Konuyu her zaman yazar seçmez. Bazan kendisine teklif edilen bir konuyu yazar. Eğer konu yazarı seçiyorsa yapılacak birşey yoktur. Fakat genellikle yazar konuyu seçer. Bu durumda dikkat edilmesi gereken birçok husus vardır.
iyi konu, hem yazarı, hem de okuyucuyu yakından ilgilendiren konudur. Yazar, alâka duymadığı bir mesele hakkında yazı yazmakta güçlük çeker. Dolayısıyla iyi bir eser vücuda getirmesi mümkün olmaz. Severek ve isteyerek yazdığı konuda daha başarılı olacaktır.
Şayet yazar bir konuya alâka duyuyor, fakat bu konu okuyucuyu ilgilendirmiyorsa ortada bir aksaklık var demektir. iletişim kurulamaz ve maksat gerçekleşmez. Çünkü okuyucu, kendisini alâkadar etmeyen bir konuda yazılan yazıyı okumak istemez. “Kokarcanın solunum sistemi” ile ilgili bir yazının okunma şansı çok azdır. Fakat, “mutluluğun sırları” konusunda yazılan bir yazıyı hemen herkes okumak ister.
Seçilen konu işlenmeye uygun olmalıdır. Bazı konularda bu özellik yoktur. Elinizde geniş çapta araştırmayı gerektiren bir konu varsa, fakat gerekli kaynakları temin edemeyecekseniz, bu konuyu işleyemezsiniz. Hakkında bir şey bilmediğiniz mevzuyu seçtiyseniz, kuvvetli bir ihtimalle o konu sizin açınızdan işlenmeye müsait olmayacaktır.
Sizden dört sayfalık bir yazı istenebilir. Bu durumda, saçeceğiniz konu, dört sayfada ve tatminkâr bir biçimde işlenmeye uygun olmalıdır. Meselâ, “Osmanlılarda devlet sistemi” konusunu birkaç sayfada yeterince anlatamazsınız. Bunun için belki de büyük bir kitap yazmak gerekecektir.
Konu seçerken zaman da gözönüne alınmalı. Diyelim ki, haftalık bir dergi sizden yazı istedi. Bunu birkaç gün içinde yazıp teslim etmek zorundasınız. Seçeceğiniz konu bu zaman zarfında yazılmaya uygun olmalıdır. Ancak üç ayda yazılabilecek bir konu seçerseniz başarılı olamazsınız.
Seçtiğiniz konunun uygun olmadığını anladığınız zaman yapacağınız şey onu hemen bırakmak ve daha uygun bir konu bulmaktır. Bu durum herkesin başına gelebilir, fakat zamanla azalır. Usta bir yazar nadiren böyle bir hataya düşer.
Konuyu seçtikten sonra onu sınırlandırınız. Diyelim ki “sanat” konusunda beş sayfalık bir yazı yazmak istiyorsunuz. Bu konunun birçok yönleri vardır, siz hangisini işleyeceksiniz? Sanatın faydalarını mı, niçin yapıldığını mı, yoksa çeşitlerini mi anlatacaksınız? Bu hususta bir karar vermelisiniz. Çünkü beş sayfalık bir yazıda bütün bu hususları yeterince işleyemezsiniz.
Konuyu sınırladıktan sonra maksadınızı tesbit ediniz. Bu yazıyı niçin yazıyorsunuz? Genel maksadınız nedir? Özel maksadınız nedir? Okuyucudan ne bekliyorsunuz? Okuyucuların, söylediklerinizi sadece anlamalarını mı istiyorsunuz, yoksa tesir altında kalıp, harekete geçmelerini mi?
Genel gayesi öğretmek olan bir yazar, okuyucunun söylenenleri anlamasını ister. Genel maksadı ikna etmek olan yazar ise, muhatabının tesir altında kalmasını, kendisiyle aynı görüşleri paylaşmasını ve arzu ettiği doğrultuda hareket etmesini ister.
Maksadınızı tesbit ettikten sonra onu bir cümleyle ifade ediniz. Bu cümleye “konu cümlesi” denir. Bu cümle, yazarın hem araştırmaları esnasında, hem de yazarken konudan uzaklaşmamasını sağlayarak adeta onu kontrol eder. Konuda bulunması gereken önemli bir özelliği, yani “birliği” temin eder.
Konuyu açmak, genişletmek, yorumlamak ve izah etmek için çok yönlü bir araştırma gerekir. Hiçbir araştırma yapılmaksınız yazılabilecek konular çok azdır. Masa başına oturup, hiçbir inceleme yapmadan yazı yazanlar genellikle başarılı olamazlar. Başkalarının söylediklerini tekrar etmekten, basmakalıp fikirlerin dar çerçevesinde bunalıp kalmaktan kurtulamazlar. Halbuki yazı yazmaktan maksat, o konuda yeni, orijinal fikirler üretmek veya en azından mevcut fikirleri biraz daha açarak faydalı olmaktır. Bu ise, ciddi bir araştırmayı gerektirir.
Hazırlık safhasında en önemli kaynaklardan biri, yazarın hayatı ve tecrübeleridir. Özel bilgiler ve başından geçen enteresan olaylar malzeme olarak kullanılabilir. Yazar, dış dünyaya bakmayı bilmelidir. Çevresindeki insanları, olayları, durumları incelemeli ve çözümlemeye çalışmalıdır.
Yazdığı konuyla ilgili kişileri dinlemek de, yazara zengin bir malzeme kaynağıdır. Mesela, aile hakkında yazı yazacak kişi, bu sahada ihtisas yapmış bir ilim adamıyla konuşabilir ve onun fikirlerinden istifade edebilir.
Araştırmalarda en zengin kaynaklardan biri, belki de en önemlisi yazılı kaynaklardır. Dergiler, kitaplar, ansiklopediler ve gazetelerden bol bol istifade edilmelidir. Yazar, kendi kendine, “Kim? Ne ? Niçin? Nasıl? Ne zaman? Nerede?” sorularını sormalı, cevap bulmak için de yeni kaynaklara yönelmelidir.
Gerekenden daha çok malzeme toplamak yazara seçme imkânı sağlar. Toplanan bütün materyallerin kullanılması şart değildir. Bunlar iyi bir ayıklamaya tâbi tutulur, önemli olanlar alınır, diğerleri bırakılır.
Bazı konular mücerrettir, bazıları müşahhas. Meselâ, balıkların yaşayışını anlatan bir yazının konusu müşahhastır ve anlaşılması daha kolaydır. “Tarih okumanın lüzumu” konusu ise mücerrettir. Mücerret bir yazıyı okuyucunun anlaması daha zordur. Böyle bir konuyu daha iyi anlatabilmek için müşahhas örneklere başvurmak gerekir. Olaylar, misâller, benzetmeler ve hatıralar rahatlıkla kullanılabilir.
