Allah’u Teâlâ Peygamberimizin nurunu Ahzap suresinde şöyle anlatmıştır.
"Ey Peygamber! Seni (ümmetinden tasdik edip etmeyenler üzerine) bir şahid, (iman edenlere Cenneti) bir müjdeleyici, (kâfirlere Cehennemle) bir korkutucu gönderdik. Hem Allah’ın dinine ve Ona ibadete Onun izniyle bir davetçi, hem de nur saçan bir kandil olarak". (Ahzab-45-46)
Cehalet ve sapıklık karanlıklarında onunla aydınlanılır.
Hazreti Allah C.C. bu ayette Aleyhisselâm Efendimizi kandile benzetti. Nasıl ki bir kandilden bin kandil yakılır ve onun ziyası noksanlaşmazsa, Peygamberimizin nuru da bunun gibidir. Allah’ü Teâlâ her şeyi Onun nurundan yaratmıştır. Ama nurundan hiç bir şey eksilmemiştir.
Hadis-i Şerif: Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.
O nur gözlerin nurudur.
O nur her şeyden öncedir.
Haberde geldi ki:
Melik-i Cebbâr olan Mevlâmız hayırlıların efendisi Peygamberimizin nurunu yaratacağı zaman kendi aziz ruhundan bir parça aldı, ona hitap etmek ile şereflendirdi ve şöyle buyurdu:
-“Ey nur, kulum Muhammed ol!”
Nur bu sözü dinledi ve itaat etti, en güzel bir şekilde telbiye etti. (Lebbeyk). Onun nurundan bir direk oluştu ve tespih ile meşgul oldu. Bu hadise insan ve cin, zamanlar ve mekânlar yaratılmazdan önce idi.
Hazreti Ali Radıyallâhü Anh’dan:
Allah’ü Teâlâ mahlukatı yaratmazdan altı yüz yirmi dört bin sene evvel habibinin nurunu yarattı. Sonra on iki perde icat etti ve habibinin nuruna bu on iki perdenin hepsinde uzun müddet durmasını emretti. O nur her birinde Allah’ı tespih etti. Efendimizin nuru bu tabakalarda durma vazifesini tamamladığında Hazreti Allah kendisine on denizde seyir etmesi emrini verdi. Gaffâr olan Allah’ın izniyle bu denizlerde marifet cevherlerine dalıp bolca istifade etti. Her denizde Allah’ın dilediği kadar tespih ediyordu. Efendimizin nuru bütün bu mertebeleri elde ettikten sonra Cenabı Hak kendisine bu denizlerden yüz yirmi dört bin damla almasını emretti. O da aldı. Enbiyây-ı Mürselin’in nurları bu damlalardan oluştu. (6)
Efendim, sen bahâ nurunun denizisin,
Enbiyâ senin feyzinin sızıntılarıdır.
Sen her iyilik ve ihsanın temelisin,
Takvâ sahipleri senin vasıtanla meramına ulaştı.
Daha sonra Hazreti Allah Efendimizin nuruna bütün alemleri dolaşmasını ve oralarda kendi zikri ile meşgul olmasını emretti. Peygamberimizin nuru şöyle zikrediyordu:
Kendisine cehalet arız olmayan âlimi tesbih ederim.
Kendisine cimrilik arız olmayan cömerdi tesbih ederim.
Sonra Hak Teâlâ Habibi’nin nurundan parlak bir mücevher yarattı. Onu yardı ve iki parçaya ayırdı. Birine heybet, diğerine de şefkat nazarıyla baktı. Heybet nazarı ile baktığı parçadan akarsular, denizler ve nehirler yaratıldı. İşte bu (heybet nazarı ile bakılmış olması), bunlardaki istikrarlı olmayışın sırrıdır. Şefkat nazarı ile müşerref olan parçadan ise dört şey; Arş, Kürsî, Levh ve Kalem yaratıldı.
Kalemin yaratılmasından sonra Hazreti Allah kendisine heybet nazarı ile baktı ve o da ikiye ayrıldı. Cenab-ı Hak kaleme yazmasını emretti. Kalem:
-“Ne yazayım?” diye sordu. Allah’ü Teâlâ:
-“Şu kavlimi yaz,” buyurdu.
-“Benden başka ilâh yoktur. Mülkümde benim ortağım da yoktur. Muhammed benim kulum ve Rasülüm’dür.
