Kur'an-ı Kerim'de ise mealen, "Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!" (Nahl 43) buyrulmaktadır. Allahü Teâlâ'nın rızasına kavuşmak için de sebeplere yapışmak, bir âlimin gösterdiği yoldan gitmek gerekir. Kur'an-ı Kerim'de mealen "Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve O'nun rızasına kavuşmak için, vesile arayınız!" (Maide 35) buyruluyor.
Bu ayet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi ilim için yetkin, ehil birisinden ders alınmalıdır. Öyle herkesten ders alınmaz. Öğretme vasfına sahip olmalıdır.
Eğitimin en önemli unsuru öğretmenlerdir. Bir milletin eğitim ordusu ne kadar iyi yetişmiş, bilinçli, şuurlu ve idealist olursa geleceğe de o kadar güvenle bakabilirler. Bu nedenle, eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenlerimiz için ayrı bir başlık açtık. Bu konuyu da Hz. Peygamber (sav) kılavuzunda inceleyeceğiz.
Öğretme Sorumluluğu
Sorumluluk açısından kişi, önce öğrenmekle, sonra da öğretmekle yükümlüdür. Bilmediğini öğrenmeli, bilmeyene de öğretmelidir. Öğretme bir sorumluluk işidir. Öğreten kişi kendisine teslim edilmiş olan körpecik beyinlere istediği bilgileri yerleştirebilir. Kötü bilgiler yerleştirip onlara kötü örnek olduğu zaman ileride onların yapacağı kötülüklerden de kendisine pay verilir. Bilgisini diğer insanlarla paylaşmayan veya öğretme görevini ifa etmeyen kişiler, Hz. Peygamber (sav) tarafından şiddetle uyarılmışlardır. Peygamberimiz (sav) öğrenen veya öğreten olmayanların yaradılış gayesine ters düştüğünü ve hüsranda olduğunu belirtmiştir.
Şu hadîslerde de başkasına öğretmenin ehemmiyeti ifâde edilir:
Ebû Umâme (ra)'den: Rasûlullah (sav) buyurdu: "Kim bir kula Allah'ın kitabından bir âyet öğretirse, o artık onun efendisidir. Onu (yardımsız) tek başına bırakamaz ve kendini (hiçbir şey de ve yerde) ona tercih edemez.""4
Muâz b. Enes (ra)'den; Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Kim birine bir ilim öğretirse, onunla amel edenin ecrini, öbürünün ecrinden hiçbir şey eksilmeksizin alır."[1] [2]
Şu hadîsler de bildiğini öğretmekten kaçınanları tehdit eder:
Enes (ra)'dan: Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Kim bildiği bir ilmi, kendisine sorulduğunda gizlerse Allah da onu ateşten bir gemle gemler" 116
Câbir (ra)'den: Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Alimin susup ilmini yaymaması yakışık almaz. Câhilin de sormayıp susması doğru değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (âlimlere) sorun!'" (Nahl 16/43) 117
Ailenin Sorumluluğu
Eğitimde ilk sorumluluk aileye düşmektedir. Hatta, çocuğun ilk öğretmenleri anne ve babalarıdır. Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde "Doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Anne babaları Müslüman'sa Müslüman, Hıristiyan'sa Hıristiyan..."118 olur diyerek durumu açık bir şekilde ifade etmiştir. "Ey insanlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki yakıtı insanlar ve taşlardır" (Tahrim, 66/6) ayeti de aileye çocuklarının eğitimindeki sorumluluğu hatırlatmaktadır. Hz. Peygamber (sav) de bir hadisinde "Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona yazıyı yazmayı, yüzmeyi ve ok atmayı öğretmesidir." diyerek ailenin eğitim sorumluluğunu göstermekte eğitim işinin ailenin görevi olduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz."119 hadisi de yine aileye düşen sorumluluğu göstermektedir.
