Haberin Kapısı

İslam'da Terbiye (Karakter Eğitimi) Metodu

EĞİTİM

Terbiye, Arapça kökenli olup "rabbe" fiilinin mastarıdır. Terbiyenin kökü olan "rab" kelimesi Allah'ın sıfatıdır. Kur'an'da yüze yakın yerde geçmektedir. Sahip, malik, terbiye, bir şeyi kemale erdirme anlamlarına gelir.

Tebliğ

Arapça bir kelime olup, beleğe fiilinin tef'il babının mastarıdır. Duyurma, bil­dirme, anlatma manalarına gelir. Tebliğ, aynı zamanda Peygamberlerin gerçek özelliklerindendir. Onlar, tebliğ etme, yani Allah'ın emirlerini İnsanlara duyurma görevi ile görevlendirilmişlerdir. "Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur"[1] "Peygamber (sav)'e düşen, sadece tebliğ yapmaktır"[2] "(Önce) en yakın akrabanı uyar."[3] ayeti nazil olunca, Hz. Muhammed (sav) ilk tebliği, evinde top­ladığı Abdülmuttaliboğullarına yaptı. Daha sonra Safa tepesine çıkarak halka seslendi ve halk O'nun etrafında toplandı. Onlara, "Şu dağın arkasında düşman var desem, bana inanır mısınız?" diye sorunca, halk, "Evet, sana inanırız. Çünkü senden yalan duymadık." cevabını verdi. Öyle ise size şiddetli bir azabı haber ve­riyorum. deyince, amcası Ebu Leheb hakaret ifade eden sözler sarf ederek, onu susturdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav)'in tebliğini engellemeye çalışan Ebu Leheb ve hanımı hakkında Tebbet suresi nazil oldu.[4]

"(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et."[5] Bu ayette söz konusu olan "hik­met" ve "güzel öğüt'; tebliğ ile ilgilenen insanlar için çok önemlidir. Hikmet, kişi­nin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, bunu körü körüne yapmamasıdır. Hikmet, hitab edilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarını göz önünde bulundurul­masını ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesini gerektirir. "Güzel öğüt" ise, kişinin muhatabını sadece mantıkî ikna metotlarıyla değil, aynı zamanda duygularını cezp ederek de inandırmaya çalışmasıdır.

Bu ayette geçen "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" emri de, tebliğ va­zifesini ciddi bir şekilde yerine getirmeyi talep etmektedir. Buna göre tebliğci, tatlı bir dile sahip olmalı, tebliğde soylu bir davranış göstermeli, cezp edici, akla ve mantığa uygun fikirleri öne sürmeli ve muhatabını en güzel bir şekilde ikna etmeye çalışmalıdır.[6]

Tebliğ, bir anlamda eğitimin ilk aşaması olduğu gibi, eğiticinin de başlıca gö­revidir. Bu aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)'in de ilk eğitim metodudur. Çünkü ilk vahiyden sonraki süreçte tebliğ ile görevlendirilmiştir. Tebliğin ilk aşaması ai­lesi daha sonra yakın arkadaşları ve akrabaları gelmiştir.

Terbiyeci, insanları doğruya iyiliğe ve güzelliğe davet eder. Böylece o bir an­lamda insanları eğitmiş olur. Ama bu eğitim bir okul havasında değil, insanın ruhi açıdan güzelleştirilmesidir.

İrşat (Emri bil Ma'ruf, Nehyi Anil Munker - İyiliği emr edip, kötülükten sakındırmak)

Doğru yolu gösterme, uyarma, irfan sahibi birinin bir kimseye tarikatı ve Al­lah yolunu göstermesi gibi anlamlara gelir. İrşadı yapan kimseye mürşit denir. Allah'ın, isimlerinden birisi de "er-Reşit"tir.[7] Reşit, mürşit anlamındadır. Mürşit, doğru ve hak yolu gösteren demektir. Şu halde irşâtta; rehberlik, doğru yolu gösterme, hak ve hakikate davet söz konusudur. [8] İrşat sorumluluğu bütün Müslümanları bağlamaktadır. Yani sadece öğretmenlerin veya belli kişilerin te­kelinde olan bir sorumluluk değildir.

