Siyonistler Filistin’e Osmanlı Devleti yıkılmadan yerleşemeyeceklerini anlayınca planlarını “Devlet-i Aliye’nin tasfiyesine yönelttiler ve var güçleriyle çalıştılar.’’ Bütün Mason teşkilatlarını Osmanlı Devletine tevcih ettiler, Jöntürkler ve İttihat ve Terakki Partisi üzerinden mevcut sistemi deforme ettiler. Ülke toprakları üzerindeki bütün etnik milliyetçi akımları desteklediler, Balkanlarda Osmanlı aleyhtarı ittifakı harekete geçirdiler. Bir araya gelmesi mümkün olmayan Bulgar, Rum, Makedon, Karadağlı, Sırp, Romen ne bulduysalar bütün etnik unsurları Osmanlı aleyhine ayaklandırdılar. Bununla yetinmeyen Türk Masonları 1908’de Avusturyalı Mason kardeşlerine “Bosna-Hersek’i hediye ettiler.” İtalyan Mason teşkilatının payına “Trablusgarp(Libya) vilayetimiz düştü”. İş bununla kalmadı 550 yıllık Balkan vilayetlerimiz bir yılda elden çıktı. Bulgar orduları Çatalca’ya dayandı. Bütün bu ihanetlere rağmen Birinci Dünya Savaşı öncesi “Devlet-i Aliye halen büyük güçtü.” Birinci Dünya Savaşı Osmanlıyı tasfiye etmek için çıkartıldı. Arap coğrafyasındaki vilayetlerimizde elimizden alınarak, Türkler Anadolu’ya sıkıştırıldı, burnunun ucundaki adalar Yunanistan’a hediye edilerek çembere alındı. Türkiye’nin eli kolu bağlandıktan sonra Siyonist hedeflerin gerçekleştirilmesi aşamasına geçildi.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi arifesinde Lord Rothschild 18 Temmuz 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’a kendi imzasıyla takdim ettiği mektupta üç önemli teklifte bulunmuştur. “Birincisi Filistin’in Yahudi vatanı olması, ikincisi Yahudilere kısıtlama getirilmeden buraya göç etmeleri, üçüncüsü ise; Yahudilerin burada kendi kendilerini idare etmeleridir.”
Balfour Bildirgesi yayınlandığında, 1917 yılında Filistin nüfusunun 570 bini Müslüman, 74 bini Hıristiyan ve 75 bini Yahudi idi. Bildirge ile Filistin’e Yahudi göçleri hızlanmış, yaklaşık 16.500 Yahudi Filistin’e göç etmiştir. Birinci Aliyah olarak adlandırılan bu göçten sonra 8 büyük aliyah (=göç) gerçekleşerek Müslüman nüfus dengesinin bozulması çalışması başlatılmıştır.
İngiltere Filistin’i mandasına aldığı andan itibaren Filistin’e Yahudi göçüne göz yummuş, gizliden gizliye göçü teşvik etmiştir. Bu durum Arapların sert mukavemetine neden oluyordu. (Fahir Armaoğlu)
ABD, 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi aldığı ortak bir kararla Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulması projesini kabul etmiştir.
3 Aralık 1924 tarihinde İngiltere’nin Filistin üzerindeki mandasını tanıyan Amerika, İngiltere ile bununla ilgili bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmanın en önemli maddesi, hatta ABD için çok çok önemli olan tarafı 7. maddedir. Çünkü bu madde, İngiltere’nin manda rejimindeki uyguladığı tüm kararları ABD’nin onayına sunması; dolayısıyla ABD’nin bundan sonra Filistin’de yaşanacak her türlü gelişmede söz sahibi olmasını mecburi hale getiriyordu. (F. Armaoğlu)
Arapların Yahudi göçüne mani olmak için gösterdikleri mukavemeti kırmak için Yahudi terör örgütleri amansız cinayetler işlemeye başladı. 9 Nisan 1948’de, Irgun adlı radikal Yahudi örgütünün, ileride İsrail Başbakanı olacak lideri Menahem Begin’in öncülüğünde Yahudi militanlar tarafından yapılan “Deir Yasin Katliamı” iğrenç cinayetlerden sadece bir tanesidir.