Her ne kadar kitabımızın konusu aile eğitimi değilse bile, nihayetinde her ebeveyn birer öğretmendir. Yani kendi çocuklarının öğretmenidirler. İlk eğitim de aileden başladığına göre, bu öğretmenlerimizin çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Onların yapacağı yanlışlıkların telafisi yoktur. Ailede sağlam eğitim almamış olan çocukların ileriki eğitim hayatlarında ne kadar iyi hocaların eline geçerlerse geçsinler o hatalar bir türlü tamir edilememektedir. Bu nedenle, öğretmenleri anlattığımız bir kitapta ebeveynleri de birer öğretmen gibi düşünmek zorundayız. Onların, çocuklarına iyi eğitim vermeleri gerektiğini hatırlatırız.
Peygamberimiz (sav): "Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın"120 "Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi bir miras bırakmış olamaz"121 diye belirtmiştir. Ayrıca O, çocukların sevilmesi gerektiğini tavsiye etmiş ve bunu bizzat da yaşamıştır. Peygamberimiz (sav)'in çocukları sevdiğini, öptüğünü gören bir bedevinin bunu yadırgaması ve çocuklarını hiç öpmediğini itiraf etmesi üzerine Peygamberimiz (sav)'in, "Allah senin kalbinden merhameti almışsa, ben ne yapabilirim."[3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] demesi, konuya verdiği önemi göstermektedir.
Bir ailenin çocuklarına verebilecekleri en iyi eğitim, gösterecekleri sevgi ve şefkattir. Çocuğun ailesinden gördüğü sevgi ve şefkatin derecesine göre kişiliği oturur. Sevgisiz ortamlarda büyüyen çocuklar, tabiî ki toplum için sorun oluşturacaklardır.
Aileye düşen bir diğer görev de çocuklarına karşı adil olmalarıdır. Çocuklarına karşı adil olmayan aileler, çocuklarının birbirlerini kıskanmaları ve birbirlerinden nefret duymalarına neden olurlar. Peygamberimiz (sav) bu konuda, "Allah'tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adaletli olunuz."122 diye buyurmuştur. Ayrıca, kız veya erkek çocuk ayırımı yapmak son derece sakıncalı ve büyük bir suçtur. İslam'a göre bu bir cahiliye anlayışıdır. Nitekim Peygamberimiz (sav) kız ve erkek çocuk arasında ayrım yapmayı hoş görmemiştir.[10] [11]
Günümüzde birçok aile, eğitim sorumluluğunu devletin sırtına vererek bir anlamda mesuliyetten kurtulduklarını sanmaktadırlar. Fakat bu aileyi mesuliyetten kurtarmaz. Devletin ne tür bir eğitim verdiği, verilen eğitimin yeterli olup olmadığını düşünmeli, ayrıca aile içinde de bir eğitim verme yoluna başvurmalıdır.
Öğretmenin Sorumluluğu
Aslında kitabımızın tümü bir anlamda öğretmenin eğitim konusundaki sorumluluğunu anlatmaktadır. Ama öğretme sorumluluğunu anlattığımız bir başlık altında öğretmenin sorumluluğuna değinmemek eksiklik olacaktır. Öncelikle, öğretmenin asli görevi öğretmektir. Bu görevi iyi bir şekilde yapmadığı zaman, her görevini ihmal eden gibi suçludur. Ayrıca İslam, öğretme görevini sadece öğretmene yüklemez. Bilen tüm insanlara bu bilgilerini bilmeyenlere öğretme sorumluluğunu da verir.