Kalem bu hitap ile müşerref olunca Cenab-ı Hakk’ın tevhidinin lezzetine hayran kaldı ve şöyle dedi:
-“İlâhi, sen Allah’sın, senden başka ilâh yok. Tek sen varsın. Senin şerîkin de yok. Ancak, ismini zatının ismi ile beraber zikrettiğin Muhammed kimdir?” Allah C.C. şöyle buyurdu:
-“Ey Kalem, İzzetim ve Celâlim hakkı için, Muhammed olmasa idi Arş’ı, Sema’yı, Arz’ı, Cennet ve Cehennemi, gece ve gündüzü yaratmazdım. Mahlukatı da ancak Muhammed’e ikram olsun diye yarattım.”
Kalem, Muhammed Aleyhisselâm ile ilgili bu övgü dolu sözlerin tadından uzun süre şaşkınlık içinde kaldı. Sonra da:
-“Selâm senin üzerine olsun Ey Muhammed,” demesi kendisine ilhâm edildi ve o da öyle dedi. Allah’ü Teâlâ bu selâma Habib’i tarafından şöyle cevap verdi:
-“Selâm, rahmetim ve bereketim senin üzerine olsun ey Kalem.”
İşte bu esrar (lı sebep)tendir ki selâm vermek sünnet, almak ise vacib oldu.
Sonra Hazreti Allah Kaleme, kıyamete kadar meydana gelecek hâdiseleri Levh-i Mahfuz’a yazmasını emretti. (7)
Daha sonra Allah’ü Teâlâ Cenneti yarattı ve onu dört şey ile süsledi:
1-Ta’zim,
2-Halâvet (tat, zevk),
3-Sehâ (cömertlik),
4-Emânet (emin, korkusuz olmak). (8)
Sonra Ay’ı yarattı ve gecenin karanlıklarını onunla kaldırdı. Sonra Güneş’i yarattı ve gündüzü onunla aydınlattı. Gündüzü de maişet kazanmaya sebep kıldı.
Melekleri yarattı ve onlara Habibi’nin nuruna salavat ile emretti. Kullarının faydalanmaları için de Semavat, Arz ve yıldızları yarattı.
Allâhü Te’âlâ bir Hadİs-i Kudsİde Peygamberimiz (s.a.v.) için; “Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım” buyurdu. Câbir b. Abdullah (r.a.) bir gün Nebî (s.a.v.)’e şöyle sordu: “Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.)! Allah (c.c.) mahlûkâtı yaratmadan önce neyi yarattı?”
Nebî (sav.) “Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah, tüm mahlûkâtı yaratmadan önce, Peygamberinin (Hz. Muhammed (s.a.v.)’in) nurunu kendi nurundan yarattı. O nûr, Allah’ın dilediği kadar o hâli ile kaldı. O nûr, yaratıldığı zaman, mahluklardan hiçbir şey yoktu. Levh-i Mahfuz, kalem, cennet, cehennem, melekler, yerler ve semâlar, güneş, ay, insan ve cin… Kısacası hiçbir şey mevcûd değildi. Hz. Allah mahlûkâtı yaratmak istediği zaman, o nuru dört kısma ayırdı. Birinci bölümünden kalemi, ikinci bölümünden Levh-i Mahfûz’u, üçüncü bölümünden ise Arş-ı A’zam’ı yarattı.
Allah (c.c.) kalemi, yarattığı zaman, yüz boğum halinde yarattı. Öyle ki, bir boğumla diğer boğum arasında elli yıllık bir mesafe vardı. Ve Hz. Allah o kaleme yazmasını buyurduğu zaman, kalem: “Ne yazayım ya Rabb?” diye sordu. Yüce Allah da “La ilahe illallah Muhammedün Resûlullâh” yaz, diye buyurdular. Bunun üzerine kalem şöyle dedi: “Bu Muhammed ismi ne kadar güzel ve yüce bir isimdir ki, onu kendi isminizle birlikte andınız. Bu isim, hangi kudsî kişinin ismidir?”
Hz. Allah: “Ey kalem onu büyük bir edeble yaz. O isim, benim Habîbimin ismidir ki; Arş’ı, Lehv’i ve ey Kalem seni dahi onun nurundan yarattım. Eğer onu yaratmasaydım, şu anda hiçbir mahluku yaratmazdım” deyince, Allah (c.c.)’nun heybetinden kalem çatlayıp yarıldı” buyurmuşlardır.
Kalemin o sözü söyleyen kısmı kesildi. Herhalde bunun içindir ki, kalem yarılıp kesilmedikçe onunla hiç bir şey yazılama-makta. Buradan çıkarılan ve önde gelen bir ma’nâ da, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e karşı her türlü durumda son derece edebli olmaları gerektiğidir.
(Muhammed Kara Davud (rh.a.), Delâil-i Hayrat Şerhi, 119.s.)
Prof. Dr. Selami BAKIRCI
Atatürk Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Öğrt. Üyesi