Edep, insanın ölçüsüdür.
İnsanın kadrini ve kıymetini takdir eden değer…
Pratikte ise edep, doğruyu güzel yapmaktır.
Dini ya da dünyalık hiçbir ayrım yapmaksızın bütün işlerin doğrusunu, doğrunun da güzelini yapmak...
İnsan, iç ve dışa ait değer ölçülerine riayeti oranında edepli yani ölçülü hale gelir.
İslam’ın insanı terbiye ve te’dip etmesinden maksat, edepli ve kâmil bir insan yetiştirmektir. Çünkü beşer, edebi oranında insan olur. İşte sûfilerin tasavvufu baştan sona edep olarak tanımlamalarının nedeni budur.
Malum hikâyedir hani, insanın yeryüzüne ilk adımı anlatılırken kulağına küpe olması ve ibret alması için sıklıkla değinilen “edepsiz bir İblis tavrı” vardır. İtiraz ve isyanının suçunu Allah’a yükleyerek haddini aşan ve Allah’a hitaben şöyle diyen bir tavır: “Senin beni azdırman nedeniyle…” (Araf,7/16). İşte bu edepsiz tavır ki onun lanetlenmesine ve huzurdan kovulmasına neden olmuştur. Hâlbuki huzura edeple varılır… Hatta ibadetle bile değil, illâ edeple…
Bu nedenle bir insan edepsizlik yaptığında ona “Edep Yâ Hû” denilerek edebe davet edilir. Eller göğe kaldırılıp gönül Allah’a açılınca Allah’tan edep dilenir “Edep Yâ Hû” dedikçe. Dergâhın kapısına yazıldığında “Edep Yâ Hû”, gelenlere şöyle der: “Ey misafir! Bilesin ki bu dergâh bir edep mektebidir. Burada ne dinlersen ve okursan sana öğreteceği “illâ edep”tir.”
Her yol bir menzile götürür ve yolun izzeti, menziline göredir. Gönül ehlinin menzil-i maksudu ise edeptir. “O da güzel, bu da güzel ama edep bir başka güzel” der gönül ehli. Bir şairin dilinden döküldüğü şekliyle: “Gönül ehlinin arasında dolaştım ve onlara sizin yanınızda en makbul olan husus nedir, siz en çok neye değer verirsiniz?” diye sordum. Hep birlikte bana dediler ki: “Bizim gönlümüz deniz gibidir. Toprak gibidir bizim gönlümüz. Kötüye ve kötülüğe bile hemen kötü demeyiz. Az bekleriz… Bütün güzellikler bizim katımızda makbuldür. Lakin bilesin ki bütün gönül ehlinin gönlünde edebin yeri ayrıdır, edeplinin yeri en yücededir. İllâ edep, illâ edep…”
Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul işmiş; illâ edep, illâ edep
…
İnsanlığın bir ve beraber yaşayabilmesi için muhtaç olduğu ilaçtır edep. İslam’ın öğrettiği ince insanlık. Zira edep, haddini yani kendi sınırı bilmektir ki kendi sınırını bilen diğerinin sınırını tanımış olur. Gel gör ki, insanlığa hükmeden Batı medeniyeti edep fukarasıdır. Hatta hiçbir batı dilinde edep kelimesinin tam karşılığı bile yoktur. Esasında kendisi yani varlığı olmayanın ismi de olmaz. Edeple yakın anlamda kullanılan etik ve moral kelimeleri de edebin derinliğini taşıyamaz. Etik edebin ancak yüzünü anlatabilir belki. Yani âdâb-ı muâşeret denilen insanın dışa dönük davranışlarını ifade edebilir. Edep, etikten daha derin ve içkindir.
Adâb-ı muâşeret, sosyal ilişkilerde görülür. Halbuki edepte manevi/ilahi bir ilişki ve imani bir boyut vardır. Her an Hakk’ın huzurunda bulunma bilincini taşır. İç duruştur. Derviş duruşu dediğimiz şey, aslında bu edebin asaletini taşımaktır. Yalnız yaratanı mihenk bilmek, onun rızasını dilemek... Ama gel gör ki bu da kolay değil, pişmek lazım. Yandıkça yaşamak…
Peki nasıl yaşar yandıkça insan?
“Hamdım, yandım, piştim” dedikçe kendine gelmeye başlar insan. Ve edep, insanın kendine gelmesidir. Kendinde olması. Ne ilginçtir ki kendimiz derken kullandığımız “kend” yani “kent” kelimesi köy demektir. Hatta Kürtçedeki Gund kelimesi de aynı kelimedir. İnsanın kendine gelmesi yani köyüne dönmesi, esasında aslına dönmesidir. Gurbetten sılaya dönüş… Dağınıklığın toparlanması… Edebe eriş… Elest alemindeki verilen söze, “belâ”ya…
…
Her işin kendi kuralı, o işin edebidir. Bir işte edep yoksa, kendisinde hayır olmadığı gibi huzur da vermez. Hele insan edepsiz ise işte en zor olanı budur. Hani dillere pelesenk olmuş bir beyit vardır ki edepsizin halini tasvir eden:
“Ne kendi eyledi rahat ne âlem buldu huzur
Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehli kubur”
…
Bir alanda gösterilen hassasiyet adab-ı muâşeret, her alanda görülen hassasiyet ise edeptir. Edep bir haldir ki her makamda aynı görülür. İnsanın edebi; konuşmasında, seçtiği kelimelerinde, tebessümünde, yürümesinde, oturmasında, sevgisinde, övgüsünde, yergisinde hasılı her duruş ve davranışında görülür. Ancak ne acıdır ki çağın çarpık ağlarına takılarak bencillik bineğine süvarilik yapan bazıları “beni böyle sev” veya “ben böyleyim ve artık değişmem” diyerek aslında kendini değiştirme ve dönüştürmenin önüne nefsini bir kibir kulesi olarak dikmektedir. Ne kadar da acı... Halbuki değişmeyecek, içindeki insanı çıkararak dönüşecek... Kendine gelecek eğer bir anlayabilse… Edepli olmaya…
Edep, asla sessiz ve silik bir şahsiyet sahibi olmak değil, zalimin yüzüne zulmünü söylerken de haddi aşmamaktır. Tevazuu acziyet haline getirmemek olduğu gibi, cesareti ve vakarı kibre ve gösterişe dönüştürmemektir. Madden zayıf iken gösterilen cesareti asalet bilmek, güçlüyken adil davranmayı değerli bulmaktır. Hasılı edep, insanın ölçüyü her haline hâkim kılmasıdır. İnsanın ürettiği güzel ve ölçülü bütün eserlerin ilmine bu nedenle edebiyat denmez mi?