Yahudi cinayet şebekesi Kudüs’ün yakınında bulunan bir Arap köyü olan Deir Yasin’e baskın yaparak 254 kişiyi katletmiştir. Katliamın başında olan Begin, “Eğer Deir Yasin zaferi olmasaydı, İsrail Devleti de olmazdı” demiştir. Bundan sonraki süreçte İsrail’in başına geçen bütün yöneticiler eli kanlı en zalim katillerden seçilmiştir, bunun istisnası yoktur.
İsrail’in Ortadoğu’daki varlığını garantiye almak sadece yönetimlerin desteği ile olmaz bunu başarmak için Amerika’da halk desteğine ihtiyaç vardır. Hıristiyan halk geleneksel olarak Yahudi düşmanı olduğundan halkın Yahudilere sempati duyması beklenemez. Bunu başarmak için “Evangelizm” adlı “Siyonist Hıristiyan” bir tarikat oluşturulmuş, 70-80 milyon insan bu tarikata katılmaya teşvik edilmiştir. Benzer bir teşkilat Moon Tarikatı adıyla G. Kore’de(SUN MYUNG MOON) kurulmuş halkın %40’ı 50 sene içinde Hıristiyanlaştırılmıştır.
Bu tarikata göre (Evangelizm) dindar Anglikan kilisesine bağlı biri şöyle bir inanca sahip olmalıdır: Tüm Yahudilerin yurtlarına götürülmesi, Büyük İsrail’in kurulması halinde Mesih dünyaya inecek ve tüm Yahudileri Hıristiyan yapacaktır. İnsanlığın kurtuluşu gerçekleşecektir. Bu nedenle Mesih’in dönüşünü hızlandırmak için İngilizlerin/Amerikalıların bu kutsal görevi üstlenmesi, Amerikan halkının bu projeye destek vermesi gerektiğine inanmaktadır.
İnsanlığın kurtuluşu için bu projeyi desteklemek, bu uğurda her türlü taktik ve tekniği kullanmak, yalan söylemek, hile yapmak, cinayet işlemek, provokasyon yapmak meşrudur. 1982’de Oded Yinon Planı ve bu plana bağlı olarak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamaya geçti. 22 İslam Devleti parçalanacak ufalanarak sınırları değiştirilecektir. Buna Türkiye’de dâhildir.
Bu projeye ilk önce Yahudi asıllı aydınlar inanmadı. Neturei Karta Tarikatı’na mensup Yahudiler; “Siyonist Planın insanlığa ve Yahudilere büyük zararlar açacağını söylediler”, İsrail zulümlerine karşı çıktılar. Rachel Corrie isimli bir Yahudi Hanım “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” Dedi. Filistin’de ev yıkmaya çalışan bir İsrail buldozerinin altında can verdi. Richard Falk'ın "meşruiyet savaşları" dediği mücadele böylece başladı. İslam dünyası halen meşru müdafaa konumuna geçememiştir, parça parça yenilgiye uğratılarak ufalanmaktadır. Her gün yeni bir sarı öküz vererek günü kurtarmaktadır. Bir kısmı da sözde stratejik hamleler yaparak, diğer bir Müslüman kardeşiyle savaşarak hasmın ekmeğine yağ sürmektedir. Diğer bir kısım kendini uyanık sanan politikacılar da ucuz ayak oyunlarıyla sıranın kendine gelmesini geciktirerek sözde zaman kazanmaktadır.
İslam dünyası maalesef cellâdına âşık yönetimlerin elinde alçakça ve rezilce aşağılanmaya devam etmektedir. Durum budur.