“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu mektuba bakacak olan kişiye arz olunur ki, halk arasında yaygın olduğu üzere, Hacı Muhammed Şirin, Hıristiyanların Suriye'ye kaçıp terk ettikleri, sahibi bilinmeyen ve elinde bulunan arazi üzerine bir cami yapmaya başlamıştır. Bana ulaştığına göre bazı insanlar, bu araziler üzerine cami yapmanın caiz olmadığı konusunda itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine adı geçen Hacı, durumu bana bildirdi ve kalbinin mutmain olup ortada bir şüphenin de kalmaması için bir yazı yazıp kendisine vermemi istedi. Ben de talebini olumlu karşıladım ve muvaffakiyeti Allah'tan dileyerek şunları ifade ediyorum: Bu araziler, Hıristiyanların biz Müslümanlardan çekindikleri için kaçıp terk ettikleri bir maldır. Bu şekilde olan her mal ise fey'dir. Fey' olan her malın bir kısmı, sınırın tehlikeli yerlerini kapatmak, cami ve köprüleri yapmak gibi maslahatlara harcanabilir. “Mafsulun’n-Netâic” olan bu kıyas şu neticeyi verir: Bu arazilerin bir kısmı, sınırın tehlikeli yerlerini kapatmak, cami ve köprüleri yapmak gibi maslahatlara harcanabilir. Minhâc ile birlikte Tuhfe'nin ibaresi şöyledir: "Fey', harbi olan veya olmayan kâfirlerden, savaş veya baskın olmaksızın ve bir masraf yapılmaksızın elimize geçen cizye ve ticaret öşrü gibi mallar ile bu kâfirlerin korkudan bırakıp gittikleri mallardır. Üç mezhep imamı, fey'in tamamının Müslümanların maslahatlarına harcanacağını ifade etmişlerdir. (Şafiilere göre) ise Feyʻin tamamı beş eşit paya bölünür. Bu beş paydan biri beş gruba aittir: Bunlardan biri, Müslümanların maslahatlarıdır. Örneğin, sınırda ki açıkları (tehlikeli yerleri) kapatmak gibi.[1] Şirvâni, camileri, köprüleri, kaleleri yapmanın da aynı olduğunu ifade etmektedir. el-Envâr ve Muğni'l-Muhtâc gibi geniş şerh ve haşiye şeklindeki fıkıh kitaplarının ibareleri de aynıdır. Eğer desen ki, “feyʻ” olan malı kamu yararları için harcama yetkisi kişilere değil, imama (halifeye/hükümdara) aittir” cevaben derim ki: “evet imam adaletli olursa öyledir. Ancak imam kamu malları konusunda zulmeder ve bu malları bilen birisi, onları elde etme imkânını bulursa, o malları alıp tıpkı adil imam gibi kamu yararlarında harcayabilir ve bundan dolayı sevaba da nail olur. Hatta fukahanın da açıkça belirttikleri gibi bu kişinin, bunu yapması vaciptir. Nitekim İbn Hacer de, Tuhfe adlı eserinin “Feraiz Bölümü” nün başında İbn Abdisselam'ın, bu anlamı ifade eden ibaresini nakletmektedir.[2] Yine İbn Hacer Tuhfe'sinin “Feyʻ ve Ganimet Mallarının Taksim Edilmesi” bölümünden hemen önce, sahibinden umut kesilen malın beytülmalin (devlet hazinesinin) mallarından sayılacağını, bu malları elinde tutan kişinin onları, cami yapımı gibi şeyler bile olsa, kamu yararlarında harcayabileceğini ifade etmektedir.[3]
İşte bu açıklamalardan anlamış olmanız gerekir ki, Hıristiyanların terk etmeleri sonucunda sahipsiz kalan ve sahipleri bilinmeyen araziler üzerinde cami yapmak caizdir. Ancak arazinin sahibi biliniyorsa ve hazırsa, tabi ki onun izni olmadan arazisi üzerinde cami yapmak caiz olmaz. Bu durumda ya arazinin kendisinden satın alınması veya kendisinin izin vermesi gerekir. Sözün hülasası şudur: Söz konusu arazinin ya belli bir sahibi yoktur ve arazi beytülmale aittir ya da böyle değildir. Eğer beytülmale aitse yukarıdaki açıklamalardan anlaşılıyor ki bu araziyi elinde tutan kişi, onu kamu yararında kullanabilir. Şayet arazinin belli bir sahibi varsa yani beytülmale ait değilse arazinin bu şekilde kullanılması caiz değildir.”
