‘Aklı var, ama fikri yok’ deyimi de, düşünmeden hareket eden insanların yaptıkları için kullanılır.
‘Zekâ’ sözcüğünü ise bir konuda, bir alanda, bir işte ‘yapılması gerekeni, yapılması uygun zamanda, yapılması uygun yerde, sonucu başarılı olacak biçimde yapma’ anlamında kullanırız.
Böyle davranmayanlar ‘akılsız’, ‘düşük zekâlı’, ‘zekâ fukarası’ olarak nitelendirilir.
‘Kurnazlık’ ile ‘zekâ’ arasındaki fark ‘zaman ölçeğinde’ ortaya çıkar. ‘Kurnazlık’; zaman içinde ortaya çıkıp yapanı güç durumda bırakırken ‘zekâ’; zaman içinde yapanın ‘akıllı olduğunu’ daha iyi kanıtlar.
Kurnazlığı zekâ sanıp, zekâ yerine koyup ödüllendiren kültürler hiçbir zaman kalıcı başarılara ulaşamazlar. Bu kültürler içinde yaşayan insanlar günü birlik yaşar, yüzeysel değerlendirmelerle avunur, basit başarılarla hayatını sürdürür. Onun için de ‘sayıya dayanan insan gücü’nün ‘evrensel etkinlik alanında’ hiçbir önemi yokken ‘yetkinliğe dayalı insan gücü’ her alanda ‘etkinliğini, üreticiliğini, yaratıcılığını’ sürdürür.
ÇOK YÖNLÜ BİR ZEKÂYI, PROBLEM ÇÖZÜMÜNDE TANIYABİLİRİZ:
1. Fark etme, (bunun için duyarlılık ve kabul edebilme gereklidir.)
2. Kavrama, (bütünlük algısı ve cesaret gerektirir.)
3. Olabiliri ölçme, (kendini ve koşulları ölçebilmeyi gerektirir.)
4. Olamazı ölçme, (günümüzü bilme, önceyi ve sonrayı hesaplama)
5. Uygunluk analizi, (kendini bilme, kişiliğini tanıma, değerler.)
6. Veri değerlendirmesi, (analiz yetisi, objektif tutum)
7. Yeni seçenekler sentezi, (pozitif düşünme, risk alabilme)
8. Seçenekler içinde karar verebilme, (cesaret, dayanıklılık)
9. Verdiği kararla harekete geçebilme, (irade, engelli koşuculuk)
10. Sonucu ölçerek yararlanma, (süreç ölçümü, deneyim, geleceğe aktarım)
Bu ‘On Adımda Zekâ’ süreci iyi değerlendirildiği zaman hem ‘akademik zekâ’nın hem ‘duygusal zekâ’nın bir sorunun çözümünde çok önemli rolleri olduğunu görebiliriz. Aynı zamanda okulda yapılan eğitimin, kitle iletişim araçlarının etkilerinin, insanlardan beklediklerimizin çeşitli yanlarını da görebiliriz. Problem, ister üzerimize saldıran bir köpekten korunma olsun, ister kazanmamız gereken bir sınav olsun, isterse gol atmaya hazırlanan bir futbolcu olsun, yapmamız gerekenlerin sırası bozulmaz. Değişen, bu sürecin hızıdır ve sürecin aşamalarını ne oranda kontrol edebildiğimizdir.
Eğer bir insan:
Fark ediyor, ama sorunun bütününü kavrayamıyorsa çözümü bulamaz. Bulduğu çözüm doğru çözüm olmayacağı için de kendi dışında etkenlere yüklenerek (şans, kader, filancanın suçu, fişmancanın kusuru) kendini rahatlatır.
Eğer bir insan:
Fark ediyor bütünü de kavrıyor, ama ‘olabilir-olamaz sınırları’nı ölçemiyorsa başarı oranını önemli ölçüde düşürür. Sonra da neden başarılı olamadığını anlamakta zorluk çeker.
Eğer bir insan:
Kendine ait olması gereken ‘düşünme ve yapma’ işlevini bir otoriteye bırakmışsa (otoriter aile, otoriter eğitim, otoriter siyasal sistem, grup otoritesi gibi) o kişi ‘yeni seçenekler üretme ve seçenekler içinde karar verebilme, verdiği kararla harekete geçme’ aşamalarını yapamaz. Bu durumda o adımlarda da ne yapacağının kendisine söylenmesini bekler. Bir toplum için en önemli konu ‘yetkin insan yetiştirmek’tir. Yetkin olmayan insan yetiştiren eğitimin de, meslek sahibi olmanın da, bir işte çalışmanın da 21.yüzyılda hiçbir önemi olmayacaktır. Onun için de her ülke gibi Türkiye’nin de en önemli sorunu, ‘aile, okul, çalışma ile ilgili sistemlerinin) hangi amaca yönelik çalıştığıdır: Bilineni yinelemeye yönelik standart koruyuculuk hedefi mi, yoksa eleştiren, tartışan, daha doğruyu bulmaya çalışan yetkin insan örgütlü toplum hedefi mi? Bugünkü uygulamalar aslında pek değişmeden sürüp giderken en büyük kaybımız ‘zekâsını çok yönlü kullanabilen yetkin insanlar’ olmaktadır. Bunun sonucu ‘günü birlik oyunların kurnazları’nın çoğalmasıdır ki bu durum bir toplum için en büyük tehlikedir. ‘Yetkin insanlar’ olmadan ‘örgütlü toplum’ olamayacağının anlaşılması için daha çok zamanın geçmesi mi gerekiyor?