Konuyu tesbit edip sınırladıktan ve gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, yazı türünün belirlenmesine geçilir. Kullanılabilecek birçok tür vardır. Makale, deneme, sohbet, fıkra gibi. Tesbit ettiğiniz konuyu en iyi şekilde işlemeye yarayacak türü doğru tayin edebilmek yazının başarısı için atılmış güçlü bir adımdır.
Konu bahsinde söylenmesi gereken bir önemli nokta daha vardır: Başlık. Yazıda hangi konunun işlendiğini açıkça gösteren veya hissettiren bir başlık seçilmelidir. Başlık kısa, vurucu, câzip ve mânâlı olmalıdır. Başlığın âhenkli olması da ayrı bir ehemmiyet taşır.
PLAN
Plân, yazıda geçecek fikirlerin bir mantık düzeni içerisinde sıralanması işlemidir. Yazarın, neyi nerede söyleyeceğini belirtir ve okuyucunun da fikrî gelişmeyi en iyi şekilde izlemesini sağlar. Mimarın, yapacağı binayı önceden plânlaması gibi, yazar da ortaya çıkaracağı eserin plânını yapar ve ona göre hareket eder.
Plânın uygulamada iki şekli vardır: Yazılı plân, yazısız plân. Uzun bir yazı için, her yazarın bir yazılı plâna ihtiyacı vardır. Çünkü, fikir sayısı çok olduğundan hata yapmak daima mümkündür. Böyle bir plân büyük kolaylıklar sağlar. Kısa yazılar için yazısız plân yeterlidir. Yazar, zihninde bir tertip yapar ve ona göre yazısını yazar. Fakat yazmaya yeni başlayanlar, kısa yazılar için de yazılı plân yaparlarsa daha iyi olur.
Esasen, bütün plânlar önce zihinde teşekkül eder. Mütemadiyen konusunu düşünen ve araştırmalar yapan yazar, bir yandan da bunları tertip etmekle meşgûldür.
Bazan da ard arda iki plân yapmak gerekir. Birincisi ön plândır ve geçicidir. Elâstikiyeti vardır, yani değiştirilmesi her zaman mümkündür. Böyle bir plân taslak vazifesi görür, araştırmalarda rehber olur. Noksan bilgileri gösterir, zihinde bir fikir sırası oluşturur ve yazarı tertipli düşünmeye sevk eder.
ikinci ve son plân ise, malzeme toplama işleminden sonra, yazıya başlamadan önce yapılır. Böyle bir plân, yazara her bakımdan faydalı olacaktır. Yazarın, dikkatini bir noktada toplamasını sağlar. Belli bir fikrin ne zaman ve nerede işleneceğini gösterir. Konudan uzaklaşmamayı temin eder. Zamanı iyi kullanmakta yardımcı olur. Elinde ayrıntılı bir plânı bulunan yazar, meydana gelmesi muhtemel kesilmelere rağmen yazısına devam edebilir.
Plânda üç ana unsur vardır: Giriş, esas kısım, sonuç. Bunların üçü de çok önemlidir ve itinâ ister.
Giriş, yazının baş kısmında yer alır. Okuyucunun ilk karşılaşacağı bölümdür. Muhatap, yazının devamını okuyup okumamaya burada karar verecektir. Bu sebeple girişin son derece câzip, anlaşılır ve merak uyandırıcı olması gerekir.
iyi bir giriş için tavsiye edilebilecek bazı şekiller vardır: Meşhur bir sözü nakletmek, ilgi çekici bir hikâye, fıkra veya olay anlatmak, bir konuşmayı aktarmak, bunlardan sadece bir kaçıdır. Hikâye türündeki eserlerde ise en iyi usûl, bir olay veya diyalogla giriş yapmaktır.
Plânda ikinci kısım, konunun işleneceği, fikirlerin söyleneceği ve olayların gelişeceği yerdir. Her ne olacaksa burada olacaktır.
Sonuç ise, yazarın okuyucunun huzurundan ayrıldığı yerdir. Artık söylenecekler söylenmiş, vedalaşma zamanı gelmiştir. Yapılacak iş, okuyucu üzerinde olumlu bir intiba bırakmaktır. iyi bir sonuç fikirlerin kabulünde önemli rol oynar. Burada yazıyı özetlemek, temel fikirleri tekrar etmek, güzel bir söz nakletmek, bazan da yazının gayesine uygun bir hikâye anlatmak mümkündür. Her yazının kendine göre bir sonucu vardır ve bu hususta kesin ölçüler koymak doğru değildir.
Plân nasıl yapılır?
Konusuyla ilgili fikirleri tesbit eden ve bunları destekleyecek yardımcı unsurları derleyen yazar, ilk iş olarak, elindeki malzemenin bir listesini yapmalıdır. Bu listeyi dikkatle okumalı ve yeterli olup olmadığını tesbite çalışmalıdır. Eğer eksik bilgiler varsa tekrar araştırma yapması gerekir. Malzeme yeterliyse ikinci safhaya geçilebilir.
ikinci safhada, malzemelerin konuya uygunluk dereceleri tayin edilir. işe yaramayacak fikirler ve gereksiz unsurlar atılır. Bu ayıklama işlemi sayesinde eldeki malzemenin sayısı azalacaktır. Böyle bir azalma, fikirleri ve destek unsurlarını daha yakından tanımanızı sağlar.
Üçüncü safhada yapılacak ilk iş, temel fikirleri tesbit etmektir. Kısa bir yazıda bunların sayısı muhtemelen üç veya dörttür. Daha sonra, yardımcı fikirleri destekleyici müşahhas malzemeler temel fikrin altında kümelendirilir. Bu işlemleri yaparken çok düşünmek, fikirlerin birbiriyle münasebet derecesini iyi kavramak gerekir.
iyi bir plânda temel fikirler tesbit edilmiş ve müşahhas misallerle desteklenmiştir. Her fikre, yazıdaki ehemmiyeti nisbetinde yer verilmiştir. Fikirlerin sıralanışı muntazam ve mantıklıdır. Maksada en iyi hizmet edebilecek ayrıntılar seçilmiş ve lüzumsuz malzemeler ayıklanmıştır.
ÜSLUP
Fikirleri, olayları ve duyguları anlatmak için, herkesin kendine has bir ifade tarzı vardır ki, buna üslûp denir. Anlatım, tarz, usûl ve yol kelimeleri de, aşağı yukarı aynı mânâya gelmektedir. Üslûp, sözün kalıbıdır. Bir insan için elbise neyse, yazı için de üslûp odur.
