Bir öğretmen için, her öğrenci bir problemdir. Ama problemler çözüldükçe, problem çözmek çok zevkli hale gelir.
Ferhan Oğuzkan "Eğitim Bilimleri Sözlüğü" isimli eserinde disiplini "bireylerin içinde yaşadıkları topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin tümü olarak tanımlamaktadır. Disiplinin amacı ise; Kişiye belirli alışkanlıklar kazandırma; onu, kendisi ve çevresiyle uyum içinde yaşamaya hazırlamalıdır.
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sav) bir mecliste topluluğa bilgi verirken, çöl halkından bir kimse geldi ve: "Kıyamet ne zamandır?" dedi. Rasûlullah (sav) konuşmasını sürdürdü. Topluluğun bir kısmı: "Ne söylediğini duydu ama söylediği şeylerden hoşlanmadı" dedi. Bir kısmı da: "Hayır ne söylediğini duymadı" dedi. Sonunda konuşmasını bitirdi: "Nerede o?" diye buyurdu. Adam: "Buradayım, Ey Allah'ın Rasûlü" "Emanet kaybedildiğinde kıyametin kopmasını bekle!" buyurdu. "Emanetin kaybedilesi nasıl olur?" "İş, ehil olmayana verildiğinde, kıyametin kopmasını bekle!" buyurdu.[1] [2] [3] Bu hadiste de öğretmenin ders anlattığı sırada dersi bölmenin hoş karşılanmadığı ve aynı zamanda konuşmayla alakası olmayan soruların da sorulmasının uygun görülmediği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (sav)'in susması, bütün bu davranışları muhatabının zihninde oluşturmak ve daha disiplinli olmalarını sağlamaktır.
İbnu Abbas (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve: "Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!" buyurdu. Rasûlullah (sav) gidince adama: "Yüzüğünü al (başka surette) ondan faydalan"dediler. O: "Hayır! Vallahi ebediyen almayacağım, onu Rasûlullah (sav) attı" dedi"3'7 Burada da görüldüğü gibi disiplini sağlamak için sert davranılabi- linmektedir.
EĞİTİMDE ÖDÜL - CEZA VE DİSİPLİN YÖNTEMLERİ
Ödül-Ceza
Hz. Peygamber (sav), eğitimde teşvik, ödül ve ceza yöntemini çok sık kullanmıştır. İyi şeyler yapanın alacağı manevi ödül ile kötü işler yapanın alacağı manevi cezaları belirterek iyi işleri teşvik, kötü işleri ise engellemeye çalışmıştır. Buna biz öğretilen bilgilere olan ilgiyi artırmak için ödül vaat edilmesi, yapmayana da karşılaşacakları cezaları göstermesi diyoruz. Yani eğitimde ödül ve ceza sistemi denilmektedir. Hatta öğretmen soracağı soruyu bilene iyi not vereceğini de söyleyebilir.
Bu metodu Hz. Peygamber (sav)'de kullanmıştır. Enes (ra)'dan; Hz. Peygamber (sav) buyuruyor:"Kendisinde şu üç şey bulunan kişi, hem sevabı hem de imanını ikmal etmiştir: Dünyada yaşadığı güzel bir ahlak, kendisini Allah'ın yasaklarından uzaklaştıran vera ve cahilin cehlinden alıkoyan hilm"3'8 "Kimde şu üç husus bulunursa imanın tadını alır: Hak hususunda tartışmayı terk etmek. Sıkışık anlarında bile yalan söylememek. Başına gelecek olanın hiç şaşmadan mutlaka başına geleceğini, başına gelmeyenin de mutlaka başına gelmeyeceğini bilmek"[4]
Eğitimcinin Öğrencilere Ödül Vaat Etmesi: Rasûlullah (sav), insanları başarıya götüren temel unsurlardan birisinin de ödül olduğunu biliyordu. Bu nedenle insanları teşvik etmek için ödül sistemini uygulamıştır. Ubade b. Samit şöyle rivayet etmiştir: "Kim Allah'tan başka hiçbir ilah bulunmadığına, O'nun bir olduğuna, şeriki olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve Rasûlü, Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve ruhu olduğuna, cennetin hak olduğuna, cehennemin de hak olduğuna şahadet ederse, ameli ne olursa olsun, sonunda Allah onu mutlaka cennete koyar." Buhari ve Müslim'de de şöyledir: "Allah onu cennetin sekiz kapısından hangisinden girmek isterse oradan koyar."[5]