Şa'ban 1384 el-Miskîn Fahreddin
***
Aşağıda Molla Fahreddin’in kendi eliyle Arapça olarak yazdığı belgede geçen fetvanın konusu şudur: Batman ve çevresinde yaşayan gayr-i Müslimler, çeşitli sebeplerden dolayı bölgeyi terk etmişlerdir. Daha sonra terk edilen bu yerler, başkaları tarafından kullanılmıştır. Bu yerlerden biri de Hacı Şirin adındaki şahsın eline geçmiştir. Bu arazide cami inşaatına başlayan Hacı Şirin, çevresinden tepki almış ve onun bu davranışının, İslam hukukuna aykırı olduğu söylenmiştir. Bunun üzerine Hacı Şirin ve çevrede bulunan bazı âlimler, Molla Fahreddin’e gelerek bu konudaki İslam Fıkhının hükmünü sormuşlardır. Molla Fahreddin, yaptığı araştırmadan sonra bu arazilerde cami gibi toplum yararına olan müesseselerin yapılmasının caiz olduğuna dair fetva vermiştir. Hacı Şirin, kendisini haklı çıkaran bu fetvanın bir de yazılı bir belge olarak kendisine verilmesini istemesi üzerine Molla Fahreddin, bu fetvayı yazılı olarak ona vermiştir. Biz de bu belgede bulunan fetvayı tahlil etmeye çalıştık.
Sözlükte, gölge, zevalden sonraki gölge, geri dönmek, şekil değiştirmek anlamlarına gelen fey’, bir fıkıh kavramı olarak, İslam tarihinde gayr-i Müslimlerden alınan haraç, cizye, ticarî mal vergisi ve diğer bazı gelirleri ifade eder.[4] Ayrıca fıkıh kavramı olarak iki şekilde tarif edilmiştir. Birincisi;
الفيء، اسْمٌ لمَِا لمَْ يوُجِفْ عَليَْهِ الْمُسْلمُِونَ بخَِيْلٍ وَلاَ رِكَابٍ، نحَْوُ الأَْ َمْوَال الْمَبْعُوثةَِ باِلرِّسَالةَِ إلىَ إمَامِ
الْمُسْلمِِينَ، وَالأَْ َمْوَال الْمَأخُْوذَةِ عَلىَ مُوَادَعَةِ أهَْل الْحَرْبِ
Yani, at ve deve koşturmadan gayr-i Müslimlerden alınan mallardır. Örneğin Müslümanların liderine gönderilen mallar, ateşkes anlaşması sonucu alınan mallar gibi. İkincisi ise,
الفيء، رُجُوعُ الزَّوْجِ إلىَ جِمَاعِ زَوْجَتهِِ الذَِّي مَنعََ نفَْسَهُ مِنْهُ باِلْيَمِينِ عِنْدَ الْقدُْرَةِ عَليَْهِ أوَِ الْوَعْدِ بِهِ عِنْدَ
الْعَجْزِ عَنْه ُ
Yani, Hanımıyla cinsel ilişkide bulunmayacağına dair yemin eden kocanın, yeminini bozup, hanımı yanındaysa, bilfiil cinsel ilişkide bulunmasına, yanında değilse, sözlü olarak cinsel ilişkide bulunacağına söz vermesidir.[5] Fey’ kelimesinin bir diğer anlamı da, İslam hukuku kitaplarında namaz vakitleri açıklanırken sözlük anlamında gölgeyi ifade etmek için fey’-i zeval şeklinde kullanılmıştır.[6]
Fetvamızla ilgili olan tarif, birinci tariftir. Genellikle ıstılahî (terim) tarifler, lugavî anlamlarla ilişkilendirilir. Burada kullandığımız fey’ kelimesinde de fey’in sözlük manası olan “dönme” manası bulunmaktadır. Birinci tarifte fey’in dönme manasına gelmesi şu şekilde açıklanmıştır: Dünyada bulunan bütün malların asıl sahibi Müslümanlardır. Gayr-i Müslimlerin elinde olması ise, geçicidir. Gayr-i Müslimlerin elinde olan malların Müslümanların eline tekrar geçmesi, dönme manasını taşıyan fey’ tabiriyle ifade edilmiştir.[7]