Üslûp, yazının okunmasına ve fikirlerin kabulüne tesir eden önemli bir faktördür. Aynı konuda, aynı şeyleri duyan ve düşünen iki yazardan, üslûbu güzel olanın yazısı tercih edilir.
Özel ifade tarzı olan üslûp, yazının parçalarını birleştirir ve kaynaştırır. Birlik ve bütünlüğü temin eder.
Hem mânâsı, hem de üslûbu güzel olan yazı, zarif bir elbise giymiş güzel bir insana benzer.
Usta yazarlar, yazılarının altına imza atmasalar bile, onları üslûplarından tanımak mümkündür. Çünkü üslûp insanın yüzü, saç ve göz rengi kadar şahsîdir. Bu sebeple, “Üslûp, insandır” denmiştir.
Yazı hayatına yeni atılanların şahsî bir üslûpları yoktur. Bunlar, okudukları kitapların tesiri altında kalır ve onları taklit ederler. Kimi, kısa zamanda kendi üslûbunu bulur ve taklitten kurtulur, kimi de hayatı boyunca bir türlü şahsî üslûbunu kazanamaz.
Üslûbun oluşmasında, birçok faktörün rolü vardır: Yazarın başından geçen hâdiseler, icrâ ettiği meslek, özel zevkleri, yaşadığı ızdıraplar, okuduğu kitaplar, tahsil ettiği ilim, kültür seviyesi, ahlâkı, karakteri ve saire.
Yazarın, yazıyı yazdığı andaki ruh hâli de üslûba tesir eder. Acı çeken bir yazar, kâinatı bir matem yeri olarak görebilir. Meselâ, yağmurun yağışını gökyüzünün ağlaması şeklinde yorumlar. Mutlu bir yazar ise, aynı hâdiseyi rahmetin cisimleşmiş şekli olarak tefsir edebilir.
iyi bir üslûbun özellikleri nelerdir?
iyi bir üslûp sade, akıcı, canlı, duru, berrak, açık, anlaşılır, samimi, âhenkli, sıcak ve câziptir. Gereksiz süslerden, yapmacıktan, lâubalililikten, kuruluktan, resmiyetten ve kapalılıktan uzaktır. Üslûp, berrak bir kaynak suyu gibi güzel ve âhenkli olmalıdır.
Yazının, açık ve aydınlık olması için mânânın çok iyi anlaşılması ve mantıklı bir şekilde tertip edilmesi lâzımdır. iyi düşünce yazının temelidir. Bu da çok düşünerek öğrenilebilir. Fikirler ve duygular karmaşıksa veya gerekli açıklıktan mahrumsa üslûbun açık olması mümkün değildir.
Berrak, duru, açık ve anlaşılır bir üslûba ulaşmak için yapılması gereken ilk iş, kelimeleri seçerken dikkat etmek olacaktır. Kelime, mânâyı tam olarak karşılamalı ve cümlede en münasip yere konmalıdır. Eksik veya fazla kelime ve cümleler üslûbu aksatır. Cümlelerin direkt, özlü, kısa ve açık olmasının da büyük ehemmiyeti vardır.
Vücudu açıkta bırakan bir elbise kadar, fazla bol elbise de beğenilmez. Aynı durum mâna ile üslûp arasındaki münasebette de vardır. Söz, mânâya elbise gibi uymalı, maksadı açıkça ifade etmeli, bir başka mânâya ihtimâl vermemeli ve anlamak için düşünmeye ihtiyaç duyurmamalıdır.
iyi bir üslûp sade ve yalındır, ama asla kuru değildir. Usta yazar, okuyucuyu bir fikir bombardımanıyla sersemletmez. Bilir ki, böyle bir yazı kurudur ve muhatabı sıkar. Bu yüzden duygulara yer verir. Kalbin en ince tellerine dokunmakta maharet sahibidir. insanlar sadece akıldan ibaret olsalardı, buna ihtiyaç yoktu. Fakat her okuyucu bir gönül sahibidir ve çeşitli duyguları vardır. Bunların ihmâl edilmemesi ve tatmini için gerekenin yapılması lâzımdır.
iyi yazarlar, aklı doyurmak için fikirler ortaya atarlarken, duygulara tesir etmek için de gayret gösterirler. Bazan edebî sanatlardan da istifade ederek âhenkli cümleler kurar, yazıya şiiriyet katarlar. Okuyucunun, aklıyla birlikte kalbini de doyuran eserler daha tesirlidir.
Bazı acemi yazarlar, yazılarının âdi ve basit olmasından korktukları için çeşitli kelime oyunlarına başvururlar. Açıkça söylenebilecek fikirleri çeşitli benzetme, sembol, istiâre, kinâye ve benzeri edebî sanatlarla süslemeye çalışırlar. Bu durum üslûbu bulandırır ve yapmacığa sebep olur. “Edebiyat yapıyor” diye ayıplananlar bu tip yazarlardır. Bunlar, hakiki sanatın sırrını bilmeyen, iyi yazmayı süslü sözler söylemek sanan acemilerdir. Yerinde kullanıldıkları zaman yazıya şiiriyet ve âhenk katan edebî sanatlar bile bunların yazılarında olumsuz rol oynar ve uslûbu yaralar.
Bazı yazıların giriş kısmını okuyunca, devamını da okumaktan kendimizi alamayız. Bazı yazılar içinse durum tersinedir. Okumak zorunda kalırsak ruhumuzu sıkıntı basar. Bu durum, diğer faktörlerin yanısıra daha çok “akıcılıkla” ilgilidir. Üslûpta, akıcılığın mutlaka temin edilmesi gerekir. Fiil cümlelerine çokça yer vermek ve sıfatlara itibar etmemek akla gelen ilk tedbirdir. Fikirlerin, birbirini muntazam bir tertiple takip etmesinin de büyük rolü vardır. Kelimelerin dizilişi akışa tesir eder. Söylenmesi zor kelimeler kullanılmamalı, hiç değilse bunlar ard arda gelmemelidir.
Teknik tabirler, ıstılahlar, anlaşılması zor mefhumlar, uzun rakamlar, parantez, çizgi gibi işaretler akışa mânidir.
Bazı yazılarda çok sayıda dipnot vardır. Yazar, işaretler ve rakamlar vasıtasıyla okuyucuyu sayfanın alt kısmına bakmaya zorlar. Açıklayacağı kelimeler için de aynı yola başvurur. Normal bir okuyucuyu en çok sinilendiren, dikkatini dağıtan ve yazıdan soğutan da budur. Kesinlikle böyle bir yola başvurulmamalı, bu usûllerin tez ve araştırma tipindeki akademik yazılar için geçerli olduğu sık sık hatırlanmalıdır.