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Günah işleyenlerin bulunduğu bir toplumda önlemeye gücü yeten kimseler olduğu halde bunu engellemezler­se, Allah'ın, kendi nezdinden onların hepsini kapsayan bir azabın gelmesi pek yakındır"[9] [10]"Şunu yeminle söylüyorum ki; siz ya iyiliği emreder, kötülükten sakındır- maya çalışırsınız; aksi halde Allah size içinizdeki en kötülerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder, fakat duaları kabul olunmaz"83 Allah Rasûlune (sav), insan­ların en hayırlısının kim olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “insanların en hayırlısı en çok okuyanı, en muttaki olanı, iyiliği en çok emredeni, kötülükten en fazla sakındırmaya çalışanı ve en çok sıla-ı rahim yapanıdır"84 (Kur'an-ı Kerîmde; “Siz insanların faydası için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötü­lükten vazgeçirmeye çalışırsınız"85

Bu hadis ve ayetlerden de anlaşıldığı gibi, irşat bir terbiye yöntemidir. Bu yöntemi kullanan muallime de mürşit denir. Genelde tasavvufta sıkça kullanı­lan bir yöntem olarak günümüze ulaşmıştır. Fakat her Müslüman birey, iyi insan yetiştirme uğruna irşada önem vermelidir. Çünkü eğitim sadece akla değil gö­nüllere de hitap eder.

Hidayet

İrşat etmek, doğru yolu göstermek, rehberlik yapmak. Zıddı; Saptırmak, ya­nıltmak, dalâlete düşürmektir. Hidâyet kelimesi (HDY) kökünden bir mastar olup terim olarak; küfür, şirk ve sapıklıklardan kurtularak, İslâm'ın aydınlık yoluna gir­mektir. “Ey Muhammed de ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim"86 "Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevk edecek, hiç bir kimse bulunmaz"87 "Ey Muhammed de ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Ben üze­rinize vekil değilim."88 "Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola sevk edecek, hiç bir kimse bulunmaz." 89,90

İslam terbiye metodunda insanları hidayete ulaştırma temel hedeftir. Yani insanları İslamla tanıştırmaktır. İnsan, ne kadar iyi olursa olsun, İslam ile şeref­lenmediği müddetçe eksiktir. Bu insanları hidayete kavuşturma vazifesi de Müs- lümanlarındır. Fakat yine de asıl hidayeti veren Allah'tır. Biz sadece onlara doğ­ru ve hakikatleri tebliğ edeceğiz. "Sen ne kadar hırs göstersen de yine insanların çoğu inanmazlar."91

Cihat

Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarf etmek anlamlarına gelmektedir. Yani bir konuda mücadele etmektir. Daha çok silahlı mücadele için kullanılsa da [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] aslında İslam cihadı hayatın tüm karelerine yerleştirmiştir. İslam'a göre nefisle yapılan mücadele de bir cihattır. Kişinin ilim öğrenmesi için yaptığı gayret de bir cihattır. İslâm'da cihat farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Ho­şunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı."[19] "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın."[20] "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız."[21] "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. "[22] Hz. Peygamber (sav)'de "Cihat kıyamete kadar devam edecek bir farzdır."[23] buyurmuştur.

Cihat, bir savaş veya intikam değildir. Cihat, kâinatı ve insanları sevmektir. Onları, küfür ve azgınlıktan kurtarma mücadelesi, bir arındırmadır. İnsanları sevmeyen, hatta kâinatı sevmeyen nasıl bunun yaratıcısını sevebilir. Sevgi üze­rine kurulmuş medeniyetimiz. Cihat bile, kainata hükmetmeye kalkışanlara ve kainatı fesada boğmak isteyenlere karşı, kainatı sevgiyle kollamanın bir ifadesi değil de nedir peki? Şehit; tüm insanlık uğruna kendisini feda eden bir aşık değil midir? Öylesine bir âşık ki, sevgisini kanıyla ispatlamaktadır.