Feyʻ’in meşruiyetini ifade eden birçok ayet ve hadis vardır: Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: “Onların mallarından Allah’ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah Peygamberlerini, dilediği kimselerin üzerine salıp onlara üstün kılar. Allah’ın her şeye hakkıyla gücü yeter. Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir.)”[8] Hadislerde ise, şöyle geçmektedir. “Avf b. Malik el-Eşceʻî’nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.v.) e fey’ malı geldiği zaman, bu malı durdurmadan taksimatını yapardı. Bekârlara bir pay, evlilere ise, iki pay verirdi.”[9] Hz. Ömer de, “Allah'ın (c.c.), Nadîr oğullarının mallarını feyʻ olarak sadece Hz. Peygambere verdiğini ve Hz. Peygamber'in bir sene boyunca bu maldan ailesine harcadığını, sene sonunda malın geri kalan kısmını savaş malzemesine harcadığını ifade etmektedir.”[10]
Feyʻ malının birçok kısmı vardır. Mesela; Müslümanlardan korktukları için terk ettikleri araziler, menkul şeyler, Müslümanların arazilerini işletilmeleri karşılığı alınan haraç ve ücretler, cizye, zimmîlerden alınan öşürler, gayr-i Müslimlerden sulh yoluyla alınan mallar, ölen mürteddin malı gibi mallar feyʻ malları sayılmıştır.[11]
Genel hatlarıyla verdiğimiz bu bilgilerden sonra, Molla Fahreddin’in fetvâsına geçelim. Molla Fahreddin, bütün fetvalarında olduğu gibi bu fetvasında da önce sorulan soruyu her bakımdan tahlil etmiştir. Daha sonra Şafiî fıkhının yöntemi olan usul’den furuʻa gidiş yöntemini[12] uygulayıp vereceği fetvayı delillerle güçlendirmek için diğer ilimlerden de faydalanma yoluna gitmiştir.
Fetvalarında faydalandığı bu ilim dallarından biri mantıktır. Nitekim O, zikretmiş olduğumuz fetvasında, görüşünü ispatlamak için bu ilmin kıyas yönteminin el-mefsulu’n-netâic kısmını kullanmıştır. “El-Mafsulu’n-Netâic” formunu şöyle formülize edebiliriz:
1-Bütün A’lar B’dir.
2-Bütün B’ler C’dir.
3-Bazı C’ler D’dir.
4-Öyleyse A’lar D’dir.
İşte Molla Fahreddin, bu fetvanın hemen başında, terk edilen bu yerlerin Fey’[13] malı olduğunu söylemiş ve yukarda da değindiğimiz gibi bu iddiasını ispat etmek için mantıkî kıyas[14] kullanmıştır. Molla Fahreddin’in fetva metnindeki kıyasın öncüller’i (mukaddimeleri) ve neticesi şu şekildedir.
"هذه الاراضى مال تركه النصارى خوفا منا"Birinci öncül:
İkinci öncül: "وكل مال كذالك فىء " dür.
