek gibi, kimisi bulut gibi, kimisi yıldızların düşmesi gibi, kimisi rüzgâr gibi, kimisi atın koşması gibi ve kimisi adamın koşması gibi geçer.”[10]

Kabirdeki Meyyite Allah Tarafından İki Meleğin Gönderilmesi ve Meyyite Soru Sormaları Hakkındaki Hadisi Şerif:

Enes (r.a.) Peygamberimizden şöyle rivayet etmiştir: “Bir kul kabrine konulup arkadaşları onu bırakıp döndükleri zaman, daha onların ayakkabılarının sesi kesilmeden, iki melek gelip onu oturturlar. Daha sonra ona “Muhammed hakkında ne diyorsun?” diye sorarlar. O da, “Ben şahadet ederim ki O Allahın kulu ve resulüdür” diye cevap verir. Melekler: “Cehennemdeki yerine bak. Allah onu cennette bir yer ile tebdil etti.” dediklerinde o her iki yeri görür. Eğer ölen kişi, kâfir veya münafık ise, meleklerin suallerine: “Bilmiyorum, ben insanların dedikleri gibi derdim.” diyecek. Melekler ona: “ ne bildin ne de okudun” dedikten sonra, demir balyozlarla iki kulaklarının arasına vururlar. Ölü, öyle bir bağırır ve feryat eder ki insan ve cinlerden başka herkes bu feryadı duyar.”[11][12]

İtikat kitaplarına göre de “sırat köprüsüne”,[13] ˝terâziye˝[14] ve ˝meyyitten suâle˝[15] inanmak, farzı ayındır. İskât ise, esas itibariyle kefarettir. Bir adam yemin edip sonra yeminini yerine getirmeyerek yeminini bozarsa, on fakiri doyuracak kadar onlara yemek verecek veya libas giydirecek ya da bir köle azat edecek. Bunları yapmazsa üç gün oruç tutacaktır.[16] Nitekim bu hususu Cenâb-ı Hakk Mâide süresinin 89.u ayetinde beyanda bulunmaktadır.[17] Zihâr ise bir kişinin, hanımının herhangi bir uzvunu kendisine nikâhı ebediyen haram olan bir kadının uzvuna benzeterek perhiz yemini yapmasıdır.[18] Bunu söyleyip de hanımını boşamazsa bir köle azat edecek. Köleyi bulamazsa veyahut köle almaya takati yok ise, aralık vermeden iki ay oruç tutacak. Oruç tutmaya takati yoksa atmış fakiri doyuracak kadar onlara taâm verecek.[19] Nitekim bu husussu Allah’u Teâlâ, Mücadele Süresinin 3 ve 4. ü ayetlerinde beyan etmektedir.[20]

Bir adam üzerinde kaza namazı veya kaza orucu varsa, öldükten sonra her bir kaza namazı veya kaza orucunun her bir günü için bir fakiri doyuracak kadar yemek vereceğini fıkıh kitaplarımız hadisi şeriflere istinaden beyan etmişlerdir.62 Kezalik, (âlimler) hadisi şeriflere istinat ederek, ölüye telkinin, ehlisünnet yanında meşru ve faydalı olduğunu beyan etmişlerdir.63 Ancak ölüye matem, dinimizde yasaktır.6[21][22][23][24]

Musalla taşındaki bir ölü için “ey cemaat bu ölüyü nasıl bilirsiniz” şeklindeki telkin, sual ve tezkiyenin dayanağı yoktur. Bu şekilde yapılan sual ve tezkiyenin cenabı hakkın o ölü hakkındaki vereceği hükme hiçbir tesiri olmaz.