Cihadın kendisi bir mekteptir. İnsanlar, cihat sayesinde olgunlaşırlar. Dava­larında sebat sahibi olurlar. Hatta davadaki samimiyetleri ölçülür. Fakat Ashap, cihat sırasında bile eğitimlerini ihmal etmemişlerdir. Cihatla ilmi çalışmayı birlik­te yürütmüşlerdir. — Ebu Said el-Hudrî şöyle anlatıyor: "Gazaya çıktığımızda Hz. Peygamber (sav)'in hadislerini dinleyip ezberlemeleri için bir veya iki kişiyi geride bırakırdık. Gazadan dönüşümüzde bu kişiler Hz. Peygamber (sav)'den dinlediklerini bize söylerlerdi. Biz de daha sonra bu hadisleri 'Hz. Peygamber (sav) şöyle buyur­du...' demek suretiyle halka aktarıyorduk." Kur'an'da da bu konuya şöyle değinmiş­tir: "Mü'minler toptan savaşa çıkmamalıdırlar. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler."

Tövbe

Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek demektir. [24] Bir pişmanlık belirtisidir tövbe. As­lında tövbe sadece bir pişmanlık değil, kişinin gerçekleri anlaması, yani kemale ermesidir. Kişi, yaptığı hatayı ulaştığı yeni bir ilimle öğrenir ve hatasından dolayı Yaratıcısından özür diler. "Ey müminler (inananlar) yürekten tövbe ederek (Na- suh tövbe ile) Allah'a dönün ki, Rabb'iniz kötülüklerinizi örtsün ve sizi içlerinde ırmaklar akan Cennetlere koysun"[25]

Tövbe, İslam terbiye metodunda sıkça kullanılan bir yöntem olup, ciddi bir eğitim ile ulaşılmaktadır. Tasavvuf terbiyesinde üzerinde durulan önemli bir me­seledir.

Sabır

Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etme anlamlarına gelir.[26] Sabır, İslam terbiyesinin önemli bir yoludur. Çünkü insanlar, hemen sonuç almak isterler. Sa­bır olmadığı zaman ilim de olmaz. Çünkü ilim bir günde elde edilmez. Uzun ve yorucu bir yolculuk sonucu ilim elde edilir. İslam, bu yola giren kişiye sabrı tav­siye eder ve ardından "Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir"[27] Sözünü hatırlatır.

Günümüz eğitim sistemlerinde sabır unutulmuştur. Hâlbuki gençlere sabır aşılandığında derslere daha iyi konsantre olacaklardır. Ders esnasında canları sıkılmayacaktır. Onlar, zorluklara göğüs germesini bileceklerdir. Sabrı bilen öğ­renciler sayesinde rehber hocalara bile fazla iş düşmeyecektir.

Tevekkül

Acizlik gösterme, başkasına güvenip dayanmak, Allah'a güvenme, O'nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gere­ken tedbirleri almak anlamında Kur'an'î bir terimdir.[28] [29] Hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terk edip, "Allah'ın dediği olur" diyerek kenara çekilmek de­ğildir. Nitekim Hz. Peygamber (sav), devesini salıvererek Allah'a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye "Onu bağla da öyle tevekkül et."102 buyurmuştur.

Tevekkül, çok güzel bir İslam terbiye ölçüsüdür. İnsana bir özgüven aşılar. Yani tevekkül, bazıların sandığı gibi aylak aylak gezme değil, -Hz. Ömer, Medine'de boşta gezen bir gruba: "Siz necisiniz?" diye sordu. Onlar da: "Biz mütevekkille­riz', dediler. Bunun üzerine büyük halife: "Hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (yiyici) lersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp sonra tevekkül edene mü­tevekkil denir" dedi. Tevekkül çalıştıktan sonra Allah'a güvenme ve yaslanma­dır. Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra Allah'a yönelmedir. Tıpkı bir çiftçinin tohumu ekip beklemesi gibidir tevekkül. Bazıların İslam'a yakıştırdığı gibi yanlış bir kadercilik değildir. Tembellik hiç değildir. "Kim Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter"[30] "Müminler, ancak o kimselerdir ki Allah anılınca kalpleri ürperir. Onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda o ayetler onların imanlarını artırır ve Rablerine te­vekkül ederler"[31]