Normalde bu ikinci önermeden sonra şu netice zikredilmelidir:
فهذه الاراضى فيء. Ancak bu neticeden önce üçüncü bir önerme olan وكل فىء يجوز" "صرف بعضه للمصالح ‘yi zikredip daha sonra neticeyi getirmiştir. Netice: هذه الاراضى يجوز" "صرف بعضها للمصالح dir. Molla Fahreddin, bu kıyasın “Mafsulu’n-Netâic”[15] kısmına dâhil olduğunu tespit etmiştir. Molla Fahreddin, bundan sonra Şafii kaynakları olan Minhâcü’t-Tâlibîn ve Tuhfetü’l-Muhtâc fî Şerhi'l-Minhâc’tan yaptığı nakil ile fey’in tarifini şu şekilde yapmıştır: “Fey, savaş olmadan, at ve deve koşturmadan gayr-i Müslimlerin terk ettikleri mallardır.”[16]
Fey’, Hanefî[17], Malikî[18] ve Hanbelî108 mezheplerinde de aynı şekilde tarif edilmiştir.
Molla Fahreddin, gayr[19][20]-i Müslimler tarafından terk edilen bu arazinin fey’ malı olduğunu, yapmış olduğu nakillerle tespit ettikten sonra, bunun ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ve taksimatının da nasıl olacağını açıklamıştır. Bu açıklamaya göre;
Şafiî mezhebinde: Bu mal beşe bölünür. Bunun beşte biri (yani humusu) beş sınıftan birine harcanır. Bu beş sınıftan biri de Müslümanların maslahatına olan sınır boylarının kapatılması, köprü ve cami gibi müesseselerin yapılmasıdır.[21]
Hanefi[22], Malikî[23] ve Hanbelî[24] mezheplerinin genel kabul görmüş kavillerine göre ise, fey’ malının tamamı, Müslümanların maslahatı için harcanır.
Molla Fahreddin, daha sonra muhatabın aklına gelebilecek “Eğer desen ki, fey’ olan malı kamu yararı için harcama yetkisi kişilere değil imama (halifeye) aittir” şeklinde tasvir ettiği soruya, “ben de derim ki…” şeklin de cevap vermiştir. Molla Fahreddin, verdiği cevapta kaynak ismini verdiği gibi, iddiasını güçlendirmek için de bu kaynaklarda geçen ibareleri olduğu gibi aktarmıştır.
Sonuç olarak, Şafiî dışındaki İslam hukukçuları, feyʻ mallarının tümü Haşr süresinin 7. ve 10. ayetlerinde geçen kimselere dağıtılacağı görüşündedirler. İmam Şafiî ise, feyʻ mallarının humusu (beşte biri) Müslümanların maslahatı için, diğer beşte dördü ise, sadece peygambere kalacağını ifade etmiştir.
Peygamber (s.a.v.) döneminde ve râşid halifeler döneminde feyʻ malının durumu ise şöyledir. Hz. Peygamber döneminde feyʻ malları oldukça azdı. Müslümanların elde ettikleri feyʻ ve ganimet gibi mallar, efendimiz tarafından hemen dağıtılıyordu. Peygamberimizin evli olanlara iki hisse, bekâr olanlara ise, bir hisse verdiği bilinmektedir.[25][26] Hz. Ebu Bekir döneminde ise, aynı uygulama devam etmiş, hatta gelen mallar hemen dağıtıldığı için beytülmale muhafız konulmasına gerek kalmamıştır. Hz. Ebu Bekir (r.a.), peygamberimizden farklı olarak, Medine’de yaşayan bütün
Müslümanlara; genç yaşlı, hür köle, kadın erkek farkı gözetmeden herkese pay vermiştir.[27] Hz. Ömer (r.a.) ın, ilk dönemleri bu şekilde devam etmiştir. Fetihler sonucu
İslam devletinin genişlemesi ve feyʻ mallarının çoğalması üzerine Hz. Ömer, bu sebeple ilk defa divân teşkilatını kurmuştur. Bundan sonra feyʻ malı iki şekilde dağıtılmıştır. Biri, senede bir defa atiyye adı altında para ya da altın, diğeri ise, her ay erzak adı altında yiyecek dağıtılmıştır. Hz. Ömer, bu dağıtma işlemini divân defterine kaydedilen Kureyş kabilesinin Beni Haşim kolundan başlayarak, ilk önce Müslüman olanlardan tutun da kadın erkek çoluk çocuk herkese farklı atiyyeler vermiştir. Hz. Osman (r.a.), bu uygulamayı aynen devam ettirmiştir. Hz. Ali ise, Ebu Bekir’in uygulamasına dönmüş ve hak sahiplerine eşit miktarda feyʻ malını dağıtmıştır.