Gayya kelimesine gelince, bu kelime, Meryem süresinin 59. ayetinde zikredilmiştir. Meali âlisi: “Onlardan (enbiya ve salihlerden) sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu (tutumlar)ından ötürü cehennemdeki Gayya Vadisini boylayacaklardır.”[25]

Mezkûr ayeti kerimede zikredilen gayya kelimesini müfessirlerimiz şöyle tefsir etmişlerdir:

İbn Abbas (r.a.), tefsirinde: “Gayya cehennemde bir deredir.” demiştir.[26]

Celâleyn, tefsirinde: “Gayya cehennemde bir deredir.” diyor.[27]

Kâzi Beydâvî, tefsirinde: “Gayya cehennemde bir dere olup cehennemin dereleri ondan istiâze ediyorlar denilmiştir.” diyor.[28]

Gayya, tefsirlerde dere olarak kabul edilmiştir. Halk arasında dere kelimesi, kuyu kelimesi ile tebdil edilmiştir.[29]

Bu itibarla yukarıda zikredilen gerek ayeti kerimeler ve gerekse hadisi şeriflere dayanarak yazılan dinimizin itikat kitaplarından anlaşılacağı veçhiyle, Hüsamettin Ergezen’in hezeyanlarını reddediyorum.

Hüsamettin Ergezen’in makalesini okuyan dindaşlarıma bir hakikat olabilmesi ve efkâr-ı umumiyede bu gibilerinin iftiralarına set olabilmek için yazımın gazetenizin aynı sahife, aynı sütun ve aynı başlık altında neşredilmesini rica ederim.

Fahreddin YILDIZ

***

Muhammed Latif ALTUN

Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı

-----------------------------

[1] Çoğu kitapta, hadis olarak geçen bu dua, hadis metinlerinde geçmemektedir. Hatta bazı kitaplarda, bu dua için “Geçmişlerin duası” diye tabir edilmiştir. (et-Tusî, Kerduş, Ebu Ali el-Hasen b. Ali b. Nasr et-Tusî (312 h.) Müstahrec et-Tusî alâ Camiʻ’t-Timizî, Mektebetü’l-Ğurebâ el-Eseriyye, 1415 h., I, 36.)

[2] Nahl, 116.

[3] Aʻrâf, 8-9.

[4] Enbiyâ, 47.

[5] Mü’minün, 102-103.

[6] Karıʻa, 6-7-8-9.

[7] Müslim, el-Müsnedü’s-Sahîh el-Muhtasar, I, 163.

[8] Müslim, a.g.e., l, 186.

[9] İbn Hanbel, Müsnedü’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, XX, 210; Askâlânî, Fethü’l-Bârî Şerhu Sahîhî’l-Buhârî, XI, 466. 51

İbn Hanbel, a.e.g., XXXXI, 302; el-Münâvî, Feydü’l-Kadîr Şerhü Cami’i’s-Sağîr, II, 170; esSicistânî, Ebu Dâvut (v. 275/889) Sünenü Ebi Dâvud, IV, 240; (Bkz. Molla Ali el-Kârî, Ali b. Sultan Muhammed Ebü’l-Hasan Nurüddin el-Molla Herevî el-Kârî (v. 1014/1606) Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhü Mişkâti’l-Mesâbîh, VIII, 3532.)

[10] Hâkim, Muhammed b. Abdullah b. Muhammad b. Nuaym en-Nisâbûrî, el-Müstedrek alâ’sSahîheyn, II, 408.

[11] el-Aynî, Ebu Muhammad Mahmut b.Ahmed b. Musa b. Ahmed el-Ğaytâbî, el-Hanefî (v.

[12] /1451), Umdetü’l-Kârî Şerhu Shîhî’l-Buharî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Tsz., VIII, 144.

İtikat kitaplarından olan Âkîdetü’t-Tahavî adlı kitapta şöyle geçmektedir: “Biz cehennem üzerinde uzatılan sırat köprüsüne iman ederiz” diyor. Daha sonra Molla Fahreddin’nin sırât köprüsü hakkında getirmiş olduğu hadisleri zikretmektedir.(Tehâvî, Sadruddin Muhammd b. Alauddin el-Hanefî, tah: Şuayb Arnavut, Beyrut, 1997, II, 605.).