Tevekkülü öğrettiğimiz öğrencilerde başarının daha da artacağını görece­ğiz. Çünkü onlar sabırsız olmayacaklar, her şeye öfkelenmeyecekler, iç dünya­ları daha dingin ve huzurlu olacaktır. Çünkü onlar biliyorlar ki "geceyi onaran bir mimar vardır. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır. Senden ümit kesmem, merhamet adlı bir çınar vardır."[32] Bu inanca sahip olan bir öğrencinin başarısını bir öğretmen olarak hayal edilmesi bile insana güven veriyor.

Müellefe-i Kulub

İslam kültüründe çok önemli bir kavramdır. Kalpleri İslam'a kazandırılmak istenen kişilere denir. Bunlar, aşamalı bir eğitimden geçerler. Öncelikle onlara İslam'ın uygulama boyutu gösterilir. Zorlaştırılmaz. Onların kaldırabilecekle­ri yükler yüklenir. Zorlayıcı davranılmaz. Olay, zamana bırakılır. Belli bir zaman sonra Müslüman olmaları beklenir. Bu yöntem, hem insanları kazanma sana­tıdır. Hem de insan iradesine saygı göstermedir. Çünkü, hiçbir insana empoze edilmez. Zorla, işkenceyle bir şey kabul edilmeleri istenmez.

Günümüz eğitim sisteminde pek kullanılmaz. Bu sisteme göre, eğitim haya­tına yeni başlayan veya yeni bir ders zorlanmadan alıştırarak verilmesi gerekir. Kişi, bu dersi alıp alamayacağına gördükten sonra karar verebilir. Bu da, kendi kapasitesini görmesini sağlar.

Zikir-Dua

Zikir; anma, tekrarlama, ezberleme anlamlarına gelirken; dua da seslenme, çağırma, yalvarma ve bir dilekte bulunma manasına gelir. İslam kültüründe üze­rinde çok durulan ve tavsiye edilen bir terbiye yöntemidir. Müslümanların Allah'ı çok anmaları (zikir) istenir. Böylece Allah'ı hatırlayan bir kalp, daha düzgün ve ideal insan olur. Dua ise, her işte Allah'a yönelmeyi gerektirir. Allah'a yönelen bir kalp, onun kullarına değil, Yaratıcısından istemeyi öğrenir. Başkalarının önün­de eğilip bükülmez. Sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, o sorunlardan daha büyük bir Rabbi olduğunu bilir. Ona güvenir. Elinde sürekli böyle bir güç taşır. Sıkıştığı zaman kullandığı sınırsız bir güçtür bu...

Dua, Mü'min'in silahıdır. Her zaman elinde hazır bekler. Talip yalnız değildir. Onun sıkıştıkça derdini dinleyen ve gerektiğinde çözüm sunan bir dinleyeni, yardımcısı vardır. Ne kadar sıkıntı çekse de onun yanında hep birisi vardır. Yalnız hissetmez kendini. Düşmez, yılmaz. Sıkıntılarını çözen Yaratıcısına sığınır.

Dua ve zikir Talebeye büyük bir güç katar. Onun eğitim hayatını tamamlama­sını sağlar. Maalesef günümüz laik eğitimde Yaratıcıyı dışarı attığımızdan, son derece agresif, sinirli ve sorunlu bir nesil yetiştiriyoruz. Yarınlarımız tehlikede. Çünkü bu gençleri anlayan kimse yok. Aileler parçalanmış ya da kültürel farklı­lıklar bulunmakta ve hatta çocuklarıyla ilgilenecek zamanları bile yok... Hâlbuki dua silahını kullanmış olsalardı o çocukları yalnız kalmazdı. Ne zaman sıkışsalar, onların yanında hep bir yardımcıları olacaktı. Fakat biz eğitim hayatımızdan Ya­ratıcıyı silerek kendimizi sildik. Güneş balçıkla sıvanmaz. Ruh onsuz olmaz. Her agresif harekette aslında ruh onu aramaktadır.