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) kalabalık bir askerin katıldığı orduyu sefere çıkardı. Askerlere Kur'ân okumalarını tembihledi. Ayrıca teker teker görerek her birine Kur'ân'dan bildikleri yerleri okumalarını tembihliyordu. Derken sıra yaşça en genç birisine gelmişti. Ona: "Kur'ân'dan sen ne biliyorsun ey falanca? diye sordu. Genç: "Ben, falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini biliyorum." Rasûlullah (sav): "Yani sen Bakara'yı biliyor musun?" diye sordu. "Evet!" cevabı üzerine: "Haydiyürü, seni askerlere komutan tayin ettim" dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp: "Yemin olsun, Bakara'yı ezberlememe mâni olan şey, hükümleriyle amel edememek korkusundan başka bir şey değildir? dedi. Rasûlullah (sav) şu tembihte bulundu: "Kur'ân'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'ân-ı Kerîm'in onu öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarafa koku neşreder. Kur'ân'ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku neşretmeyen misk kabı gibidir."[6]
Bu hadiste de görüldüğü gibi, başarılı olan ve verilen ödevleri düzenli yapan kişi ödüllendirilmektedir. Öğretmen bu şekilde başarılı olan kişileri ön plana çıkarırsa bu durum diğer öğrencileri de teşvik etmiş olur. Eğitimde ödülün amacı öğrencide istenen davranışın kalıcı olmasını ve tekrarlanmasını sağlamak, teşvik etmektir. Bu ödüller maddi veya manevi de olabilir. Maddi ödüllerde mükâfatlar ve istenen bir şeyleri alınması şeklinde olurken, manevi mükâfatta ise sevgi gösterilmesi, takdir edilmesi, toplumda itibar görmesi veya Allah katında elde edeceği mükâfatlardır.
Ceza Yöntemi: Ödülün olduğu her yerde mutlaka ceza da vardır. Fakat buradaki ceza, bildiğimiz gibi dövme veya azarlama, hakaret etme değildir. Kişinin bazı davranışlarının kısıtlanması, bazı haklardan mahrum edilmesi şeklinde olabilir. Örneğin çocuğunuzun istenen davranışı yapmaması üzerine onu çok istediği bir geziye götürmez veya çok istediği bir şey almayarak terbiye edersiniz.
Sınıf ortamında kurallara aykırı davranan bir öğrenciyi de bazı etkinliklerden mahrum edebilirsiniz. Yani ceza derken hemen aklımıza şiddet gelmemelidir. Eğitimde şiddet, kesinlikle yapılmaması gereken bir şeydir. Çünkü şiddet, kişiliği yok eder. İnsanı pasif ve pısırık hale getirir. Öğrencinin kendini ifade etmesini engeller. Hz. Peygamber (sav)'in yanında yetişen Enes (ra) on yıl boyunca hiçbir şiddete maruz kalmadığı gibi olumsuz tek bir söz bile işitmemiştir. İşte bu, eğitimde uygulamamız gereken temel mihenk taşımızdır. Bu gün hayvanlara bile belli davranışlar sevgi ile öğretilmektedir.
Cezanın amacı, istenmeyen bir davranışın tekrarını önlemek ve işlenen suçun önünü almaktır. Hatta bazen cezada amaç toplumda caydırılıcılık oluşturmaktır. İnsanlar, aynı davranışı sergilediklerinde alacakları karşılığı görerek daha dikkatli olurlar. Ceza, sadece bir eza olarak değil bir eğitim yöntemi olarak kullanılmaktadır. Cezada da maddi ve manevi olmak üzere iki bölümden oluşur. Maddi cezada bedensel veya arzu, isteklerin yerine getirilmemesi şeklinde olurken, manevi olarak da sevgiden mahrum kalma, toplumda kınanma ve hatta toplum dışına itilme, rencide edilme şeklide olabilir. Tebük seferine katılmayan Kab b. Malik'e verilen ceza toplum dışına atılmaktı. Belli bir süre insanlar onunla ilişkisini kestiler. Ardından tövbe süresinde inen bazı ayetler ile tövbesinin kabul edildiği bildirilince tekrar topluma dâhil oldu. Bu olay da bizlere cezanın mahiyeti hakkında bilgi vermektedir. Aşağıda, manevi ceza olarak Ahiret hayatında istenmeyen davranışları sergileyenlerin karşılayacakları cezalar anlatılmaktadır.
