Kronolojik İslam tarihinde Hira ilk sırada yer alır. Fakat biz bu çalışmamızda günümüzde yapılan ziyaretlerdeki sıralamayı gözönünde bulundurduk. Hira Peygamber Efendimize ilk vahyin nâzil olduğu mağaradır. Mekke’nin üç mil (4,8 km.) kuzeydoğusunda bir dağın adı olup, bu dağdaki bir mağarada Peygamber Efendimize ilk vahyin gelmesiyle İslam tarihinde meşhur olmuştur. İlk vahyin geldiği mekân oluşu sebebiyle bu dağa “Cebelü’n-nûr (Nur Dağı)” adı da verilir.
Peygamber Efendimiz, risâlet görevinin kendisine verilmesinden önce, özellikle 35 yaşından sonra Mekke’nin şirk, ahlâksızlık, haksızlık ve zulümle dolu havasından sıyrılarak sık sık Hirâ Dağı’ndaki bu mağaraya gidip uzlete çekiliyordu. Hirâ Mağarası’nda kendisini Allah’a vererek O’nun varlığını, birliğini, kudret ve azametini; insanların aczini ve Allah’a olan ihtiyaçlarını, ama buna karşılık, onların isyanını, ahlâksızlık ve sapıklıklarını tefekkür ederek Cenâb-ı Hakk’a kullukta bulunuyordu. İşte bu şekilde, Hak Teâlâ’ya kullukta bulunduğu anlardan birisinde kırk yaşında iken, bu mağarada O’na ilk vahiy indirildi ve peygamberlik verildi. Rasûl-ü Ekrem, peygamberliğinden sonra da bazen Hirâ Dağı’na gitmiştir.
Hirâ Dağı’nda susuzluk sebebiyle hemen hemen hiç bitki ve ağaç mevcut değildir. Sadece çok az miktarda dikenli çalılar görülür. Hirâ Mağarası bugün dahi mevcudiyetini korumakta olup hacca ve umreye gidenlerin ziyaret ettiği bir yerdir.
Nûr dağı, kendisini çevreleyen dağlar arasında uzaktan far-kedilmekte olup, özel bir yapı arzeder. Mekke’den Mina’ya giden yolun yakınındadır. Hacılar Mina’da birkaç gün geçirirler. O dönemde tatbik edilen bir âdete göre, yolunu kaybedenlere yardım için bu dağın tepesinde ateş yakılmış olması ve bu nedenle Nûr dağı denilmiş olması mümkündür. Nitekim o dönemde Müz- delife’de bir tepe üzerinde ateş yakıldığı bilinmektedir. Başka tepelerde ve bu arada Cebel-i Nûr üzerinde de ateş yakılmış olması mümkündür. (M. Hami- dullah, İslâm Peygamberi, I, 64-65)
Cebel-i Nûr ve onun üzerinde bulunan Hira Mağarası Hz. Muhammed (s.a.s.)’e inen, insanlara ilim ve medeniyet yolunu gösteren ilk vahye beşiklik yapmıştır: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alâkdan (kan pıhtısından) yarattı. Oku, Rabbın en büyük kerem sahibidir. O, (insana) kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” (Alâk, 1-5 ) ayetleri burada inmiştir.
İlahi Nübüvvet zincirinin son halkası, tevhid inancının temsilcisi, Peygamberler ailesinin son mensubu Hz. Muhammed (s.a.s.) yeni bir medeniyet inşa ediyordu. Ona bu görevi veren Allah (c.c.) ilk emir olarak ahlaklı ol, çok ibadet yap, fazla çalış vb. emirleri “oku” emrini veriyordu.
Bu medeniyetin temelini ilim oluşturuyordu. Neyi okuyacağı hususunda bir açıklama yapılmamıştı. (Arapçada mefulün hazfi umuma delalet eder.) İnsanlığın faydasına olan bütün bilgiler bu medeniyette son derece önem arz ediyordu. Bütün bu ilimlere, Allah’ın adıyla ve Onun rızası için olunca ayrı bir değer ifade ediyordu. Bilgi için harcanan her vakit ibadet olarak sevab hazinesine yazılıyordu.