Takva

Terbiye yöntemlerinden birisi de takva sahibi olmaktır. Yani şüpheli şeyler­den sakınmaktır. Eğitim açısından yaklaşırsak, kişinin kendini koruması, yanlışa düşmemek konusunda titiz davranması ve dikkatli olmasıdır. Takva, Kur'an'da 258 defa kullanılmıştır. Takva; "vikaye" kökünden türemiş olup sözlükte bir şeyi muhafaza etmek, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düze­ne koymak gibi anlamlara gelir. Takva sahibi kimseye "muttaki" denir.

Takva, yanlışa ve hataya düşme korkusu değil, sevgi ve muhabbeti kaybetme korkusunu ifade eder. Takva sahibi olan talebe, yüce bir ahlaka sahip olur. "Kim takva sahibi olur (Allah'tan korkarsa), Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona bek­lemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur."106 Bir hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah'a karşı duyduğu takvasıdır."[33] [34]

İhlâs

Yapılan işi, gösterişe ve riyaya yer vermeden yapmaktır. İhlâs, bir kalp temiz­liğidir. Bir yüce ahlak göstergesidir. Sadece Allah rızası için yapmaktır. Bunun terbiyevi boyutu da yapılan işleri şahsi menfaat gözetme yerine yüce çıkarları almaktır. İmam-ı Gazali ihlâsı şu şekilde tanımlamıştır: "Bir şey karışıklıktan arın­dığı zaman, temiz olur. Saf ve temiz hareketlere de ihlâs denir."[35]

İhlâs sahibi olmanın sağlayacağı en önemli yarar, kötülüklerden arınma olacaktır. Bu sayede talip, kendini ilme daha iyi verdiği gibi, yüce bir ahla­ka da sahip olacaktır. Çünkü İslam'ın ilim politikasında sadece bilgi yüklen­mez. İnsanlara yüce bir ahlak da verilmek amaçlanır. Cübeyr dedi ki: "Ubâde b. es-Sâmit (ra)'e rastladım, dedim ki: 'Kardeşin Ebu'd-Derdâ ne anlatıyor duyuyor musun?' Söylediklerini ona anlatınca, şöyle dedi: 'Doğru söylemiş­tir. İstersen yeryüzünden kalkacak olan ilk ilmi sana bildireyim. Yeryüzün­den ilk kalkacak olan ilim, hu-şû'dur. Camiye girip de huşu içinde tek bir adam göremeyeceğin günler, pek yakındır." [36]

İbadetler

Tapmak, kulluk yapmak, itaat etmek, boyun eğmek anlamlarına gelmektedir. İbadet, kişiyi Tanrıya yaklaştırdığı gibi, iç huzur ve sükunetini de sağlar. İç huzur ve sükunetini sağlamış olan bir talebinin derse olan ilgisi daha da yoğun olacak­tır. İbadeti aslında biz Allah için değil kendimiz için yapmaktayız. Ama günümüz laik eğitimde ibadeti hor gören, hatta düşman gören bir anlayış yerleşmektedir. Bu durum, öğrencilerimize gücümüzün yetmediği, söz dinlemeyen bir neslin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. İbadetten uzak olan bir nefis, mağrur ve kibrin derinliklerine gark olduğu gibi, çıkarcılığı ve bireyselciliği öne almaktadır. "Ey iman edenler! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Umulur ki, sakınırsınız" 0

İbadet, kul olmanın bilincine varmaktır. Bu bilinç bizi birçok günahlardan, azgınlıklardan kurtaracaktır. Ama kul olduğumuzu göz ardı edersek azgınlaşırız. "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."