Ebu'd-Derda (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav) buyurdular ki: "Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen dan' (denen dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince, içerilerini param parça eder. Bu sefer de: "Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!" derler. Onları çağırırlar. Onlar gelince: "Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?" derler. Onlar: "Evet getirmişti (ama dinlemedik)"derler. Bunun üzerine, bekçiler: "Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!"derler"322 Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince: "(Cehenneme müvekkel melek) Malik'i çağırın!" derler. (Malik gelince): "Ey Malik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!" derler.
Malik de onlara: "Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!" diye cevap verecek"[7]
(Hadisin ravilerinden) A'meş rahimehullah der ki: "Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Malik'e yalvarmaları ile Malik'in onlara verdiği cevap arasında bin yıllık zaman geçecektir. Cehennemlikler, bu sefer aralarında: "Rabbinize dua edin, sizin için O'ndan daha hayırlı kimse yok!" diyecekler ve elbirliği ile şöyle yakaracaklar: "Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zalimlerden oluruz"[8] Rab Teâl, onlara: "Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!" diyecek"[9] Rasûlullah (sav) devamla dedi ki: "Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümitlerini keserler; hıçkırmaya, nedamet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar."[10]
Bu hadiste de görüldüğü gibi, istenen davranışı sergilemeyen kişilere ciddi cezalar verilmekte veya görecekleri ceza onlara önceden anlatılarak caydırıcılık oluşturulmaktadır. Tabiî ki buradaki ceza manevi anlamda olmaktadır.
Ceza yöntemi ile ilgili eleştiriler
Biz burada eğitimde ceza derken, klasik anlamda dayak, notla korkutma gibi yöntemlerden bahsetmiyoruz. Cezadan kasıt, kişinin bazı istek ve arzularına sınırlandırma getirme, bazı isteklerini yerine getirmeme (örneğin televizyon seyretmek isteyen bir çocuğu ödevini yapmadığı sürece bu arzusunu yerine getirmeme) anlıyoruz.
Ceza ve ödül sisteminde aşırıya kaçılması durumunda kişiyi otoriteye boyun eğme veya her şeyi belli bir karşılık ve çıkar için yapma, ya da her yaptığı iyi şeye bir ödül bekleme psikolojisini ortaya koyabilir. Bu nedenle bu sistemlerde aşırıya varılmamalıdır. Hatta belli durumlarda bu davranışlar terk edilmeli veya her zaman uygulanmamalıdır.
Yalnız burada eğitimde başarısız olan veya ödevlerini düzenli yapmayanlara yönelik ceza verme yerine, disiplinsiz davranışlar sergileyen, kurallara uymayan kişilere şiddet içermeyen ve eğitim amaçlı, disiplin sağlayıcı cezalar verilebilir. İmam-ı Gazali bu konuda şöyle der: Öğretmen ya da anne baba bütün hareketlerinde takva ölçülerine uymalı ve çocuğun kusurlarından dolayı önce kendisini hesaba çekmelidir. İyi hareketlerinde çocuk takdir edilmeli ve mükâfatlandırılmalıdır. (...) şayet bazen hatalı hareketleri olursa görmezlikten gelmelidir. Kesinlikle gizli suçları teşhir edilmemelidir. (Tegafül) Dayak cezasına ise, en son çare olarak başvurulmalıdır. Çünkü dövme ve aşırı azarlama çocuğun ruhunda olumsuz etkilere sebep olacaktır. Gerektiğinde ise, katı kalplilikle öç alan bir kimse gibi değil, bilakis, merhameti elden bırakmayan ve eğitici amaç güden bir kişi olarak davranmalıdır.[11]
Eğitimde Dayak Var mıdır?
Günümüzde dayaklı eğitim artık münferit vakaların dışında tamamen eğitim sistemimizden çıkmıştır. Hatta askeriyede bile dayak yöntemini kullananlara karşı yaptırımlar uygulanmaktadır. Yani günümüz pedagogları, dayağın kişiliği ezdiği ve öğrencinin psikolojisini yıktığını ortaya koymuşlardır. Aşırı şiddete maruz kalan çocuklar, büyüdüklerinde ya aşırı içine kapanık, öz güvenden yoksun bireyler olurlar veya aşırı saldırgan, öfkeli ve intikam almaya eğilimli olurlar. Bu nedenle dayak kesinlikle uygun görülmemektedir.