Feyʻ mallarının eşit miktarda dağıtılmasını Hz. Ömer kabul etmemiş olacak ki, Ebu Bekir’e “Ey Allah’ın halifesi! Allah için mallarını canlarını veren ve Allah için yurtlarından hicret edenleri ile bunları ikrah ile yapanları nasıl bir tutarsınız” demiştir. Hz. Ebu Bekir ise, “cihâd edip hicret edenlerin mükâfâtı Allah yanındadır. Dünya malı ise, bir geçimliktir” demiştir.115
Muhammed Latif ALTUN
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
--------------------
[1] Heytemî, Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Hacer el-Heytemî es-Saʻdî (v. 974/1567), Tuhfetü’lMuhtâc fî Şerhi’l-Minhâc, el-Mektebetü’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, Mısır 1983, VII, 129.
[2] Heytemî, a.g.e., VI, 392.
[3] Heytemî, a.g.e., VII, 127.
[4] Komisyon, Dinî Kavramlar Sözlüğü, fey’ Mad. s. 183.
[5] Komisyon, el-Mevsüaʻtü’l-Fıkhiyytü’l-Kuveytiyye, ˝feyʻ”, XXXII, 227.
[6] Şirbînî, Şemsüddin b. Muhammaed b. Ahmed El-Hatîp (v. 977/1570), Muğni’l-Muhtâc ilâ Marifeti Meʻani Elfâzi’l-Minhâc, I, 299; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtâr, I, 359.
[7] Heytemî, Tuhfetu’l-Muhtâc, III, 288.
[8] Haşr, 6, 7.
[9] Beyhakî, Ahmed b. el-Hasn b. Ali b. Musa el-Husrevcirdî el-Huresânî (v. 458/1066), Sünenü’sSeğâr li’l-Beyhekî, (Tah. Abdülmuʻtî Emin Kalecî), Câmiatu’t-Dirâsâti’l-İslâmiyye, Karaçi, 1989, IV, 28.
[10] Askâlânî, Fethü’l-Bârî, VI, 93.
[11] Komisyon, el-Mevsaʻtü’l-Fıkhiyye, XXXII, 230.
[12] Şaban, Zekiyyüddin, Usul’l-Fıkhı’l-İslamî, el-Mektebetü’l-Hanefiyye, Tsz., s. 17. (Usul dan furuʻa gitme yöntemi”ni açıklamıştır.)
[13] Fey’, (يفيء فاء ) fiilinin mastarıdır. Sözlükte dönme manasına gelmektedir. Terim manası ise, gayr-i Müslimlerden savaşsız bir şekilde alınan mallardır. İbn Hacer ve diğer fikıhçılar, sözlük ve terim manası arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır: Allah (c.c.), dünyayı ve içindekilerini müminler için yaratmıştır. Aslında mü’minlerin olan bu mallar, Gayr-i müslimlerden Müslümanlara geçince, bu mallara fey’ malı yani Müslümanlara dönen mallar denildi. (Heytemî, Tuhfetu’l-Muhtâc, III, 288; Şirbînî, Muğnî’lMuhtâc, lV, 145.)
[14] Kıyas, doğru olan iki ve daha fazla önermeden (mukaddime) başka bir doğruya gitme yöntemidir. (el-Arnâsî, Molla Fahreddin, İsâğûcî fi’l-Mantık, Terakki Matbaası, 1963, s.36.)
