*ilkin bütünüyle hoşa gidenler, bir solukta tükeniverenlerdir.
*Biçim, eserin sırrıdır.
*Tekrar beni okusunlar diye yazıyorum.
*Gereksiz şeyi yok etmekten daima büyük bir zevk duydum.
*Okuyucu, yazarını kendisinin seçtiğini sanır, hiç de öyle değil. Okuyucusunu seçen sanatçıdır. Biri diğerine layıktır. Bayağı iltifatları pek aramayan bazı yazarlar, büyük ve işi başından aşkın bir kalabalıkta kendilerine layık olan pek az okuyucu bulurlar. Onlara, daha geniş ve birbirinden daha uzaklarda bulunan bir topluluk içinde daha seçme okuyucular lazımdır. Bayağı okuyucuyu hoş görmek, bazı okuyucuları o nisbette beğenmektir.
*içimizde uyuklayan ve uyanmak için bir temas, bir ses, bir kelime bekleyen, varlığını bile bilmediğimiz nice prenses vardır!..
*Büyük adamın yalnız bir tasası vardır. Mümkün olduğu kadar insani olmak, daha doğrusu alelade olmak... Asıl şaşılacak şey de en büyük kişiliğin böylece elde edilmesidir.
*Gerçek sanatçı, eserin arkasında insanı arar, öğreneceğini de ondan öğrenir.
*Büyük sanatçılar taklid etmekten hiçbir zaman korkmamışlardır.
*Etki bir şey yaratmaz; uyandırır.
*Büyük sanatçı, güçlüğün coşturduğu, engeli kendisine sıçrama tahtası yapan adamdır.
*Konuşurken sesimin, az mı, çok mu yankı uyandıracağını düşünmeli miyim?... Hiçbir şey sözün sesini bunun kadar bozmaz, düşüncenin hürlüğünü daha kesinlikle ortadan kaldırmaz.
*Kolaylıkla söylenen şeylerle benim işim ne? Kuvvetimi ve kabiliyetimi yeter derecede nasıl kullanacağımı bana öğretmeyen bütün nazariyelere öldüresiye kinim var.
*Yalnız kalmadıkça hiçbir şeyin doğruluğunu sezemiyorum.
*Bütün büyük sanat eserlerinin anlaşılması oldukça güçtür. Eserin ruhuna nüfuz edemediği için, okuyucu onları kolayca anlaşılır zanneder. Bu esrarlı ruhu, çok saygısızca bir yaklaşmaya karşı savunmak için karanlığa hiç de ihtiyaç yoktur; çünkü bu hususta açıklık da yeter.
*Mümkün olduğu kadar az yazmayı adet edindim.
*Çok konuşanların çoğu zaman az eser verdiklerini bildiğim için, söyleyecek hiçbir şeyim olmadığını ileri sürerek söze başladım.
*Klasisizm, yalnız îcazı arar, bu, az sözle çok şey söylemek sanatıdır. Bir çekingenlik, bir alçak gönüllülük sanatıdır. Klasiklerimizden her biri ilkin göründüğünden çok heyecanlıdır. Romantik sanatçı, ifadeye verdiği debdebe ile, gerçekte olduğundan çok heyecanlı görünmeğe çalışır, o suretle ki romantik yazarlarımızda, kelime bir teviye heyecanı ve düşünceyi önler ve aşar; romantik sanatçı, klasiklerimizde o kadar gösterişsiz ifade edilmiş şeyin realitesinden şüphe ettiren, bir kültür azlığının sonucu olan zevk gerilemesine cevap vermekteydi. Onlar iyi kavrayamadığımız ve yarım yamalak anladığımız için, klasiklerimize neticede soğuk göründüler ve en güzel olan ölçülülük, bir kusur sayıldı.
*Romantik yazar, sözlerinin daima beri tarafında kalır; klasik yazarı, sözlerinin daima ötesinde aramak lazımdır... Romantikler için önemli olan şey, artık heyecanlı olmak değil, heyecanlı görünmektir... heyecan kelimede sona ermiş, orada durmuş gibidir; söz halini almış, söz de onu tüketmiştir. Burada yükselen tek akis, sesten başka bir şey değildir.
*Bana öyle geliyor ki, klasik adını vermekten hoşlandığımız nitelikler özellikle ahlaki olanlardır, klasizmi, tabiatiyle ahenk halinde olan bir erdemler topluluğu telakki ediyorum. Bunların başında alçak gönüllülük gelir. Kendini beğenmişlik, bir şeye düşkünlük, daima romantizmle beraberdir. Klasik mükemmellik hiç şüphe yok, bireyin yok oluşunu değil, bireyin uysallığını, bağlılığını ve kelimenin cümleye, cümlenin sayfaya, sayfanın esere uyuşunu gerektirir. Bu, bir hiyerarşinin açığa vurulmasıdır.
