İsmail (a.s.) büyümüştür, çocukluğunu bitirmek, ergenlik çağına girmek üzeredir. Bakanları bir kez daha baktıracak güzelliktedir ve o ölçüde de ahlakî güzelliğe sahiptir. Annesi Hacer’in yardımcısı ve Hacer’in gözbebeğidir. Issız Mekke tepelerine bırakılmalarının üzerinden yıllar geçmiştir. Zaman içerisinde bırakıldıkları vadi bir yerleşim yeri haline gelmiş, her geçen gün de bu vadide ikamet eden insanlarının sayısı artmıştır.
İbrahim (a.s.) da ara sıra eşi Hacer ve oğlu İsmail’i görmeye gelmektedir.
Bir gün İbrahim (a.s.) rüyasında oğlu İsmail’i boğazladığını görür. Ya da İsmail’i kurban etmesi kendisine emredilir. Bu rüyadan bir şey anlamaz, ancak içine korku ile karışık bir duygu düşer. İkinci gece aynı rüyayı bir daha görür. Bu sefer bir kat daha dehşete düşer. Bu dehşet ve karmaşık duygular içinde bulunurken, üçüncü gece de aynı rüyayı tekrar görünce, mesele kafasında netleşir.
Emir açıktır, oğlu İsmail’i kurban etmesi istenmektedir. Her ne kadar ilahî emirler Cebrail (a.s.) tarafından gönderiliyorsa da peygamberlerin rüyaları da sahihtir, rüyalar da vahyin cüzlerinden bir cüzdür. İbrahim (a.s.) hiç kimseye bir şey söylemeden yola koyulur, aldığı emrin gereği yerine getirilecektir.
İbrahim (a.s.) Mekke’ye gelir, eşi Hacer’e oğlu İsmail’i hazırlamasını ve birlikte bir yere gideceklerini söyler. İsmail hazırlanır, babası ile birlikte yola koyulurlar.
Bu arada şeytan da boş durmaz. Önce yolculuğu esnasında İbrahim (a.s.)’a musallat olur. Bir peygamberin oğlunu nasıl kurban edebileceği, bundan vazgeçmesi gerektiği yönünde yaptığı bütün telkinler boşa çıkmıştır. Şeytan’ın bütün çabalarına İbrahim (a.s.)’ın verdiği cevap nettir:
—Biz Rabbimiz’e teslim olmuş kullardanız. Mel’un Şeytan, yanımdan defol!
Bu sefer de Hacer’e musallat olur. Der ki: “İbrahim oğlunu nereye götürüyor, biliyor musun? Oğlunu kesecek, kurban edecek.” Daha başka birçok yalan yanlış telkinlerde bulunur. Hacer der ki:
—İbrahim çok merhametlidir, o evladını boğazlamaz. Ancak Rabbi ona böyle bir şeyi emretti ise, o emri yerine getirmelidir. Bize düşen Rabbimiz’in emrine teslim olmaktır.” Buradan da bir sonuç alamayan şeytan, boğazlamanın yapılacağı yere, İbrahim ile oğlu İsmail’in yanına gider. İsmail’e yanaşır ve ona babasının kendisini boğazlayacağını söyler:
—”Ey İsmail, haberin yok, baban seni boğazlamaya götürüyor.”
—Babam beni boğazlamaz. Eğer Rabbi ona böyle bir emir verdi ise, biz Rabbimiz’in emrine amadeyiz.” İbrahim (a.s.), Şeytan’ın oğluna iliştiğini fark eder. Oğluna Şeytan’ı yanından kovmasını, taşlamasını söyler. İsmail babasının dediğini yapar ve Şeytan’ı taşlar. Şeytan başarısız olmuştur, önce İbrahim, ardından Hacer, şimdi de kurbanlık İsmail şeytana karşı, Rablerine tam bir teslimiyet örneği göstermişlerdir.
Bu arada bugün Mina olarak isimlendirilen mevkiye gelinmiştir. İbra- him(a.s.) oğluna seslenir:
—”Yavrum, rüyamda bana seni boğazlamamı, kurban etmemi emrettiler. Bu Rabbimiz’in bir emridir. Ona uymak, teslim olmak bizim vazifemizdir.” Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber verilmektedir:
“Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin? dedi.” O da cevaben:
—Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffat; 37/101,102)
İbrahim (a.s.) oğlunun bu teslimiyeti karşısında Rabbine hamd etti. İsmail son sözlerini söyledi:
—Babacığım, ellerimi, ayaklarımı ve gözlerimi bağla, bir de yüzümü yere doğru tut ki, yüzümü görüp de merhamet duyguların kabarır, belki kalbine bir şüphe düşer. Elbiselerin de kanlanmasın, annem kanlı elbise görmesin. Anneme de selamımı söyle.”
Bu olayı hayret ve dehşet içinde bütün melekût âlemi seyrediyordu. Tarihin en büyük dramı ve teslimiyeti yaşanıyordu. Bir tarafta yıllarca evladı olmayan bir baba, yıllar sonra evlat sahibi oluyor, şimdi de bu tek evladını Rabbine kurban ediyordu.
Hazırlıklar tamamlanmıştı, İbrahim (a.s.) bıçağı oğlunun boğazına çaldı. O da ne, değişen bir şey olmamıştı; merhameti galebe çalmış, bıçağı hafif tutmuş olmalıydı, İkincide bütün gücünü toplayarak bıçağı çekti. Yine bir şey olmamıştı. Bir daha denedi, bıçak yine kesmemişti. Alnında biriken terleri silen İbrahim (a.s.)’ın beyninde bir şimşek çaktı. Ateşe atıldığı günleri hatırladı, devasa ateşe Rabbi ne demişti:
-”Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!..” (Enbi-ya;21/69) Şimdi de:
Halil bıçağa kes emrini verinken Celil (olan Mevlam) “Ey bıçak! İsmail’i kesme!” emri verilmişti. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:
-”Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik.” (Saffat; 37/103-104-105-106)
Tam bu sırada semadan bir ses işitilir. ”Allahü ekber, Allahü ekber!” Gelen Cebrail (a.s.)’dır. Yanında da bir koç vardır. Bu muhteşem manzarayı gören İbrahim (a.s.): ”La ilahe illallahu vallahü ekber” dedi.
Olanlara şahid olan İsmail (a.s.): ”Allahü ekber ve lillahil hamd” dedi. Bütün kâinat bu tabloyu hayret ve dehşetle seyretmekte idi. Bu hadisede son noktayı âlemlerin Rabbi koydu:
-”Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık; İbrahim’e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.” (Saffat; 37/107-108109-110-111)
Bünyamin Albayrak