Üslûbu hafifletip, câzip bir hale getirmenin birçok yolları vardır. Bunun için hikâye unsurlarından, konuşmalardan, olaylardan faydalanılabilir. Bir fıkra anlatmak veya hatıra nakletmek üslûbu câzip hâle getirebilir. Benzetmeler, misâller ve deyimler yazının zevkle okunmasını sağlar, okuyucuyu dinlendirir.
Bir yazıda okuyucuyu zor durumda bırakan güçlüklerin çoğu, tertibin fena olmasından, fikirlerin zayıf işlenişinden, cümle yapısının kötü seçilişinden, mânânın karıştırılmış olmasından ve bilinmeyen kelimelerin kullanılmasından ileri gelir.
PARAGRAF
Bir yazı muhtelif fikirlerle ortaya çıkar. Birbirini bir tertip dahilinde izleyen bu fikirler yazının ana fikrini destekler ve ona kuvvet verirler. işte, yazıyı teşkil eden fikirleri biz birer cümle grubu halinde yazarız ve buna “paragraf” deriz.
Yazıyı bir ağaca benzetirsek, paragraflar o ağacın dallarıdır. Kelimeler ise, yapraklarıdır. Başarılı bir yazı, bir ağaç gibi tabii ve güzeldir.
Paragraftaki fikrin yazının özüyle yakından ilgili olması gerekir. Okuyucu, fikrin konuyla olan alâkasını açıkça görüp anlayabilmelidir.
Paragraflar konunun nasıl geliştiğini de gösterir. Bu yönüyle okuyucuya büyük kolaylıklar sağlar. Uygun paragraflar halinde yazılan bir yazı muhatabı yormaz. Anlatılmak istenen meseleyi hiçbir tereddüte yer bırakmaksızın anlamasını sağlar.
Paragraf uzun mu olmalıdır, kısa mı? Bu hususta kesin bir ölçü verilemez. Bunu yazacağımız yazının uzunluğu, işleyeceğimiz fikrin derinliği ve muhatabın anlayış seviyesi tayin etmelidir. Bir cümleden ibaret paragraflar yazılabileceği gibi, on-onbeş cümlelik paragraflar da teşkil edilebilir. Fakat kısa paragrafların daha rahat okunduğu ve daha kolay anlaşıldığı da bir gerçektir.
Yazıda çok uzun veya çok kısa paragraflar ard arda gelmemelidir. Paragraf uzunluklarının çeşitli olması ve bunların birbirini bir nisbet dahilinde takip etmesi daha uygundur.
Paragrafta üç temel unsur vardır: Anafikir, anafikri destekleyen yardımcı fikirler ve geçiş.
Anafikir, paragrafın konusu ve yardımcı fikirlerin merkezidir. Genellikle bir cümleyle ifade edilir, bu cümleye de “temel cümle” denir. Anafikir, bazen de paragrafın içine sindirilir ve açıkça görülmez. Fakat paragrafı okuyan kişi, anafikri anlamakta güçlük çekmez.
Anafikri ifade eden "temel cümle" paragrafın ruhudur. Bundan dolayı çok önemlidir. Okuyucunun gözünden kaçmamalıdır. O halde bu cümleyi paragrafın neresine koymalıyız?
Temel cümle, paragrafın ilk kısmına konabilir. Burada okuyucunun dikkati doruk noktasındadır. Paragrafın en gözalıcı yeri de ilk kısmıdır. Bu durumda fikir tümdengelim metoduyla açılır. Yani, temel fikir cümlesinden sonra gelen cümleler vasıtasıyla anafikir yorumlanır, desteklenir ve izah edilir.
Temel cümle, paragrafın sonuna da konulabilir. Eğer paragraf normalden uzunsa, okuyucunun dikkatini muhafaza etmek için bu yola başvurulur. Bu usûlde fikir tümevarım metoduyla işlenir. Önce fikri destekleyen, kuvvetlendiren, açan ve yorumlayan cümleler yazılır, sonra da bütün bu yardımcı fikirlerden elde edilen netice bir temel cümleyle ifade edilir. Bununla beraber, anafikri paragrafın sonuna koymak çoğu zaman sakıncalıdır. Anafikrin tesbiti güçleşebilir. Sonra, okuyucunun paragraf sonraların üstünkörü okuması mümkündür. Bu usûlü çok gerekmedikçe kullanmamak lâzımdır.
Temel cümleyi paragrafın ortasına koymaksa hiç doğru değildir. En sağlıklı usûl, anafikri ifade eden temel cümleyi paragrafın başına koymaktır.
Çoğu zaman fikir, bir cümleyle ifade edilemez. Bu mümkün olsa bile okuyucu kabulde zorluk çekebilir. Muhatabın, söylemek istediğiniz şeyi anlamasını ve kabul etmesini istiyorsanız, fikri açıklamanız, genişletmeniz ve yorumlamanız gerekir. Bunun için de bazı destekleyici unsurlara ihtiyaç vardır.
Destek materyali seçerken, okuyucuda alâka uyandıracak türden olmasına dikkat etmeliyiz. Maksadımız, fikrimizi muhataba en iyi şekilde aktarmak olduğuna göre, onun tecrübe sahasına giren materyalleri seçmek en doğru olanıdır.
Esas fikri açmanın, geliştirmenin ve kuvvetlendirmenin çeşitli yolları vardır. En fazla kullanılan usûl, soru sormak ve bu soruyu sebep göstererek cevaplandırmaktır. Fikri açmada tarif, izah ve tasvirden bol bol faydalanılır. Bir diğer yol da, fikrin örneklerle açıklanmasıdır. Fikir, deliller gösterilerek genişletilebileceği gibi, zıt fikirlerden faydalanılarak da genişletilebilir. Bazan benzetmeler yapılır, karşılaştırma yoluna gidilir. Usta yazarlar tarihî olaylardan, hatıralardan, hikâyelerden ve fıkralardan istifade ederler. istatistikî bilgiler vermek mümkünse de aşırıya kaçmamak lâzımdır.
Yazının bölümleri arasında "geçiş"ler olmalıdır. Geçiş unsurları paragraf, cümle veya ibaredir.
Geçiş paragrafı, müstakil ve kısadır. Uzun yazılarda bir fikir kümesinden diğerine geçilirken kullanılır. Genellikle birkaç cümleden ibaret olan geçiş paragrafında, önce yazının ilk kısmında anlatılan fikrin ne olduğu söylenir, sonra da gelecek kısımda nelerden bahsedileceği açıklanır. Böylece, okuyucu bahsin neresinde olduğunu ve bundan sonra ne okuyacağını anlar, zihnini toparlar ve kendini gelecek konuya hazırlar.