Hira dağının civarında şu gerçeği Allah için bir düşünelim ne olur! Temeli, özü “oku” diye başlayan bir dinin mensupları bizler, bugün bu emre ne kadar uymaktayız? Kendimize bir soralım. Allah’ın kitabını okumayı biliyor muyuz? Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah’ın rahmet incileri olan hadis-i şeriflerinden ne kadar haberdarız. “OKU” emrine muhatap olan Pey- gamber’in okumayan ümmeti olmak ne kadar incitici!
Geliniz, burada bir karar alıp kendi kendimize bir söz verelim. Memleketlerimize döndüğümüzde -yaşımız kaç olursa olsun- bilmeyenlerimiz mutlaka Kur’an okumayı öğrenmeye başlayalım. Bilenlerimiz ise, o ilahi mesajı anlamak için onun tefsir ve meallerine yönelelim inşallah...
Her hacımız kendi kapasitesine göre Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatını anlatan bir eseri mutlaka okusun. Ona olan sevgimiz sözde olmaktan çıksın. Daha bilgili, O’nu anlayan ve O’na uyan ümmet olmaya çalışalım.
Hira Mağarasını ziyaret edip Hz. Peygamberimizin hanımı, müminlerin annesi, iffet ve namus timsali Hz. Hatice’yi anmadan gidemeyiz. Rabbim cümlemizi şefaatine nail eylesin.
O, Arapların en asil kavmi olan Kureyşin en pak ailelerinden idi. Babası Huveylid, annesi Fâtıma’dır (İbn İshak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidul- lah, s. 60).
Hz. Hatice’nin baba tarafından soyu Kusay’da Peygamberimizin baba tarafından soyu ile birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Lüey’de ile bileşmektedir. (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, 96).
Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam’a ticaret kervanları düzenlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece güvenilir bir insan olduğunu öğrenince, O’na ticaret ortaklığı önerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Hz. Hatice’nin bu teklifini kabul etti.
Hz. Hatice O’nun başkanlığında bir ticaret kervanım Şam’a gönderdi. Aynı zamanda kölesi Meysere’yi de O’nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sırasında Hz. Muhammed (s.a.s.)’de bulunan harikulade hallere şâhid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (s.a.s.) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında Meysere’yi de dinleyince, O’na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. O’na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’e evlenme teklifinde bulundu. (İbn Ishak, 59).
Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu amcası Ebu Talib’e anlattı. Ebu Talib Hz. Hatice’yi Hz. Muhammed (s.a.s.) için istedi. İki aile anlaştı. Düğünleri o zamanın örf ve adetlerine göre, Hz. Hatice’nin evinde yapıldı. Düğünde Ebû Talib ve Hz. Hatice’nin amcası Amr b. Esed birer konuşma yaptılar. İkisi de konuşmalarında hikmetli ifadelerde bulundular ve evlenecekler hakkında güzel şeyler söylediler. Ondan sonra misafirlere ikram yapıldı, yemekler yenildi. Ebû Talib nikâhlarını kıydı. Mehir olarak 500 dirhem altın tesbit edildi (İbn, Sa’d Tabakat, VIII, 9).
O zaman, rivâyetlerin ekseriyetine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.) 25 ve Hz. Hatice 40 yaşında idiler. Aralarında 15 yaş fark vardı (İbn Hacer, el-İsâbe, 539). Bazı rivâyetlerde bu yaş farkının daha az olduğu kayıtlıdır.
Rasûlullah (s.a.s.)’ın evlendiği ilk kadın, Huveylid’in kızı Hatice’dir. Hz. Hatice ilk olarak Atik b. Aziz’le evlendi, ondan bir kızı oldu. Onun ölümünden sonra, Temimoğullarından Ebû Hale ile evlendi. Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu. Onun da ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.s.) ile evlendi. (İbn İshak, 229).