[14] İtikat kitaplarından olan Âkîdetü’t-Tahâvî adlı kitapta şöyle geçmektedir: “biz mizâna inanırız çünkü Allah c.c. ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Biz kıyamet gününde teraziyi adaletle koyarız kimseye hardal tanesi kadar zulmedilmez.” (Enbiya 47). (Tehavî, a.g.e. II, 608-609.).

Kabir azabıyla ilgili Levâmiu’l-Envâri’l-Behiyye isimli itikât kitabında şöyle geçmiştir: “Peygamberimizden gelen habere göre meleklerin ölümden sonra kabirde soru sorması haktır. Zira ayeti kerimede “Allah c.c. müminleri doğru cevabı vermek için sabit kılar” (İbrahim, 27) buyurmuştur. Bu ayeti kerimenin sebebi nüzulü kabir azabıdır. (es-Sefârinî, Muhammed b. Ahmed b. Sâlim, Levâmi’u’l-Envâru’lBehiyye ve Sevâti’u’l-Esrâri’l-Eseriyye, Dimeşk, 1982, II, 5.).

[16] Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc ilâ Marifeti Meʻâni Elfâzi’l-Minhâc, VI, 191; Serahsî, el-Mbsût, VIII, 150; el-Merğinânî, Metnü Bidâyetü’l-Mübtedî, Kahire, Tsz., s. 96.

“Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile taptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yemin kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden o yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azât etmektir. Kim (bu imkânı) bulmazsa, onun kefareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğimiz vakit yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz." (Mâide, 189).

[18] Diyanet İlmihali, II, 17.

[19] Serahsî, el-Mebsût, VIII, 235; El-Merğinânî, a.g.e., s. 97; Şirbînî, a.g.e., V, 41.

[20] “Kadınlarından zıhâr yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce bir köle âzât etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Kim (köle âzât etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardı ardına iki ay oruç tutmalıdır. Kiminde buna gücü yetmezse, altmış fakiri doyurmalıdır.” (Mücadele, 3,

[21] .).

[22] Eş’Şirünbülâlî, Hasan b. Ammâr b. Ali, Nuru’l-Îzâh ve Necâtü’l-Ervâh, s.90; İbn Âbidin Muhammed Emin b. Ömer b.Abdulaziz el-Hanefî, Reddü’l-Muhtâr âlâ’d-Dürri’l-Muhtâr, II, 72.

[23] Zeyleʻî, Osman b. Ali b. Mahcen el-Bâriî Fahruddin el-Hanefî (v. 743/1343), Tebyînu’l-

Hakâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, el-Matbaʻtü’l-Kübrâ’l-Emîriyye, Kahire, 1313 h., 234; İbn Âbidin, a.g.e. II, 74.

[24] İbn Abidîn, a.g.e., VI, 55.

[25] Meryem, 59.

[26] Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Yakub b. Muhammed b. İbrahim b. Ömer (v. 817/1415), Tenvîru’lMikbas min Tefsîri İbn Abbâs, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Lübnan, Tsz., s. 309.

[27] Suyutî, Tefsiru’l-Celâleyn, Dârü’l-Hadis, Kahire, Tsz., s. 309.

[28] Beyzâvî, Nasiruddin Ebu Sait Abdullah b.Ömer eş-Şirâzî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârû’t-T’vîl, 309, Dâru İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418 h.

[29] Taberi tefsirinde, Gayya kelimesini açıklanırken, “Gayya: cehennemde bir vadi, kuyu ya da tadı kötü olan bir nehirdir” denilmiştir. (Taberî, Muhammed b. Cerîr b. Yezid b. Kesir b. Galib el-Amelî Ebu Caʻfer et-Taberî (v. 310/923), Câmiʻü’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’an, (Tah. Ahmed Muhammed Şakir), Müessesetü’r-Risâle, 2000, XVIII, 309.)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.