Geçiş cümlesi de çok kullanılan bir geçiş tekniğidir. Geçiş paragrafından daha çok kullanılır. Umumiyetle paragrafın sonuna konan bu cümle, paragraflar arasında bağ kurar. Geçiş cümlesi kısa olmalı ve konuyla direkt irtibatı bulunmalıdır.
Geçiş ibareleri, geçiş tekniğinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Geçiş cümlelerinden daha fazla kullanlan bu ibareler, paragraflar arasındaki irtibatı kurduğu gibi, cümleleri de birbirine bağlar. Akışın sağlanmasında mühim rolleri vardır. Geçişi temin eden ibareler çoktur. “Maamafih”, “diğer taraftan”, “kaldı ki”, “evvela”, “ikincisi”, “ancak”, “halbuki”, “görülüyor ki”, “bu sebeple” kelimeleri geçiş ibarelerinden sadece birkaçıdır.
Yazının daha anlaşılır hale gelmesi için geçiş tekniklerinden faydalanmak şarttır. Fakat bunda aşırıya kaçmamak gerekir. Mümkün olan en basit geçeş tekniğini uygulamak başarıyı artırır. Eğer yazının tertibi mükemmelse geçiş teknikleri en aza iner. Cümleyle geçiş yapılabiliyorsa paragraf kullanılmamalı, ibare yeterliyse cümleye itibar edilmemelidir.
Son olarak, paragrafta “birlik” konusuna da temas edip, bu bahsi kapayalım.
Birlik, paragrafta geçen bütün cümlelerin anafikirle yakından ilgili olması, onu açıp geliştirecek özellikte bulunması demektir.
Anafikrin açılıp desteklenmesinde hiçbir fayda sağlamayan cümleler fazlalıktır ve atılmaları gerekir. iyi bir paragrafta, yardımcı fikirleri ifadeye yarayan cümleler bir mantık çerçevesinde, ölçülü ve orantılı bir şekilde sırılanmışlardır.
Bir cümlenin paragraftaki önemini anlamak için şöyle bir usûle başvurulur: Cümle çıkartılır ve paragraf okunur. Eğer bir mânâ kaybı oluyor veya bir eksiklik hissediliyorsa, o cümle gereklidir. Aksi halde fazlalıktır, atılması lâzımdır.
Güzel yazıların iyi teşkil edilmiş paragraflardan oluştuğunu bilmek ve verilen bilgiler ışığında paragraf yazma alıştırmaları yapmak yazarlık yolunun en önemli merhalelerindendir.
CÜMLE
Cümle, düşünce birimidir. Kelimelerden meydana gelir. iyi bir yazının doğru ve tesirli cümlelerden teşkil edildiği düşünülürse önemi daha iyi anlaşılır.
iyi bir cümlede noktalama işaretleri yerli yerinde kullanılmıştır.
Mânâyı en iyi şekilde karşılayan kelimeler seçilmiş ve bunlar güzelce sıralanmıştır.
ifade edilmeye çalışılan fikirler doğrudur. Bundan başka, iyi bir cümle vecizdir, ahenklidir, açık ve sadedir.
Cümlede mânâ çok önemlidir. Cümlenin gramer ve noktalama bakımından doğru olması kâfi gelmez.
iyi bir cümle vecizdir, yani maksadı en az kelimeyle eksiksiz ifade eder. Acemi yazarlar, yerli yersiz çok sayıda kelime kullanır, fakat yine de mânâyı aktaramazlar. Bu tip yanlışlar, genellikle iyi düşünememekten, kelimeleri yeterince tanıyamamaktan ve tembellikten doğar. Yazı, tekrar tekrar gözden geçirilirse bu kusur giderilebilir.
Cümlelerde hareket ve akıcılık aranır. Mânâ bakımından doğru bile olsalar hareketli olmayan cümleleri okumak sıkıcıdır. Tereddütsüz okunabilen yazılarda cümleler akıcı ve hareketlidir. Çok sayıda sıfat kullanmak cümlede durgunluğa sebep olur. Bunun yerine fiillere, bilhassa canlı fiillere yer verilirse cümle akıcılık kazanır.
iyi bir yazar, cümleler kurarken çeşitliliğe önem verir. Çünkü monotonluk sıkıcıdır. Monoton yazılarda cümle uzunlukları hemen hemen aynıdır. Aynı tip cümleler, birbirine benzer deyimler ve kelimeler kullanılır. Bundan kaçınmak lazımdır.
Tecrübeli bir yazar, uzun cümlelerin yanısıra kısa cümlelere de yer verir. Bazan cümle kuruluşunda değişiklik yapar. Bilindiği gibi, dilimizde kelimeler cümle içinde özne-tümleç-fiil sırasını takip eder. Bu bir düz cümledir. Bazan yazar bu sırayı değiştirir, devrik cümleler kurar. Maksadı monotonluğu önlemek ve ahengi temin etmektir. Fakat olur olmaz her yerde devrik cümle kullanmamak gerekir. Bilhassa birbirini takip eden devrik cümleler ifadeyi hantallaştırır.
Çeşitliliği sağlamanın bir başka yolu da, olumlu, olumsuz ve soru tipi dediğimiz cümle çeşitlerine yer vermektir. Bunlar, birbirini tabii bir akış içinde takip etmelidir.
Cümlelerimizin açık ve anlaşılır olmasını istiyorsak, noktalama işaretlerini yerli yerinde kullanmamız gerekir. Nokta, virgül, ünlem, tırnak, parantez ve benzeri noktalama işaretleri yazının kolayca anlaşılmasını sağlar ve mânâ karışıklıklarına engel olurlar. Bu işaretler kullanılmadan yazılan yazıların bir muammadan farkı kalmaz. Yerinde kullanılmayan işaretler yanlış anlamalara sebep olur. Bunların nerelerde kullanılacağını tecrübeli yazarların eserlerini okuyarak ve bol bol alıştırma yaparak öğrenmek mümkündür.
Cümlede aranan mühim bir özellik daha vardır: âhenk. Bunun ne olduğunu tarif etmek imkânsızdır. Tecrübeyle elde edilir. En büyük faydası, okuyucunun duygularını harekete geçirmesidir. Bir cümlenin âhenkli olup olmadığını anlamak için onu yüksek sesle okumak gerekir. Şiirdeki mısraların, nesir cümlelerinden daha âhenkli olduğu açıktır.
