Bugün İslâm âlemi tarihi boyunca geçirdiği dönemlerin en kötülerinden birini yaşıyor. Önceki yüzyıllarda şimdi olduğu gibi problemler bütün Müslümanlara aynı anda gelmiyordu. Zaaf, sıradanlık ve yokluk İslâm ümmetinin tamamını kuşatmıyordu.
Meselâ Endülüs felâketi müslümanlann geçmiş yüzyıllarda yaşadığı olaylardan biriyse, Filistin sorunu da bunlardan biridir. Müslüman- lar Endülüs’ten el etek çekerken, genç Osmanlı Devleti de İstanbul’u zorluyor ve onu İslâm dünyasına başkent yapıyordu. Ardından da ordularıyla Viyana’ya kadar giderek Avrupa'nın içlerine giriyordu. Ama Filistin düştüğünde, müslümanlar dünyanın her yerinde pek çok olumsuzlukla karşı karşıya kaldılar. Filistin, Habeşistan, Eritre, Çad, Nijerya, Hindistan, Afganistan... Güçlerini birleştirmiş devletlerin İslâm’a ve müslümanlara komplolar kurduğu bir sırada İslâm âlemi parçalanıyor, yine parçalanıyor, tekrar parçalanıyordu.
Bu, İslâm âleminin yaşadığı, geçmişte bir benzeri olmayan kritik bir durumdur.
Bu olanlar gelişigüzel değildir. İnsan hayatmda hiçbir şey rastgele olmaz zaten. İnsanî hayatta her şey, aksamayan, yaratılmışlardan hiçbirine ayrıcalık göstermeyen İlâhî kanunlara göre olmaktadır:
“Sen İlâhî kanunlarda bir değişiklik bulamazsın. Sen İlâhî kanunlarda bir başkalaşma da bulamazsın.” (Fâtır, 43)
Allah Tealâ’nın kâinatta geçerli kanunlarından biri de, bir ulusa verilen nimetleri onlar kendilerini değiştirmedikçe yani yoldan sapmadıkça değiştirmemesidir:
“Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah ’ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah’ın işiten, bilen olmasındandır ” (Enfal, 53)
Allah Tealâ’nın kâinatta geçerli kanunlarmdan bir diğeri de, salih- lerin soyundan olduğu için kimseye ayrıcalık etmiyor oluşudur:
"Rabbi İbrahim 7 birtakım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, Seni insanlara önder kılacağım.1 demişti O Soyumdan da önderler yap, ya Rabbi!1 deyince, Allah, ‘Zalimler benim ahdime erişemez. ’buyurmuştu.” (Bakara, 124)
Onlara da müminlerden ve salihlerden olmaları için imkân tanır:
“Allah sizden inanıp iyi işler yapanlara vaat etti: Onlardan öncekileri nasıl sahip ve egemen /aldıysa, onları da yeıyüzünde sahip ve egemen kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlamlaştıracak, korkularının ardından onları (tam) bir güvene erdirecektir. Onlar hep Bana kulluk ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Ama kim(ler) bundan sonra da inkâr ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır. ” (Nur, 55)
Fakat Kur’ân-ı Kerim’i normal bir miras gibi devralanlar; onu kendilerine ait ve bağlayıcılığı olan değil de babalarından ve dedelerinden kalan bir şey gibi görenler, işte kötü nesil onlardır. Yüce Allah’ın kitabında, İsrailoğulları’ndan söz edilirken, müslümanların onların sonlamdan ders almaları için onlara şöyle hitap edilmektedir:
“Aralarından yerlerine gelen birtakım kötüler, Kitab ’a mirasçı oldular. 'Biz nasıl olsa affedileceğiz. ’ diyerek Kitab’ın hükümlerini değiştirme karşılığında bu değersiz dünyanın mallarını alırlar; yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul ederlerdi. Onlardan Allah ’a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dair Kitab üzerine söz alınmamış mıydı? Kitab’da onları okumamışlar mıydı? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için, ahiret yurdu daha hayırlıdır. ” (A’raf, 169)
Allah Tealâ’nm;
“Onların ardından, namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığım göreceklerdir. ” (Meryem, 59) dediği kimseler de onlardır.
Bunlar hep, insanların hayatında olayları yönlendiren İlâhî kanunlardır. Kimseye hoşgörülü davranmadığı gibi, hiçbir insanın arzusuna göre de değişmezler.
Yüce Allah, İslâm ümmetine birçok açıdan lütufta bulunmuştur. Daha önceki ümmetlerden takva sahiplerine vaat ettiği gibi onlara da göğün ve yerin bolluğunu bağışlamıştır:
“Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarım verirdik. ” (A’raf, 96)
Resüluilah’ın (s. a.) uyarıp dikkatlerini çektiği duruma düşünce de egemenlik, huzur ve güven; alçaklığa, zaaf ve yıkana, sürgüne, felâketlere, ölümlere dönüştü:
“Milletlerin, o burun çanağına üşüştüğü gibi, üzerinize üşüşmesinden korkulur ‘O gün azınlık olacağımızdan mı ya Resûlullah?1 dediler. Buyurdu ki: Siz o gün çok olacaksınız. Ama sel(in iizerin)deki çer çöp gibi. " (Ahmed ve Ebu Davud’un rivayeti)
Değişen nedir? Ve değişme nasıl oldu?
Müslümanlarm hayatlarında tarih boyunca pek çok sapmalar oldu. İlâhî yöntemden her sapışta, sapmanın şekline ve etki derecesine, ümmetin yönetici, âlim ve halkıyla- tutumuna göre hızlı veya yavaş ortaya çıkan sonuçları da vardı şüphesiz. Nihayet sapma son noktaya gelince de sonucu huzur, egemenlik ve güven yerine bugün gördüğümüz zaaf, yoksulluk ve korku olmuştur.