Araştırmalar, dayak ve vurmanın sorunu çözmediğini, bu tür yöntemler kısa sürede sorunu çözüyor gibi gözükse de uzun vadede kalıcı hasarlara yol açtığını göstermiştir. Fiziksel cezalar, çocukta şiddet, umutsuzluk ve özgüvenini yitirmesine yol açar. Ayrıca, ona şiddetin geçerli olduğu bir dünya modeli öğretilmiş olunur. Bunun yerine nasıl davranıp nasıl davranmayacağı öğretilmelidir.
Peki! Hz. Peygamber (sav)'in eğitim metodu veya daha genelde İslam eğitim sisteminde dayağın yeri nasıldır? Bu konuyla ilgili birbiriyle çelişen birçok rivayetlere sahibiz. Dayağı yeren, karşı çıkan hadislerde varken, dayağı tavsiye eden hadislerde karşımıza çıkmaktadır. Bu hadisler arasındaki bağlantıyı nasıl kuracağı?
Peygamberimiz (sav)in hayatında bir çocuğu dövdüğüne dair tek bir rivayet bile gelmemiştir. Hatta çocukları ve torunlarını oldukça sevmiş, kendisini kınayanlara "merhamet etmeyene merhamet edilmez!' Ve başka bir hadisinde "Allah kalbinizde merhameti gidermişse ben ne yapayım" demiştir.[12] Bu durum, Hz. Peygamber (sav)'in kesinlikle çocukların dövülmesine sıcak bakmadığını gösterir. Hatta yetim Buceyri evlat edinmiş ve onu sevgiyle yetiştirmişti. Küçük Enes'te onun dizi dibinde büyümüş, on yıl yanında kalmış ve kendi anlatımına göre bir gün bile kötü bir söz söylememiş, kızmamıştı.
Bu olumlu örneklere rağmen eğitimde çocukların dövülebileceğine dair rivayet edilen bir hadis vardır: Sebretü'bnu Ma'bed (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) buyurdular ki: "Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün."[13] Birçok kitapta geçen bu hadise bakarak çocukların ceza olarak dövüleceği söylenmiştir. Kendi hayatında bir fiske vurmamış, hatta çocuklarla birlikte oynamış, sırtına almış bir Hz. Peygamber (sav)'in dövmeyi tavsiye etmesi biraz ters gelmektedir.[14] Bir başka hadiste de şöyle der: "Çocuk sağını solundan ayıracak yaşa geldi mi ona namazı emredin."[15]
Cumhur İslam âlimleri namaz kılmayan çocuğun dövüleceğini söylemişlerdir. Tabiî ki buradaki dövülme hırpalama ve ağzını burnunu dağıtma şeklinde değil de bir ceza olarak tabi ölçüler içinde olanıdır. Fakat bazı âlimler, dövülmeyeceğim, ikinci hadis ile dövmeyi emreden hadisin nesh edildiğini, dövme yerine yataklarının ayrılması, yani yaptırım uygulanması şeklinde bir cezaya başvurulması gerektiğini söylemişlerdir.
Bu hadis, namazın önemini vurgulayan ve eğitim amaçlı olarak dövmeye izin veren tek hadistir. Bunun dışında dövmeyi tavsiye eden bir hadis yoktur. Bu durum, bazı kişilerce sadece namaz konusunda dövülebileceğini, bunun dışında başka konularda eğitim amaçlı da olsa dövülmeyeceği şeklinde kabul edilmiştir.