İbn Mes'ûd (ra)'dan: Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Bizden duyup da aynen duyduğu gibi (başkasına) tebliğ eden kişinin yüzünü Allah aydınlatsın! Kendisine tebliğ edilen niceleri vardır ki, duyandan daha kavrayıcıdır."[12] [13]
İbn Amr b. Âs (ra)'dan: Allah Rasûlü (sav) buyurdu: "Benden bir âyet dahi olsun (başkasına) ulaştırın! İsrâil oğulları hakkında (anlatılan hâdiseleri) de anlatın. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bana karşı -demediğimi dedi diye- iftirada bulunup yalan söylerse, ateşteki yerini hazırlansın"126
Rivayetlerinden birinde Ebû Hureyre şöyle anlatmaktadır: "İnsanlar diyorlar ki: 'Ebû Hureyre amma da çok hadis rivayet ediyor'. Allah şahit ki ben Allah Rasûlü (sav) yalan bir söz isnâd ederek sizi şaşırtmam. Eğer şu âyet olmasaydı size hiçbir hadis rivayet etmezdim: «Gerçekten indirdiğimiz belgeleri ve doğru yolu Kitâp'ta insanlara açıkladıktan sonra gizleyen kimseler var ya, onlara hem Allah lanet eder, hem lânetçiler lanet eder. Ancak tövbe edenler, ıslah olanlar ve gerçeği ortaya koyanlar müstesna; işte onların tövbesini kabul ederim. Ben tövbeleri daima kabul eden ve merhamet edenim.»127."128 Abdurrahman b. Ebzâ (ra)'dan: Hz. Peygamber (sav) bir gün hitâb ederek Müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu: "Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar.? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!"
Sonra hutbeden indi. Bir grup: "Bu sözleri ile acaba kimi kastetti?" dediler. Bunun üzerine: "Eş'arîlerdir. Çünkü onlar fakihtir. Onların cahil sucuları vardır, ayrıca yanlarında bedeviler de yaşamaktadır. Ama onlara bir şey öğretmiyorlar" dedi.
Eş'arîler bunu duyunca hemen Allah Rasûlü (sav)'nün yanına geldiler ve şöyle dediler: "Ey Allah Rasûlü! Bir kavmi övdün, ama bizi kötüledin, suçumuz nedir?"
"Bir kavim, komşularına, ilim öğretecektir, fıkıh öğretecektir, onlara öğüt verecektir. Onlara iyiyi emredecek, onları kötüden de alıkoyacaktır. Diğer kavim de onlardan öğrenecektir. Öğüt alacaklar, fıkıh öğreneceklerdir. Aksi halde onların cezasını hemen vereceğim." buyurdu.
Onlar da: "Ey Allah Rasûlü! Onlara bizden başkası vaaz veriyor mu?" dediler. Hz. Peygamber (sav) onlara sözünü tekrarladı. Onlar da karşı sözlerini tekrarladılar. Hz. Peygamber (sav), aynı şeyi tekrar edince, şöyle dediler: "Bize bir yıl mühlet ver" Onlara, komşularını eğitmek ve fıkıh öğretmek, öğütte bulunmak için bir yıl mühlet verdi.
Sonra Hz. Peygamber (sav) şu ayeti okudu: "İsrail oğullarından inkâr edenler, Davut'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi.[14] [15] [16]"[17] [18]
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî anlatıyor: "Rasûlullah (sav) buyurdular ki: ‘Kim insanların dini işlerinde Allah'ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah, Kıyamet günü onu ateşten bir gem ile gemler.'"131
Toplumun Sorumluğu
Eğitim sorumluluğu sadece aile ve öğretmene verilmemiştir. Bu sorumluluk tüm topluma da verilmiştir. Bir anlamda, toplumun içindeki yanlışlıklardan da hepimiz sorumluyuz. Bu yanlışlıkları el birliği ile düzeltmemiz gerekmektedir. Ebû Saîd (ra)'den: Rasûlullah (sav) buyurdu: "İçinizden her kim kötü bir şey görürse, onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse dili ile buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin ki bu, imanın en zayıf noktasıdır."™2 Hadisten de anlaşıldığı gibi, hepimiz birbirimizden mesulüz. Toplumu uyarma görevi bizim omuzlarımızda. Ayrıca, hadisi tersinden de okuyabiliriz. Yani, toplum bizi gerektiğinde uyarmaktadır veya uyarmalıdır.
Bu anlayışa günümüzde gelenekler, görenekler de diyebiliriz. İyi olan geleneklerimiz, bir anlamda toplumsal baskıyı oluşturarak hal ve hareketlerimizi denetim altına almaktadır. Geleneklere karşı çıkma, toplumun baskısıyla karşılaşmamıza ve hatta toplumdan dışlanmamıza yol açmaktadır. Günümüzün moda deyimiyle mahalle baskısı da diyebiliriz. Her mahallenin kurallarının uygulayıcısı bulunmakta ve bu kurallara uymayanlara karşı yaptırım uygulamaktadır. Bu bir anlamda Hz. Peygamber (sav)'in yüklemiş olduğu tebliğ görevinin ifasıdır diyebiliriz.