*Klasizmle romantizm arasındaki mücadelenin her kafa içinde dahi bulunduğunu dikkate almak lazımdır. Eser, bizzat bu mücadeleden doğmalıdır; klasik sanat eseri, düzenin ve ölçünün, iç romantizm üzerindeki zaferini anlatır. itaat altına alınan şey önceleri ne kadar isyancı ise eser de o kadar güzeldir. Eğer madde önceden itaat altına alınmışsa, eser soğuktur ve hiçbir ilgi uyandırmaz. Gerçek klasisizmin, ne her şeye sınır çizen, ne de her şeyi çıkarıp atan bir yanı vardır. Klasisizm, yaratıcı olduğu nisbette muhafazakar değildir; arkaizme yüz çevirir ve her şeyin önceden söylenmiş olduğuna inanmak istemez.
*Baudelaire: "Bütün büyük şairler sonunda tabiatiyle eleştirmen olurlar. Yalnız içgüdülerinin ardından giden şairlere acırım; bence onlar tam değildirler. Eleştirmen olan şairlerin fikir hayatında bir buhranın böşgöstermesi mukadderdir, bu buhran içinde sanatları üzerinde düşünmek, eserlerini yaratırken dayandıkları gizli kanunları bulup meydana çıkarmak ve bu incelemeden en yüksek amacı şiir ürününde yanılmazlık olan bir dizi kural çıkarmak isterler."
*Uyanık zekasının en büyük düşmanı müphemlikti. Kendisini tesadüfe bırakarak çalışan sanat adamını affetmiyordu. "içlilik ve pornografi ikiz kardeştirler, her ikisinden de nefret ediyorum" diye yazıyordu. Stendhal'in uyanıklığına, keskin çizgisine, onun zevk almadığı şeylere karşı duyduğu can sıkıntısına, aldanmamak hususundaki devamlı dikkatine, kendini gurura kaptırmamasına değer veriyordu. Halbuki Valery'nin asıl aradığı şey kudretti. Ona göre, bol eserlerle kolayca elde edebileceği başarı kadar daha az çekici bir şey olamazdı. Şu halde yapılacak şey sadece sebat etmekti. işte bunun için Valery yirmibeş yıl durmadan çalışarak sustu. O, bütün bu zamanı hazırlanmakla geçirmişti. Artık kendisini hazır hissediyordu, kendine ve metoduna hakimdi.
*Romanı, romana öz olmayan unsurlardan arıtmak. Karma ile işe yarar hiçbir şey elde edilemez. Her şeyde olduğu gibi sanatta da arılık! Önemli olan budur.
*Bir kitap, derin bir gereklikten doğmuş görünürse ve bu gereklik bende bir yankı bulursa, işte ancak o zaman beni ilgilendirir. Birçok yazar bugün oldukça iyi kitap yazıyorlar, bunlar kadar başarılı daha başka kitaplar da yazabilirler. Bu yazarlarla kitapları arasında gizli hiçbir ilişki bulmuyorum, kendileri de beni ilgilendirmiyor; edebiyatçı olmaktan ileri gitmiyorlar ve kulak verdikleri hiç de demon'ları değil (çünkü ondan yoksundurlar), sadece halkın eğilimidir.
*Bütün gereksiz olanı çıkarıp atmaktan daima büyük bir sevinç duyarım. Kağıt sepetlerim "pişmanlıklar"la dolup taşıyor; bunlar bırakılsaydı, bir bolluk sanısını verebilirdi; ama benim bu sahte zenginlikle ne işim var?
*Sanatın ve edebiyatın toplum sorunlarıyla hiçbir ilişiği olmadığına, bu işi göze alırlarsa, ancak yollarını şaşıracaklarına aşağı yukarı inanmış bulunuyorum.
*Bir eseri o andaki etkisine göre değerlendiren yeni kuşağın önderleri işte en çok bu noktada bizden ayrılıyorlar. istedikleri gene çabucak elde edilen bir başarıdır. Oysa biz, kırkbeşimizi aşıncaya kadar adsız, beğenilmemiş, küçümsenmiş olarak bir köşede kalmayı pek tabii buluyorduk. Bugün olduğu kadar yarın da, coşturucu ve günün olmaya çalışan, zamanın aşındıramadığı hayran olduğumuz eserler gibi, sırf sürekli bir eser vermek kaygısı içinde, süreye güveniyorduk.