Bana göre, bu hadis belli koşullarda söylenen ve zamanla dövme yerine yaptırımı öne süren hadisle neshedilmiştir. Fakat yine de konu tartışmalıdır. Pedagojik anlamda bu hadis tersi bir sonuç verdiğinden Hz. Peygamber (sav)'in nes- hettiğini düşünüyorum. Günümüz muhafazakâr ailelerde (yurt ve cemaat evlerinde) namaz, baskı ve zorlama ile verildiğinden, maalesef bu ailelerin çoğunda yeni yetişen gençlerde namaza karşı büyük bir tepki ve lakaytlık oluşmuştur. Yani muhafazakâr ailelerin çocuklarının dinden soğumaları, namaz kılmamalarının temel nedeni zorlamanın oluşturduğu nefrettir. Dolayısıyla namaz gibi
dinin temel kuralları için bile olsa, zorlama tersini doğurur. Mecelledeki temel bir kuralda olduğu gibi "aşırıya giden her şey zıddına döner"
Korku, Ümit, Müjdeleme
İnsanların ümitleri varsa yaşama güçleri de vardır. Bir insana yapacağınız en büyük kötülük onun ümitlerini yıkmaktır. Ümitleri solan insan, başarılı olamaz. Bu nedenle eğitimde ümit ve müjdeleme sistemi uygulanmalıdır. Hz. Peygamber (sav) "Müjdeleyin! Nefret ettirmeyin!"diye buyurmuştur: Ümit verme, bir anlamda insanların cesaretlendirilmesi, yüreklendirilmesidir.
Peygamberimiz (sav) "Lailahe illallah deyin. Bizans'ın ve İran'ın anahtarı sizin olsun" Ebu Zer'den; Rasûlullah (sav) buyurmuştur: "Her kim, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse cennete girer." "Ey Allah'ın Resûlü, zina etse de, hırsızlık yapsa da mı?" "Evet"diye cevap verdi. Sonra yine sordum. "Hırsızlıkyapsa da zina etse de mi?" "Evet içki içse de!" buyurdu. Ebu Sa'îd İbnu Malik İbni Sinan el-Hudrî (ra) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40).[16]
Ümitten bahsettik. Peki, korkuyu nasıl tanımlayacağız. Günümüzde birçok öğretmenin yaptığı gibi, dayak atma veya not ile mi öğrenciyi korkutacağız. Yahut ailesi ile mi tehdit edeceğiz. Yani korkuyu nasıl kullanacağız. Bir insan hem ümit verip, hem de nasıl korkutabilir. Bizim kuşaktaki birçok öğretmenin zihnindeki öğretmen modeli, elinde sopa bulunan ve gerçekten de ciddi anlamda döven kişilerdi. Peki, öğretmen bu şekilde mi olacak?
Aslında korku derken, öğrenciyi dövme veya not ile değil, başarısızlığın doğuracağı kötü sonuçları anlatmaktır. Örneğin, dersine çalışmadığı vakit üst sınıfa geçemez, üniversiteyi kazanamazsın gibi... Yani hayatta başarılı olmanın yolunun iyi bir çalışmadan geçtiğinin anlatılmasıdır. Kişi, başarısızlık korkusunu yüreğinde taşırsa derse konsantre olur. Korkuya bir de başka açıdan bakalım. Örneğin, sevgilinin sevgisini kaybetme korkusu. Yani başarısız olduğunda hem öğretmenin ve hem de ailenin sevgisini kaybetme korkusu da iyi bir is- teklendirme sağlar. Ya da ibadet yapmasa Allah'ın sevgisinden ve Rasûlü'nün şefaatinden mahrum kalacağı korkusu da buna örnektir.
İslam, ibadet etmeyen kulların öbür dünyada karşılaşacağı cezaları da anlatarak bir anlamda çalışmayan öğrencinin karşılaşacağı sorunları göstermiştir. Bununla ilgili hadisler daha önce geçti.
İyi Davranışı veya Başarılı Öğrenciyi Övme:
Eskiler "marifet iltifata tabidir" demişlerdir. Yani insanları övmeniz veya ödüllendirmeniz, onların daha çok ilgi göstermelerine ve çalışmalarına neden olur. Ödül, güçlü bir motivasyon sağlar. Eğitimde de başarının temel prensibi motivasyondur. Önemli olan, bu silahları nasıl kullanacağımızı bilmektir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Övülmek ve takdir görmek ister. Bu takdir görme duygusu sadece yetişkinlerde değil küçük çocuklarda bile güçlü bir şekilde bulunmaktadır. Bu nedenle takdir ettiğimiz zaman o güzel hareketin yapılmasını veya öğrenilmesini pekiştirmiş oluruz. Bazen de iyi bir davranışta bulunan öğrenci zımnen öğretmeninden takdir veya övgü bekler. Öğretmen, öğrencinin bu takdir bekleyişini görmese öğrenci hayal kırıklığına uğrar ve belki de bir daha böyle bir teşebbüste bulunmayarak geri plana çekilir.
İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir. "Nebi (sav) abdest alacağı zaman bir kaba su hazırladım. Hz. Peygamber (sav) suyu görünce onu kimin koyduğunu sordu. İbni Abbas kendisinin koyduğunu söyleyince ona "Allah'ım, onu dinde bilgili kıl." Diye dua etti. Bu örnekte olumlu davranışın ödüllendirilmesine en büyük örnektir.
Hatalarla Öğrenme veya Hatalardan Ders Çıkarma
Günümüz modern eğitim sisteminde hata yapmayan öğrenci değil, bilakis hata yapan öğrenci arzulanmaktadır. Çünkü insan hata yaparak öğrenir. Yaptığı her hatadan ders çıkararak eğitimde ilerler. Tıpkı yenile yenile yenmesini öğrenmek gibidir bu. Klasik eğitimde hata istenmeyen bir davranıştır. Hata yapan öğrenciler şiddetle cezalandırılırdı. Hatta eski Sümer yazıtlarında bile hata yapan öğrencilere verilen cezalardan bahsedilmektedir. Ama bizler, hata yapmayı korkunç görmemekteyiz. Çünkü şunu biliyoruz ki çalışan insan, hata yapar. İnsanı özgür bırakırsak bir gün hata yapmamayı da öğrenir. Bu satırların yazarı ilkokul çağında matematik dersini bir türlü öğrenemedi. Çünkü son derece mükemmeliyetçi ve hataya şiddetle ceza veren öğretmenlerin elinde yetişti. Sanırım bizim kuşağın öğretmenlerinin çoğu da öyleydi. Günümüzde de matematik dersinin öğrenilememesinin temel nedeni de budur. Hataya öğretmenin sert tepki göstermesi, hata yapan öğrenciyi küçük düşürmesi ve sınıfta rencide etmesi bunda etkili olmuştur.
Hâlbuki 1400 sene evvel Hz. Peygamber (sav) bu sistemi uygulamıştır. Hatalara karşı son derece müşfik davranmış ve o hatanın kötü yönlerini göstererek eğitmiştir. Mu'âviyeİbnu'l-Hakem es-Sülemî(ra) anlatıyor: "Ben Rasûlullah (sav) ile birlikte namaz kılıyordum. Derken cemaatten bir Şahıs hapşırdı. Ben: " Yerhamü- kallah " dedim. Cemaattekiler bana bed bed baktılar. Bunu üzerine (kızıp): " Vay başıma gelen, niye bana böyle bakıyorsunuz? " dedim. Bu sefer ellerini dizlerine vurarak beni susturmak istediler. Rasûlullah (sav) namazı bitirince (bana iyi davrandı), annem babam O'na feda olsun, ben O 'ndan, ne önce ne de sonra, ondan daha iyi öğreten bir muallim görmedim. Allah'a yemin olsun. O beni ne azarladı ne dövdü, ne de betimi yıktı.
Başka bir olayda da mescidin içinde bevl yapan bedevinin ihtiyacını görmesini sabırla bekleyip ardından yapılan hareketin yanlışlığını ortaya koymuştur.
Günümüz eğitim sisteminde özellikle deneme sınavları ve testlerde yapılmak istenen de budur. Yani hatalarımızı ve eksik yönlerimizi görerek kuvvetlendirmektir. Ayrıca, hata yaptığında cezalandırılmayacağını ve olumsuz tepki görmeyeceğini düşünen bir öğrenci daha yaratıcı olacak, derse daha özgürce katılacak, ilk anlarda belki hatalar da yapacak, ama zamanla bu hataları azalarak belli bir ilerleme kaydedecektir.