Peki, bu sorumlulukları yerine getirmeyenlere bir yaptırım var mıdır? İbn Mes'ûd (ra)'dan: Rasûlullah (sav) buyurdu: "İsrail oğullarının başına gelen ilk zaaf söyle başlamıştır: 'Kişi (zalim olan) başka bir kişi ile karşılaşırdı ve ona: 'Allah'tan kork, yaptığın bu kötü hareketi bırak! Çünkü bunu yapman helâl değildir.' derdi. Ertesi günü onunla tekrar buluştuğu zaman onda en ufak (müspet) bir değişiklik görmemesine rağmen yine de onunla dostluğunu sürdürüp, beraber yer içer ve otururdu. Böyle yapmaya başlayınca Allah (günah işleyenlerle arkadaşlık yapanların) kalplerini birbirine benzeterek kararttı. Sonra şöyle buyurdu: 'İsrail oğullarından kâfir olanlar Davut'un diliyle lanetlendiler... Yalnız onlardan çoğu yoldan çıkmışlardır.' (Mâide 78) Sonra Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: 'Vallahiya iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacaksınız ya da zalimin elinden tutup tam anlamıyla onu Hakk'a çekeceksiniz. Hak'tan ayrılmamayı temin edeceksiniz yahut Allah bazılarınızın kalplerini (günah işleyenler gibi) karartıp, onlar gibi sizi de lânetleyecektir."[19] [20]
Cerîr bin Abdullah (ra)'den: Rasûlullah (sav) buyurdu: "İçlerinde günahlar (masiyet) işleyen bir adam bulunup da (insanlar) onu önlemeye muktedir oldukları halde önlemezlerse, mutlaka Allah onlara ölümlerinden önce, onun yüzünden bir ceza verir."[21]
Câbir (ra)'dan: Rasûlullah (sav) buyurdu: "Allah meleklerden bir meleğe: 'Falan ülkenin altını üstüne getir!' diye vahyetti. Bunun üzerine melek şöyle dedi: 'Orada sana bir göz ucu kadar isyan etmeyen kulun vardır' Şöyle buyurdu: 'Onun da, onların da altını üstüne getirip yık! Çünkü onun yüzü, (onların yaptıklarına karşılık) bir an bile olsun değişmedi. Yani Allah için onlara kızmadı'."’35
Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi, toplumu uyarma ve eğitme görevini ihmal edenler, diğerlerinin yanlışlıklarıyla birlikte cezalandırılırlar. Bu, bilgi bize aynı zamanda toplumun bireyleri denetlediğini de göstermektedir. Buna da biz toplumsal baskı ve gelenekler demekteyiz.
Toplumu uyarmanın temel kuralı, yaptığımız ve uyardığımız şeyleri bizzat kendimizin yapmasıdır. Yoksa yapmadığımız şeyleri başkalarından istemek, çelişki olduğu gibi sözlerimizin etkisini de azaltacaktır. Örneğin içki içen birisinin başkaları içki içti diye kavga çıkartması buna en büyük örnektir. İbn Ömer (ra)'den: Rasûlullah (sav) buyurdu: "Herkim, kendisinin yapmadığı bir söz veya amele başkalarını davet ederse, o dediklerini uygulayıncaya kadar ya da yaptıkları o kötü şeylerden vazgeçinceye dek o, Allah'ın gazabında olur."’36
Enes (ra) dedik ki:"Ey Allah'ın Rasûlü! Biz yapmadıkça iyiyi emretmeyelim mi? Uzaklaşmadıkça da kötüden nehyetmeyelim mi?" Şöyle buyurdu: "Kendiniz yapmazsanız bile iyiliği emredin, kendiniz tamamen uzak durmazsanız bile kötüden nehyedin!"[22] [23] [24]
Sağlam bireyler, sağlam toplumlarda ortaya çıkar. Çünkü toplum veya başka bir deyişle çevre de bizim en büyük öğreticimizdir. Günümüzde çocuklarımız ev ve okulun dışında gününü sokakta geçirmektedirler. Dolayısıyla burada sokağın kurallarına göre bir eğitimden geçmektedirler. Sokağın kurallarının sağlam ve güvenilir olması, çocukların iyi bir eğitim almalarına yol açacaktır.