Nefis Muhasebesi-Nefis Terbiyesi

İnsan, aynı zamanda bir nefse sahiptir. Nefsin insan üzerinde hakları vardır. Fakat nefis iyiyi ve kötüyü ayırt etme özelliğine sahip değildir. O sadece hoşuna gideni ister. Anlık çıkarlarını ve arzularını tatmin etmeye çalışır. Yarını bile düşün­mez. Çıkarcıdır, öfkelidir. Bu nedenle, insanın hayatını kontrol edebilmesi için nefsini dizginlemesi ve terbiye etmesi gerekir. Nefis, her ne kadar hep kendi­ni düşünse, doğru ve yanlışı ayırt edemese bile terbiyeye gelmektedir. İyi bir binicinin güçlü dizginlerine boyun eğmektedir. Hayatın amacı, nefsin arzu ve hevalarını tatmin etmek değildir. Bu nedenle nefis terbiyesi, İslam terbiye me­totlarının önemli kilometre taşlarındandır. Nefsini terbiye etmiş bir insan, birçok arzu ve isteklerini elde edebilir.

Samimiyet

İslam terbiye metodunda terbiyecinin samimi yaklaşmasını tavsiye eder. «Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz.»’’2

Tefekkür ve Eleştirel Düşünme

Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Bir saatlik tefekkür; bir gecelik nafile namaz­dan daha hayırlıdır."113 Bu hadisten de anlaşıldığı gibi İslam, insanları düşünme­ye çağırmaktadır. Hatta düşünen, muhasebe eden insanların bu eylemini nafile [37] [38] [39] [40]

ibadetlerde üstün tutarak teşvik etmektedir. Çünkü ancak düşünmeyle gerçek­lere kavuşmak mümkündür.

Peki, neyi düşüneceğiz? Düşünme bir anlamda tefekkür, tüm hayatımızı, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızın muhasebesidir. Yani öz eleştiri yapacağız. Ha­talarımızı bulacağız ve onları düzeltmeye kalkışacağız.

Eleştirel düşünme ile insan hayatın yeniliklerine açık olur. Kendini sürekli ye­niler. Bir anlamda çağa ayak uydurur. Eleştirel düşünen insan, kendini sorgula­dığı için zekâsını geliştirir. Hatalarını düzeltir. Toplum içinde daha saygın bir yer edinir.

İbrahim Halil Er - Hz. Muhemmed (Sav)'in Eğitim Metodu

------------------------------------------------

[1] Mâıde 5/67

[2] Mâide, 5/99

[3] Şuarâ, 26/214

[4] Abdülfettah el-Kâdî, Esbâbü’n-Nüzul, Beyrut,(t.y.) s. 251

[5] Nahl, 16/125

[6] Turgay, Nurettin, İslam Ansiklopedisi, Tebliğ md., Şamil Yayınları

[7] bk. Hûd, 11/87

[8] İslam Ansiklopedisi, İrşad md., Şamil Yayınları

[9] Ebû Dâvud, Melâhim 17: İbn Mâce, Fiten, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 361, 363, 364,

366

[10] Ebu Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 388, 390, 391

[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 432

[12] Âlu İmrân, 3/110

[13] Yûnus, 10/108

[14] Ra’d, 13/33

[15] Yûnus, 10/108

[16] Ra’d, 13/33

[17] İslam Ansiklopedisi, Hidayet md., Şamil Yayınları

[18] Yûsuf, 12/103

[19] Bakara, 2/216

[20] Bakara, 2/193

[21] Tevbe, 9/29

[22] Tevbe, 9/36

[23] Ebû Davûd, el-Cihad, 33

[24] İslam Ansiklopedisi, Tövbe md., Şamil Yayınları

[25] Tevbe, 9/8

[26] İslam Ansiklopedisi, Sabır md., Şamil Yayınları

[27] Bakara, 2/153, 155

[28] İslam Ansiklopedisi, Tevekkül md., Şamil Yayınları

[29] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 60

[30] Talak, 65/31

[31] Enfal, 8/2 |

[32] Karakoç, Sezai, Ey Sevgili

[33] Talak, 65/2,3

[34] Ahmed b. Hanbel, II, 392, 442

[35] Gazzâlî, İhyâ u’ulumi’d-din, IV, s:379

[36] Tirmizî İlm 5, (2655).

[37] Bakara, 2/21

[38] Zâriyât, 51/56

[39] Saf, 61/2.

[40] Aliyul Kari’nin Uydurma hadisler kitabında bu hadis için şunları söylemektedir: Hadis değildir. Bu söz, Seriyyü’s-Sekatî (rh.a)’nin sözüdür.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.