İbni Haldun bu konuda şöyle der: Eğitim-öğretimde öğrencilere ve özellikle küçük çocuklara sert davranmak ve onları cezalandırmak son derece zararlıdır. Çünkü baskı altında yapılan eğitim, öğrencinin heves ve neşesini yok ettiği gibi, onu tembelliğe sevk eder. İçindekileri açıklayamadığı için riyaya ve ikiyüzlülüğe sürüklenir. Zamanla bu haller onda adet ve karakter hüviyetine bürünür. Böy- lece ondaki insani meziyetler bozulur ve sonuçta, güzel huy, üstün meziyet kazanma melekesi kaybolur; çünkü zulüm ve şiddet korkusu ile dürüstlük kazandırılmaya alıştırılan kişi, günün birinde baskıdan kurtulunca fazilet atmosferinden uzaklaşarak, çoğu kez rezalet yolunu tutar. İbn Haldun, o günün zabıtaları olan muhtesiplerin görevleri arasında öğrencilerini döven öğretmenlerin ellerine vurmayı da sayar.
İbrahim Halil ER
Hz. Muhemmed (s.a.v.)'in Eğitim Metodu
------------------------------------
[1] Buhari, İim,54
[2] Müslim, Libâs 52, (2090)
[3] Cami’ul Fevaid, 69, Bezzâr
[4] Cami’ul Fevaid, 67, Taberânî
[5] Cami’ul Fevaid, 1, Buhari ve Müslim
[6] Tirmizi, Sevabu’l-Kur’ân 2, 2879.H.
[7] Zuhrnf 77
[8] Mü’minûn 106-107
[9] Mü’minûn 108
[10] Tirmizi, Cehennem 5, (2589).
[11] Gazali, ihya
[12] Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (sav) (bir gün), Hasan İbnu Ali (ra)’yı öpmüş idi.
Bu sırada yanında bulunan Akra’ İbnu Habis, (sanki bunu tuhaf karşıladı ve:) “Benim on tane çocuğum var. Fakat onlardan hiçbirini öpmedim” dedi. Rasûlullah (sav) ona bakıp: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurdu.” Buhâri, Edeb 18, Müslim, Fedâil 65, (2318); Tirmizi, Birr 12, (1912); Ebü Dâvud, Edeb 156, (5218).Rezin ilâve etti: “(Rasûlullah (sav) şunu da söyledi:”Allah siz(in kalbiniz)den merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?”
[13] Ebu davut salât 24/490 tirmizi salât 182/407
[14] Abdullah İbnu Şeddad, babası radıyallahu anh’tan naklediyor: Der ki: “Rasûlullah (sav) iki akşam namazının (yani akşam ve yatsının) birinde yanımıza geldi. Hasan veya Hüseyin’den birini taşıyordu. Rasûlullah (sav) öne geçip çocuğu yere bıraktı. Sonra tekbir getirip namaza durdu. Sonra namaz sırasında uzunca bir secde yaptı.” Babam devamla dedi ki: “(Secde çok uzadığı için) başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim! Secdede olan Rasûlullah (sav)’ın sırtına çocuk binmiş duruyor. Ben hemen secdeme döndüm. Namaz bitince, Rasûlullah (sav)’a cemaatten: “Ey Allah’ın Rasûlü! Namaz sırasında öyle uzun bir secde yaptınız ki, bir hadise meydana geldi zannettik veya sana vahiy indi zannettik!” diye soranlar oldu. “Hayır!” dedi, “bunlardan hiçbiri olmadı. Velâkin, oğlum sırtıma bindi. Ben, acele edip hevesi geçmeden sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım (kendisi ininceye kadar bekledim).” Nesai, İftitah 83, (2, 229, 230).
[15] Cami’ul Fevaid, 956, 957, 958, 959, Ebû Dâvud, -İbn Amr b. el-Âs (ra)’dan: (Allah Rasûlü (sav) buyurdu:) “Çocuklarınıza yedi yaşlarındayken namazı emredin, on yaşında (eğer kılmazlarsa) dövün. Yataklarını da ayırın.” [Ebû Dâvud] Timıizî’de: “Çocuğa yedi yaşında namazı Öğretin, on yaşındayken (kılmazsa) dövün.” -Ebû Râfl’ (ra)’dan: Allah Rasûlü (sav)’nün vefatından sonra kılıcının kabzasında bir sahife bulduk, onda şöyle yazılıydı. “Bismillahirrahmarirrahîm. Kız
ve oğlan çocukların, erkek kardeşleriyle kız kardeşlerin, yedi yaşına girdiklerinde, yataklarını ayırın. Dokuz yaşma girdiklerinde eğer namaz kılmazlarsa dövün...” [Bezzâr]
[16] Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).