Ahengin temininde başvurulan hususlardan bazıları şunlardır: Sert veya yumuşak hecelerin ard arda getirilmemesi, yerinde yapılan tekrarlar, cümle içindeki kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi vs.
iyi cümleler yazmak, dikkat ve itina isteyen bir iştir. Bunun için egzersizler yapmak gerekir.
Unutulmamalıdır ki, güzel yazılar, mânâca doğru, veciz, açık, sâde ve âhenkli cümlelerden meydana gelir.
KELiME
Kelimeler, mânâların sembolü ve cümlelerin yapı taşlarıdır. Bir fikir, duygu, hareket, durum veya özellik ifâde ederler.
Yazarların, maksatlarını doğru ve açık bir şekilde anlatabilmeleri için kelime hazinelerinin zengin olması gerekir. Hangi kelimenin hangi mânâya karşılık geldiğini tam olarak bilmeyenler fikirlerini başkalarına aktaramazlar.
Kelime hazinesi nasıl zenginleşir?
Bunun için en iyi yol, kaliteli kitapları dikkatle okumak ve güzel konuşan kimseleri dinlemektir. Bir kitabı okurken, mânâsı bilinmeyen kelimeler için lûgate bakmak faydalıdır.
Kelimeleri en uygun yerlerde kullanmak çok önemlidir. Bu hüner, doğru ve berrak düşünmekle ve tecrübeyle kazanılır.
Kelimeler, mecâzî ve hakiki olmak üzere iki şekilde kullanılırlar. Kelimenin lûgatteki karşılığı hakiki mânâsıdır. “Babam odun aldı,” cümlesindeki “odun” kelimesi, hakiki mânâda kullanılmıştır. “Erdal odun kafalının biridir,” cümlesindeki “odun” kelimesi ise, mecâzî mânâdadır. Erdal’ın anlayışının kıtlığını, zekâ seviyesinin düşüklüğünü ifade eder.
Kelimelerin mecâzî mânâda kullanılması sonucunda birçok edebî sanatlar doğmuştur. Bu sâyede dil zenginleşmiş, doğrudan ifade edilemeyen bazı mânâlar kolaylıkla anlatılabilir hale gelmiştir.
Hangi kelimeler kullanılmalı, hangileri kullanılmamalıdır? Yazısının okuyucu tarafından anlaşılmasını isteyen yazar için bu husus çok önemlidir.
Bu konuda ilk tavsiyemiz şudur: Mânâsını iyi bilmediğiniz kelimeleri kullanmayınız. Bu, sizi zor durumda bırakır ve okuyucunuzun size olan itimadını sarsar.
Muhatabınızın rahatça anlayabileceği kelimeleri kullanınız. Okuyucu, daha önce karşılaşmadığı, yahut nadiren rastladığı kelimeleri anlamakta güçlük çekebilir. Bu tür kelimeleri okuyucunuzun seviyesini hesaba katmadan, sırf kullanmış olmak için yazınıza yerleştirirseniz istediğiniz tesiri uyandıramazsızın.
Bilinen kelimeleri kullanınız. Eğer, bilinmeyen bir kelimeyi kullanmak zorunda kalırsanız onu hemen açıklayınız.
Kelimeleri alışılmış mânâlarında kullanınız. Olur olmaz her yazıda mecâzî mânâ da kelimeler kullanmak doğru değildir. Eğer bir mânâ direkt olarak ifade edilemiyorsa, ancak o zaman edebî sanatlara başvurulur ve bunda da aşırıya kaçılmaz.
Bilhassa, bilgi vermek maksadıyla yazdığınız yazılardaki kelimeleri lûgat mânâlarına göre kullanınız.
ihtisas sahanıza giren terimleri kullanmaktan sakınınız. Eğer muhataplarınız meslektaşlarınızdan ibaretse mesele yoktur. Fakat umuma hitap ediyorsanız terim kullanmamalısınız. Okuyucu anlayamaz ve sıkılır. Mutlaka kullanmanız gerekiyorsa, anlamını açıklayınız.
Argo kelimeler kullanmak veya sokak ağzıyla yazmaktan şiddetle kaçınmak gerekir. Eğer bir hikâye yazıyorsanız ve kahramanınız konuşuyorsa o başka. Bu bir kusur değil, sanattır. Fakat kendinize ait ifadelerde argodan sakınmalısınız.
Kelimelerin de bir ömrü vardır. Onlar da doğar, yaşar ve ölürler. Yazar, yaşayan, canlı kelimeleri kullanmak durumundadır. Okuyucularınız tarafından anlaşılamayacak eskimiş kelimeleri kullanmayınız. Keza, henüz kabul görmemiş yeni kelimeleri de yazılarınıza sokmayınız. Bir kelimenin kullanılabilmesi için, onun ekseriyet tarafından kabul edilmesi ve anlaşılması gerekir.
Nihayet, kelimelerin nasıl yazıldıklarını bilmek de lâzımdır. Bu da gramer ve imlâ bilmeyi gerektir.
TASHiH
Tashih, bir yazıyı dikkatle okuyup, eksiklerini ve kusurlarını tesbit ederek düzeltme işlemidir.
Acele yazılan yazılarda birçok hatalara düşülebilir. Büyük bir dikkatle ve uzun zamanda meydana getirilen eserlerde bile kusur olabilir. Müsveddeyi, yani yazının son şeklini almamış halini tekrar tekrar okuyup, düzeltmek suretiyle iyi bir eser kazanmak mümkündür.
Her yazar, çalışmalarına bir tenkitçi gözüyle bakmasını öğrenmelidir. Yazılarını, eğer gerekiyorsa yeniden yazmalı, bunu yaparken de hatalarına ve kusurlarına karşı müsâmahakâr olmamalıdır.
Çocuklarla büyükler arasındaki mühim farklardan biri de şudur: Çocuk, yaptığı işi gözden geçirmez. Ona göre iş bittiğinde herşey tamamdır. Büyük ise, eserini tekrar tekrar inceler. Bu durum, bazı acemi yazarlarla ustalar arasında da vardır.
Eserinizi tarafsız bir gözle değerlendirip, son şeklini vermeden yayıncıya veya münekkide teslim etmeyin. Aksi takdirde yapılacak tenkitler şevkinizi kırabilir. Üstelik, kendi kendinize yapabileceğiniz düzeltmeleri, bu sefer başkalarının isteğiyle ve bir tür zorlamayla yapmak durumunda kalırsınız.
ilk müsveddeyi vakit kaybetmeden inceleyin. Başarısız kısımları tekrar yazın ve kıvamını buluncaya kadar üstünde çalışın. ilk defa yazdığınız zaman harcadığınız emekten daha fazlasını yeniden yazmak veya düzeltmek için harcamaktan çekinmeyin.