[15] Öncüllerden sonra netice zikredilirse bu kıyasa “Mevsûlu’n-Netâic”, zikredilmezse “Mafsûlu’n-Netâic” denir. (Molla Fahreddin, a.g.e., 36)
[16] Heytemî, Tuhfetü’l-Muhtâc, II, 288; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, IV, 145.
[17] İbn Âbidin, Muhammed Emin b. Ömer b.Abdulaziz el-Hanefî (v. 1252/1836), Reddü’lMuhtâr âl’d-Dürri’l-Muhtâr, Dârü’l-Fikir, Beyrut, 1992, lV, 145.
[18] İbn Rüşd, Ebu’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtûbî (v. 595/1198), Bidâyetü’lMüctehid ve Nihâyetü’l-Muktasid, Dârü’l-Hadîs, Kahire, 2004, II, 165; Karâfî Ebu’l-Abbas Şihâbuddin Ahmed b. İdrîs b. Abdurrahman (v. 684/1285), ez-Zahîre, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1994, III, 391; Merdâvî, Alauddin Ebu’l-Hasan Ali b. Süleyman (v. 885/1480), el-İnsâf fî Marifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâf, Dârü İhyâü’t-Türâsi’l-Arâbî, Tsz., IV, 199.
[19] İbn Kudâme, Ebu Muhammed Mevkifuddin Abdullah b. Ahmed b. Muhammed (v.
[20] /1283), el-Muğnî, Mektebetü’l-Kâhire, 1968, V, 453.
[21] Heytemî, Tuhfetü’l-Muhtâc,, VII, 131; Bekrî, Ebu Bekir Osman b. Muhammed Şettâ edDimyâtî (v. 1310 h.), İʻanetu’t-Talibîn alâ Elfâzi Fethi’l-Muʻin, Dâru’l-Fikr, 1997, lV, 206. (Fey’ malının harcanması gereken beş sınıf şunlardır: 1-Müslümanların maslahatları 2-Hişâm ve Muttalip sülalesi 3-Yetimler(babası olmayan küçükler) 4-Miskinler 5-Yolcular. (Nevevî, Minhâc,, Dârü’l-Fikr, yy., 2005, s.199.)
[22] İbn Nüceym, Zeynüddin b. İbrahim b. Muhammed (v. 970/1563), el-Bahru’r-Râik Şerhü Kenzid’Dekâik, Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, Tsz., s. 89; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, lV,138.
[23] Malik b. Enes b. Malik b. Âmir el-Esbehî el-Medenî (v. 179/795), el-Müdevvene, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, 1994, I, 514; İbn Cizzî, el-Kelbî Ebu’l-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Abdullah (v. 741/1340), el-Kâvâninu’l-Fikhiyye, Tsz., I, 151; İbn Rüşd, el-Beyân ve’t-Tahsîl, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî; Beyrut, Tsz., XVIII, 316,.
[24] İbn Kudâme, el-Muğnî, Vl, 465; Heccâvî, Musa b. Ahmed b. Musa b. Sâlim b. İsa b. Sâlim el-Heccâvî el-Makdisî (v. 968/1560), el-İknâ’ fî Fıkhi’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, (Tah. Abdullatif Muhammed Musa), Dârü’l-Maʻrife, Beyrut, Tsz., II, 35; el-Merdâvî, el-İnsâf fi Marifeti’r-Râacihi mine’l-Hilâf, IV,143.
Not: Hanbelî âlimlerinden olan Hirekî’nin bir görüşü Şâfiî’lerin görüşü gibidir.
[25] Taberânî, Ebu’l-Kâsım Süleyman b.Mahmud b. Ahmed b. Eyyüb b. Metîr el-Lehmî (v.
[26] /360), el-Muʻcemu’l-Kebîr, (Tah. Hamdî b. Abdülmecid es-Selefî), Mektebetü İbn Teymiyye, 1994, XVIII, 45.
[27] Fayda, Mustafa, “feyʻ”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, XII, 513. 115 İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 465.