Hz. Hatice’nin Rasûlullah (s.a.s.)’den Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kâsım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi. Kelbî’nin rivâyet ettiğine göre, önce Zeynep, sonra Kâsım, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Aziz el-Cürcânî de, Kâsım’ın Zeynep’ten daha önce doğduğunu nakletmiştir (İbn el-Esir, Usdü’l-Gâbe, I, 434).
Hz. Hatice, Rasûlullah (s.a.s.)’e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, O’na ilk inanan, Onunla beraber namaz kılıp O’na ilk cemaat olan kişi vasfını kazandı. Daima Hz. Muhammed (s.a.s.)’e destek oldu, O’na moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile O’nun başarılarına katkıda bulunmaya çalıştı.
Burada şu hususa dikkat etmek gerekir. Hz. Hatice varlıklı bir kadın olduğu için, onunla Mekkede birçok kimse evlenmek isteyebilirdi. Ama o Hz. Muhammed’i tercih etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ise birçok güzel kadınla evlenme şansı varken, dul bir kadın olan Hz. Hatice annemizi tercih etti. Ona olan sevgisini vefatından sonra bile kaybetmedi. Böylece kutlu Nebi, mutlu bir aileye kavuşmuş oldu. Hz. Nuh ve Hz. Lut Peygamberlerin hanımlarının eşlerine köstek olması, ehli küfür ile ittifak içinde olmaları düşünüldüğünde, Hz. Hatice annemizin Efendimize olan sadakati, imanı, desteği ayrı bir öenm kazanmaktadır. Onun için müminler kurdukları her aile yuvasında “Allah’ım Hz. Muhammed (s.a.s)
ile Hz. Hatice annemiz arasındaki sevgiyi, muhabbeti ve ülfeti bu evlenen- lerede nasip eyle” diye dua eder, o büyük bağlılığı yâd ederler.
Hz. Hatice, Allah’ın selâmına ve Rasûlullah (s.a.s.)’in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir kadındı. O; imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlullah (s.a.s.); “Hristi- yan kadınlarının en hayırlısı İmrân’ın kızı Meryem, müslüman kadınlarının en hayırlısı ise, Hüveylid’in kızı Hatice’dir” buyurdu. Bu konudaki diğer bir hadisinin meali şöyledir: “ Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır: İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Hüveylid’in kızı Hatice ve Muhammed (s.a.s.)’in kızı Fâtıma.” (İbn İshak, s.228).
Hz. Peygamber, Nübüvvet öncesi ve sonrası Hira dağında inzivaya çekilir, tefekkür ederdi. Bu esnada müminlerin annesi Hz. Hatice eşine erzak getirirdi. Mekke şehir merkezinden Hira 5km. civarındadır. O yolu katetmek bir sarp dağa tırmanmak ayrı bir zorluk içermekteydi. O tüm bu zahmetleri rahmet olarak kabullenmişti. İşte böyle bir gün Cebrâil (a.s.) Rasûlullah (s.a.s.)’e gelerek şöyle buyurdu: “Hatice’ye Allah’ın selâmlarını söyle.” Rasûlullah (s.a.s.): “Ya Hatice, bu Cebrâil’dir, sana Allah’tan selam getirdi” deyince, Hz. Hatice, Allah’ın selamını büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrâil’e de iade-i selâmda bulundu. (İbn Hişâm, es-Sîre,, I, 257).
Tam bu noktada bugün hasret kaldığımız bir noktaya değinmeliyiz. Aile saadeti! eşler arası huzur! mutluluğu çarşı pazarda değil sıcak yuvalarda yaşayabilmek, ne kadarda önemli. Bizlerde eşlerimizle aramızda sevgi, sadakat, samimiyet, saygıyı geliştirirsek rabbimiz bizlere vede yuvalarımıza “Selam” ve “Rahmetiyle” tecelli edecektir.
Allah’ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz. Hatice (r.a.), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefât etti ve Mekke’deki Hacun (Cennet’ül-Mualla) kabristanına defnedildi. (M. Asım Köksal, a.g.e. s. 302).
Bünyamin Albayrak