Devletin Sorumluluğu
Günümüzde neredeyse eğitim işi tamamen devletin sırtına yüklenmiş durumdadır. Hâlbuki daha önceleri eğitim işi bağımsızdı. Alimlerin evleri, camiler, kütüphaneler, saraylar ve çöl bir anlamda bu fonksiyonu yerine getiriyordu. Batıda da eğitim kiliselerin tekelindeydi. Batıda, eğitimin laikleşmesi (yani devletin eğitim işine el atması) reform hareketiyle birlikte oldu. Eğitim sisteminin kurumsallaşması İslam tarihinde Fatımilerin El-Ezher üniversitesi ve Selçukların Nizamiye medreseleri ile başladı.
İlk dönem İslam toplumun da her ne kadar eğitim işi bireylere bırakılmış olsa da, eğitimin niteliği, programı ve hedefleri bir anlamda devlet tarafından çizilmiştir. Bireyler, konulmuş olan bu programları takip ederlerdi. Hz. Peygamber (sav), Suffe mektebinde eğitimin temelini Kur'an, hadis, iman, ibadet, muamelat, okuma-yazma olarak belirlemiş, talebelerin muhakeme güçlerini geliştirmeye ağırlık vermişti. Bir anlamda eğitimden beklenenleri bu şekilde göstermişti.
Fakat zamanla devletin büyüyüp sınırların gelişmesi, devlet denilen mekanizmanın daha iyi çalışması için uzmanlara ihtiyaç duyuldu. Devletler, önceleri bu uzman ihtiyacını eski uygarlık bakiyelerinden sağlamaya çalıştılar. Fakat zamanla, bunun da sıkıntıları ortaya çıkınca kendi elemanlarını yetiştirmeye karar verdiler. Bu ilk yetişen nesil, daha çok usta - çırak ilişkisi şeklinde eğitim görmüşlerdir.
Devletin eğitim alanında faaliyet göstermesi ve vatandaşlarını eğitmesi gerektiğini bizzat Hz. Peygamber (sav)'in uygulamalarıyla görmekteyiz. O, Medine İslam Devletinin Reisi olarak bizzat eğitim işini takip etmiş, okullar açmış, Bedir esirlerinin çocuklara okuma-yazma öğretilmesini sağlamıştır. Bu durum, eğitim işinin aslında devletin bir sorumluğu olduğunu da göstermektedir. Çünkü devletin amacı, vatandaşların iyi ve bilgili birer insan olmalarını sağlamaktır. İslam devleti, bir sosyal devlettir.
İbrahim Halil ER - Hz. Muhammed (sav) Eğitim Metodu
--------------------------
[1] Rudani 202, Taberani
[2] Rudani 204, İbn Mâce
[3] Kutubu Sitte 6035, Tirmizî ve Ebû Dâvud
[4] Rudani 234, Taberâni
[5] Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714).
[6] Buhari, Kitabu’l-Ahkâm, 2
[7] İbn Mace, Edeb, 3
[8] Tirmizi, Birr, 33
[9] Buhari, Edeb, 18
[10] Ebû Davud, Büyû, 83
[11] Buharî, Edeb, 12-13
[12] Rudani 294, Tirmizi
[13] Rudani 295, Buhârî ve Tirmizi
[14] Bakara 2/159-160
[15] Rudani 297
[16] Mâide 5/78
[17] Rudani 310, Taberani
[18] Kutubu Sitte 6036
[19] Müslim ve sünen ashabı
[20] Ebû Dâvud ve Tirmizî
[21] Ebû Dâvud
[22] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’ta zayıf bir senetle.
[23] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir’de leyyin bir senetle
[24] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat ves-Sağfr’de