Eserinizin mükemmel olmasını istiyorsanız, bu ilk tashihle yetinmeyin. Bırakın, yazı bir müddet beklesin. Onu bir hafta, on beş gün veya bir ay sonra tekrar ele alın. Konunun atmosferinden uzaklaştığınız için, onu daha objektif bir gözle, adeta başkasının yazısını okur gibi inceleyebilirsiniz. Tabii, düzeltmeleriniz de o nispette isabetli olacaktır.
Tashih, yazarlık yolunda ilerlemek isteyenlerin mutlaka yapması gereken bir iştir. Bu vazifeyi gereği gibi yapabilenler, kendi kendilerini kontrol ederek aynı hataya bir daha düşmezler. Kusurlarını bilir, seviyelerini anlar ve en iyiye ulaşmak için gayret ederler. Böylece, yazma alışkanlıkları her geçen gün biraz daha gelişir. Tashihi hafife alanlar ise, aynı hataları mütemadiyen tekrarlamaktan kurtulamazlar.
Tashih yaparken şu soruları sorarak işe başlamak mümkündür:
Başlık dikkat çekiyor mu?
Konu okuyucuyu ilgilendiriyor mu?
Yazının uzunluğu arzu edilen ölçüye uygun mu?
Konu kâfi derecede açıklanabildi mi?
Temel fikirler yeteri kadar izah edildi mi, yardımcı materyallerle destekleniyor mu?
Konu dışına çıkılmış mı?
Yanlış anlaşılması muhtemel kısımlar var mı?
Üsûba açıklık ve kuvvet kazandıracak misâller, benzetmeler, fıkralar, hikâyeler, olaylar, atasözleri, deyimler ve deliller kâfi derecede kullanıldı mı?
Fikirler birbirini destekliyor mu, aralarında tezat var mı?
Yazı akıcı ve sürükleyici mi?
Merak unsurları yeterli mi?
Okuyucuyu heyecanlandırabilir mi?
Dikkat çekici bir giriş yapılabilmiş mi?
Sonuç iyi bağlanmış mı?
Yazı, “Kim? Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Niçin?” sorularına tatmin edici cevaplar verebiliyor mu?
Karşılıklı konuşmalar günlük hayattakine benziyor mu, yâni tabii mi?
Yazı gramer ve imlâ bakımından doğru mu?
Yerinde kullanılmamış kelime ve deyimler var mı?
Yazıda eksik kalmış noktalar var mı?
Fazla unsurlara yer verilmiş mi?
Önce söylenmesi gerekeni sonra, sonra söylenmesi gerekeni ise önce söylemek gibi bir hataya düşülmüş mü?
Geçişler tabii mi? Kopukluluklar oluyor mu?
Cümlelerin ve paragrafların dizilişi mantığa uygun mu? Fikri en güzel şekilde açıklamaya yönelik mi?
Yazıya herkesçe söylenen, yıpranmış, klişeleşmiş beylik sözler girmiş mi?
Konunun ciddiyetine uymayan kısımlar var mı?
Yazıda gereksiz süsler, lüzumsuz ayrıntılar ve harcıâlem fikirler var mı?
Üslûp kuru, yâni hiçbir duygu telkin etmeyen cinsten mi?
Dil ve üslûp, yazara yakışmayacak kadar kaba ve hoyrat mı?
Okuyucuyu incitebilecek ifadeler var mı?
Fazla abartılan noktalar var mı?
Cümleler kısa, direkt ve özlü mü? Anlamayı güçleştiren karışık, dolambaçlı cümleler var mı?
Paragraflar lüzumlu yerlerde mi yapılmış? Sağlam mı? Bir ana fikri tam olarak ifade edebiliyor mu?
Yazıda ahlâka aykırı cümleler var mı?
Tema olumlu mu? Okuyucuya iyi duygular, yahut faydalı fikirler veriliyor mu?
Bu soruları kendi kendine soran ve tesbit ettiği kusurları düzeltmek için bıkmadan, usanmadan çalışan yazarlar, başarının mühim bir şartını daha yerine getiriyorlar demektir. Artık yazacakları her yazı, onları olgunluğa yükseltecek bir merdiven basamağı olacaktır.
DEĞERLENDiRME
Bir eseri tanıtmak, yorumlamak, olumlu ve olumsuz yönlerini belirtmek, başarı derecesini göstermek maksadıyla yazılan yazılardır. Burada “değerlendirme” kelimesi “çözümleme”, “eleştirme” ve kısmen “inceleme” kavramlarını da içine alacak kadar geniş bir mânâda kullanıyorum.
Bu tür yazıların hem yazara, hem de okuyucuya faydası vardır. Yazar, iyi bir değerlendirme sayesinde kendini tanır, başarılı veya hatalı yönlerini görür, kendine çekidüzen vermeye çalışır.
Bu noktada, değerlendirmeciye düşen görev, çok dikkatli olmak, yazarı yerden yere vurarak ümidini kırmamaktır. Bu yüzden nice kabiliyetlerin silindiği bilinmeli, ona göre davranılmalıdır. Ilımlı ve yapıcı bir yaklaşımla sanatçıyı ikaz etmek, daha mükemmele ulaşması için heveslendirmek mümkündür.
Değerlendirmeler, eserle karşı karşıya bulunan kişilere de çok şey kazandırır. Meselâ, bir edebî esere, okuyucu bakışı genellikle derinlikten mahrumdur ve pasiftir. Böyle biri için önemli olan husus, eseri ilk okuyuşta duyduğu izlenimdir. Eseri, aldığı zevke göre iyi veya kötü bulur. Halbuki böyle bir bakışta sanat eserinin güzelliklerini görmek mümkün değildir. Bu tavır, kötü bir eseri iyi, güzel bir eseri de çirkin gösterebilir. Değerlendirmeci, okuyucuya bakmayı öğretir. Hakiki güzellikleri görebilmesi için ölçüler verir. Meşhur yazarların çoğu şöhretlerini, kabiliyetlerinin yanısıra, biraz da değerlendirmecilere borçludurlar. Tenkit, tahlil ve incelemeler sonucunda, bunların gerçek kıymetleri gösterilmiş, takdir edilmeleri sağlanmıştır.
Hemen herşey, bilhassa sanat eserleri, değerlendirmeye konu olabilir. Biz burada, edebî eserlerin değerlendirilmesinden bahsedeceğiz.