Edepli olmak, zamanın ve mekânın gereğini fark ederek ve dikkate alarak davranmaktır. Bunun zıddı edepsizliktir. İçinde bulunduğu mekânı dikkate almayanlara “bu yaptığın yersiz” yani mekâna uygun değil deriz. İnsan, an ve mekânı dikkate almazsa edepten ayrılır ve ayıp eder. Edepsiz, gaybı unuttuğu için ayıp edendir. Bu nedenle, dergâha gelen dervişlere ihsan ahlakı öğretilir önce. Allah’ın her dem huzurunda olmanın iç duruşu yani edep. Mürşit yalnız bir vesiledir. Bir mürebbi. Bir rehber ve hatta yol arkadaşı. Yanında yürüdükçe edep öğrenilen, kişiye edep elbisesi giydiren bir usta. Çünkü edepten âli elbise yoktur.
Edebtir kişinin dâim libası
Edebsiz insan üryana benzer
…
Edep, insanın kalbinin kıyafetidir.
Ve kişinin edebi, kalbinin aynasıdır.
Kişinin edebinden kalbi görülür…
İşte dervişlik dedikleri kalbin kalınlığını inceltmek ve karanlığını aydınlatmak, Hakk’ın isimlerini zikrederek nurlandırmaktır. Çünkü Allah nurdur ve bütün nurların kaynağı O’dur. İnsanın gözü ve gönlü ancak onun nurundan nasibi kadar aydınlanır. Kalbi nurlandıkça kul mümin olur, edeplenir…
Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan
…
Şimdilerde, bilgi-perest birtakım insanların âlim ve âriflerin huzurunda edebe riayeti hor görmesi ve kimilerinin şirk sayması, edep açısından ne büyük bir nâhoşluktur. Bilmezler mi ki insan öğrenen bir varlıktır, bilen olmaktan önce. Ve gözünün gördüğünden öğrenir önce. Nebilerin gönderilmesi de bu nedenle değil midir? İnsan örnek alsın görerek diye… Lakin böylelerini bile gönül ehli hor görmemiştir “hoş gör” ilkesi gereği. Zira onların yolu, edep yoludur: “Edepsize edeple davranmak edeptendir: Bî edeb râ edeb kerden, edeb est.”
Sevdiğinin köyüne yaklaşırken bile onun hatırını hatırlamak ve onun rızasını alacak edebe bürünmek ne büyük bir incelik ve yüceliktir. Urfâ’lı Nâbî’nin Medine’ye yaklaşırken edebî gereği edepsizliğe tahammül edememesi gibi. Edeple vardığı için lütufla karşılanmıştır malum olduğu üzere yazdığı şiiri Mescid-i Nebevî’nin minaresinde okunarak…
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu.
Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allah’ın Habibi’nin semtidir. Allah’ın nazargâhı yani Makamı Mustafa’dır.
Nebi’ye gösterilen edep, Allah’a edeptir.
Hasıl-ı kelam odur ki, din ve Kur’an edeptir. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi:
Çesm boşka vü bibin cümle kelâmullâh râ
Âyet âyet hemegî ma’ânî-i Kur’ân edebest
Aç da bir bak gözünü! Allah kelâmı olan Kur’ân’a iyice bak! Ayet ayet bütün Kur’ân’ın manası baştan sona edeptir.
Ey Derviş!
Şimdi daha fazla bilgi öğrenme zamanı değil, daha edepli olmanın vaktidir. Bilmez misin insanla hayvanı tefrik eden bilgisi değil, edebidir. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi “Eğer insan edebi terk ederse, o kişi insan değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark edeptir.”
“Âdemîzâde eğer bi edebest, âdem nîst
Fark der cism-i benî-Âdem ü hayvan edebest.”
Şair sözüdür diye sakın kulak arkasına atma bunu. Kulağına küpe yap!
Şair, gönlüyle konuşandır. Gönlüyle gören…
Hem bilesin ki ne gönlün ne aşkın ne de edebin batı dillerinde karşılığı vardır.
Güneş doğudan yükselecek…
Allah’ın belirlediği ölçü ve edeple.
Edep YÂ HÛ…
Ali Kemal Nacaroğlu 4 Yıl Önce
Okudum Güzel buldum Kutlarım
Ferhat 4 Yıl Önce
Çok beğendim.. tebrik ederim hocam
İdris Ay 4 Yıl Önce
Kaleminize sağlık. Çok güzel anlatmışsınız hocam.
Mehmet Düzgün 4 Yıl Önce
Hocam kaleminize sağlık çok istifade ettik
Mehmet nurullah 4 Yıl Önce
Kişi dilinin altında gizlidir.. Çok güzel bir yazı tebrikler