Samimî davetçilerden çoğu müslümanlara gelen felâketin, sağlıklı İslâmî yapıdan sapan ahlâk ve gidişatları sebebiyle olduğu kararındadırlar. Müslümanların ahlâkî çöküntüye girdikleri son derece açıktır. Yaşamlarına bulaşan yalan, hile, ikiyüzlülük, zaaf, korku, eğik başlar, dine yamanan şeyler, günahlar, gençliğin yaşadığı dağılma ve çözülme, insanların günahları ve inkârcılığı olağan saymaları... Evet, daha başka onlarca nitelik ve işler... Hiçbirinin İslâm’da yeri yok ama “müslümanların” yaşadığı ortam da budur!
Yine de ahlâkî sapma, müslümanlarm, yaşamlarındaki tek sapma da değildir; en tehlikeli olan sapma da değildir. Problem sadece ahlâktaki sapma olsaydı -kötülüğüne rağmen- çok daha kolay olacaktı!
Problem büyüyerek “kavramlar”daki sapmaya kadar vardı... “Lâ ilâhe illallah”tan başlamak üzere İslâm’ın temel kavramları bunun içindedir.
Ahlâkı bozuk ama dinin gerçeğini tasavvuru doğru olan bir insanın ahlâkî bozukluğunu düzeltmek için çalışırsın; ama kafasındaki kavramları düzeltmek için çaba sarf etmezsin. Halbuki sapma, kavramlara kendisindeyse, önce kavramlarm sonra da ahlâkın düzeltilmesi için ne kadar yoğun bir çaba gerekir acaba?
İslâm âleminin bugünkü gerçek durumu budur: Sapma ahlâk noktasını aşmış ve dinin temel ilkelerine kadar inmiştir. Bu nedenle de İslâm, Resûlullah’m (s.a.) dediği garipliği yaşamaktadır:
“İslâm garip başladı; başladığı gibi yine garip olacaktır. ” (Müslim)
Garip oldu; ama kendi insanları arasında garip! Ondan sapmış tavırları şöyle dursun, onu özüne muhalif anlıyorlar. Yüce Allah’ın Kitabında ve Resülü’nün (s.a.) sünnetinde belirtilen ve müslümanlarm ilk yol gösterici âlimlerinin (Allah onlardan razı olsun) hayatlarmda en iyi şekliyle uygulanan haliyle karşılaştılar da onu mu yabancı görüyorlar!
Problemi özünden çözmeliyiz: Kavramlar yanlış kaldıkça, sadece ahlâkın düzelmesi için yapılacak çalışmalar tam bir sonuç vermeyecektir. Ümmet de asrımızda düştüğü bataklıktan çıkamayacaktır. İlk müslüman topluluğun İslâm’ın birinci garipliğini kaldırmak için gösterdiği çaba gibi, biz de ikinci gariplik dönemini kaldırmak için yoğun bir çaba sarf etmeliyiz.
Günümüzde İslâmî uyanıştan beklenen de bu yoğun çabadır, tik yapılacak şey de çalışma yönteminin düzeltilmesidir.
Bu dini anlamaya nereden başlamalı?
Allah’ın Kitabı, Resülü’nün (s.a.) sünneti ve ilk dönem müslüman- larınm (r.anhüm) örnek hayatlarından mı, yoksa Islâm ümmetine uzun yolu boyunca değişik etkenler ve ekollerle, bulanık fikirlerle olan yakınlığıyla kavramlarımıza giren sapık ve yabancı fikirlerden mi? Çalışma yöntemi düzeltildikten ve buna bağlı olarak da, sonraki müslümanlarm hissinde, İslâm’ın temel kavramlarında oluşan sapmalar da aslına çevrildikten sonra, öncekilerden aşağı kalmayan bir görev daha düşüyor bize: Bu dinin kavramlarına göre sağlam bir eğitim, kendisiyle sonuç umulan gerçek çalışmadır. Ne var ki sağlam bir temel olmadıkça o da bir sonuç vermez.
Bu kitap bazı İslâmî kavramlarm düzeltilmesi için yapılan mütevazı bir çalışmadan ibarettir. Kavramların Allah Teâlâ’nın kitabı, Resülü’nün (s.a.) ve ilk dönem müslümanların (r.anhüm) örnek hayatlarından kaynaklanan ilk şeklini gösterip, İslâm ümmetinin tarihi boyunca eklenen sapmaları çıkarmaktadır.
“Lâ ilâhe illallah” İslâm şartlarının birincisi ve en büyüğüdür. Müslümanların hayatındaki en büyük sapma da onda olmuştur. İbadet de öyle. Bu iki kavram geniş ve kapsamlı anlamıyla ümmetin yükselişinde ve eylemlerinin büyüklüğünde gözlemleniyordu. Şimdiki dar ve cılız anlamıyla da müslümanların sıkıntısını çektiği yıkık hayat çıktı ortaya...
Bu kavramlar düzeltilir ve müslümanların nefislerinde gerçek ve canlı-faal durumu yerleşirse, Yaradan’ın lütfuyla, müslümanların içine düştüğü bütün saplantılar ve bunların hayatlarında bıraktığı izlerin düzeltilmesi için yol açılmış olacaktır.
Yaradan beni bir noktada başarılı kılarsa, lütufları için şükrediciyim O’na.
Başarı ancak O’nunladır.
Muhammed Kutııb