Değerlendirme yazıları birçok bakımlardan makaleye benzer. Yazar, şahsî fikirlerinin yanında, daha önce tesbit edilmiş bazı ölçülere göre hareket eder. Söylediklerini delillerle ispata çalışır, başkalarının fikirlerinden faydalanır. Sanat anlayışları, edebî akımların özellikleri, umumî meyiller, hükümlerine tesir eder.
Dil ve üslûp sâde olmalı, basmakalıp, resmî, klişeleşmiş bir üslûptan kaçınılmalıdır. Gaye, ele alınan eseri göstermek olduğu için, yazının berrak olması, duru bir su gibi içindekileri göstermesi istenir.
Genellikle, yazının birinci kısmında eser özetlenir ve tanıtılır. Yazarı hakkında bilgi verilir, yazıldığı devir kısaca anlatılır. Daha sonra esas bölüme geçilir. Eserin kompozisyonu, dili, üslûbu, muhtevası, şekil ile muhteva arasındaki uyum derecesi, yazarın bakış açısı ve benzeri hususlar gösterilir. Sonuçta, eldeki verilerden hareketle, bir veya birkaç hükme varılır, eserin kıymeti takdir edilir.
Eser ile sanatkâr arasında sıkı münasebetler vardır. Yazar, eserine mutlaka kendinden bir şeyler katmıştır. Kullandığı malzeme, genellikle kendi hayatından; ailesinden, okulundan, arkadaşlarından alınmıştır. Eserde hayallerinin, hatıralarının, özleyişlerinin, duygularının izi vardır. Yazar, bazen bunları bilerek, bazen de farkında bile olmadan eserine sokar. Değerlendirmeci, durumun farkında olmalı, bunun için de yazarı tanımaya ve anlamaya çalışmalıdır.
Edebî eser, yazıldığı devri de aksettirir. Tarihi, sosyolojik, psikolojik, dinî, millî, felsefî gelişmeleri sanat eserlerinde görmek, çoğu zaman mümkündür. Eser, o devre açılan bir pencere vazifesi görür. Değerlendirmecinin bu pencereden bakabilmesi, devirle eser arasındaki gizli veya açık âlakaları anlayabilmesi için sosyal ilimler sahasında geniş bir kültüre ihtiyacı vardır.
Değerlendirme yazılırken göz önünde bulundurulacak ana unsur, şüphesiz, eserin kendisidir. Edebî eser organik bir bütündür ve bizzat güzeldir. Yazar ve devirle ilgisi belirtilmeden de onu incelemek, güzelliklerini görmek gerekir. Ondaki bütünlük ve güzellik, annesinden ve babasından tamamen ayrılmış, müstakil bir varlık haline gelmiş bir çocuğunkine benzer. Yazar, sanat eserine dikkatle eğilmeli, nazarını dağıtmamalı, mevcudu en iyi şekilde göstermeye çalışmalıdır.
Metni hareket noktası yapan, fakat kendini hayallerinin ve şahsî fikirlerinin rüzgârına kaptıran yazar, okuyucuya fazla bir şey veremez. Ona düşen görev, eser hakkında kendi kendine sualler sorarak, güzellikleri görmeye ve bazı gizli sırları anlamaya çalışmaktır.
Eser tetkik edilirken dikkat edilmesi gereken birçok nokta vardır. Bunlardan biri de, “bakış açısı”dır. Yazar konuya hangi açıdan yaklaşmıştır? Diğerlerinden farkı nedir, nasıl bir yenilik getirmiştir? Orijinalliği sağlayan unsurlar nelerdir. Bu sorularla yazarın bakış açısı, getirdiği yenilik görülmeye ve gösterilmeye çalışılır.
Bir eseri değerlendirirken, onun hangi edebî türe girdiğini tesbit etmek ve ona göre davranmak gerekir. Bir hikâyeden beklenen özellikleri, bir makalede aramamak lâzımdır.
Eseri değerlendirmek demek, sadece ondaki bilinmeyen kelimeleri, edebî sanatları, şiir ise vezni ve kafiyeyi tanıtmak demek değildir. Bunlar, nihayet birer âlettir, geri plânda bir rolleri vardır. Eserin başarısı ve güzelliği için yeterli kıstaslar değildir.
Bir eseri anlamak ve anlatmak için, tahlilin yanında mukayeseden de faydalanılır. Eser, yazarın diğer ürünleriyle veya başka eserlerle karşılaştırılır, farklar ve benzerlikler gösterilir.
Muhtevanın yeri çok önemlidir. Yazar ne anlatmak istiyor? Bunun için hangi fikir, duygu, olay ve tahlillere yer veriyor? Müdafaa edilen tez, verilmek istenen mesaj doğru mu? Tezatlar, aşırılıklar var mı? Bu ve benzeri sorularla, muhteva hakkında bir hüküm vermemize yarayacak veriler ortaya çıkarılır.
Muhtevanın şekille olan münasebetine de dikkat edilir. Aralarında bir ahenk var mı? Şekil, içindeki fikirleri ve duyguları en iyi şekilde gösterebiliyor mu? Eserin dili sade mi? Üslûp akıcı mı? Konu ile bir paralellik arzediyor mu? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.
ileri sürülen fikirleri teyid için, değerlendirilen eserden pasajlar alınır, bunlar üzerinde yapılacak incelemelerle, eseri başarılı veya başarısız kılan sebepler gösterilir.
“Düzeltme” bölümündeki hususlar, değerlendirme için de geçerlidir. Ayrıntılar için oradan faydalanılabilir.
Usta değerlendirmeciler iyi niyetlidir, tarafsızdır, sanatın gelişmesini gaye edinmiştir. Peşin fikirleri ve muhakemesiz hükümleri yoktur. Dil ve edebiyatın yanında, sosyal ilimleri de ana hatlarıyla bilir. Kıvrak bir zeka, hassas bir kalb, sağlam idrak ve sıhhatli muhakeme sahibidir.
Başarılı yazar, hem kendi devrinin sanat anlayışını, hem de incelediği eserin yazıldığı devrin edebî zevkini bilir ve hükümlerini bu gerçeklerden hareketle verir. Edebî hareketleri takip eder, akımlardan haberdardır. Aynı zamanda şahsî duyuş ve düşünüş sahibidir. Kendine has bir üslûbu vardır.
Değerlendirme konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur: Eserin sadece güzelliklerini görüp, başarısız yönlerinin farkında olmamak veya yalnız kötü taraflarını göz önüne sermek hatalı bir davranıştır. Ölçüsüz medih gibi, insafsızca kötüleme de yanlıştır. iyi bir yazar, madalyonun her iki yüzünü de görür ve gösterir. Bu hâl, tarafsızlığın ve sağlam bir muhakemenin yanında, ince bir sanat zevkinin de sonucudur.