Mekke’nin çevresindeki manevi havayı teneffüs etmek, Efendimiz (s.a.s)’in izlerini adım adım takip etmek için ziyaretler düzenlenmektedir. Mekke-i Mü- kerreme’deki kutsal mekânları ziyarete başladığımız bugün, ilk olarak Sevr dağının eteklerinde bulunmaktayız. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Hz. Ebu Bekir ile birlikte müşriklerden gizlendikleri ve üç gün süreyle kaldıkları Sevr mağarası bu dağda bulunmaktadır.
Sevr dağı, Mekke’nin güney tarafında ve 5 km. uzaklıktadır. Sevr, birçok tepeden oluşan bir dağdır. Bu dağda, pek çok irili ufaklı mağara vardır. Bu mağaralar dağın değişik yerlerine dağılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hicret sırasında Hz. Ebu Bekir (r.a) ile birlikte sığındıkları mağaranın bazı özellikleri vardır.
Öncelikle gizlenmeye elverişli olup, kayadan yontularak yapılmış bir mağarayı andırır. Ön ve arkasında delikleri vardır. Bunlar mağaranın alt kısmında- dır. Bu sebeple mağaraya ancak sürünerek veya eğilerek girmek mümkündür. Mağaranın çevresinde, dışarıda dolaşan kimsenin içeriyi görebileceği başka delikler yoktur. Mağara içinde bulunanlar, dışarıda dolaşanların ayaklarını görebilir, fakat dışarıda olanlar mağara içindekileri göremezler. Görebilmeleri için eğilip, başlarım ayaklanmn hizasına getirmeleri gerekir.
Öte yandan hicret esnasında Sevr mağarasında gizlenmenin bir başka avantajı daha vardı. Hemen dağın eteğinde Amir b. Füheyre’nin koyunları otlattığı ve geceleri sütünü Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir’e ikram edeceği bir otlak vardı.
Hz. Peygamber Sevr mağarasını tercih etmekle çok önemli bir strateji uygulamıştır. Çünkü Sevr mağarası, Medine’ye göre tam ters istikamettedir. Yani, İstanbul’u Mekke, Ankara’yı da Medine şehri kabul edersek, Hz. Peygamber Ankara yönüne gitmesi gerekirken Edirne tarafına yönelmiştir. Bu durum hem zaman kazanmalarını, hem de gizlenmelerini sağlamıştır.
Hz. Peygamber ve arkadaşlarını hicrete zorlayan, vatanlarını terk etmelerini gerektiren sebepler nelerdi? Niçin bu kutsal yolculuğa karar verilmişti? I. ve II. Akabe biatlerinde Medineli müslümanlar Hz. Peygamber ve arkadaşlarını Medine’ye davet etmişlerdi. Kendi canlarını ve mallarını nasıl koruyorlarsa Hz. Peygamberi ve Mekkeli müslümanları da öyle koruyacaklarına söz vermişlerdi:
Müşriklerin bitmez tükenmez baskı ve işkenceleri üzerine Hz. Peygamber, nübüvvetin 5. yılında müslümanlara Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etmişti. Bu emri yerine getirmek üzere başta Hz. Peygamber’in sevgili kızı Ru- kiye validemiz ve eşi Hz. Osman olmak üzere sahabeden; Zübeyr bin Avam, Mus’ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf ve Cafer-i Tayyar (Allah cümlesinden razı olsun) hicret etmişlerdi.
Medinelilerin bu samimi teklifleri karşısında Hz. Peygamber Rabbinden aldığı izinle müslümanlara İslam için uygun bir ortam olan Medine’ye hicret etmelerini emretti. Bu emir üzerine hicret başladı. Ancak Kureyşliler bu durumdan son derece rahatsız oldular.
Bunun sebebi ise, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de hicret edip Medine’de bir güç merkezi oluşturması korkusu idi. Kureyş korkmakta haklıydı; çünkü Medine, Mekke-Şam yolu üzerinde bulunuyordu. Bu da Mekke’nin iktisâdı durumunu tehlikeye düşürmeye yeterliydi. O halde putları ve ticari faaliyetleri için önemli bir tehlike olan bu İslâm dini daha şimdiden ortadan kaldırılmalıydı. Takip edecekleri politikayı belirlemek için Kureyş’in ileri gelenleri bir araya geldiler. Bu hususa Kur’an şöyle değinir:
“Ey Muhammed! Hatırla, bir zaman kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken; Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları bozanların en hayırlısıdır” (el-Enfal, 8/30).
Kureyş, âyette belirtilen hapis, sürgün ve öldürme yollarından en kötüsünü yürürlüğe koymayı kararlaştırdı. Bütün kabilelerden kuvvetli gençlerin seçilerek bir çete oluşturulması en uygun yol olarak benimsendi. Nihayet Hz. Pey- gamber’in evinde olduğu bir gece saldırıya geçilecekti.
Allah, müşriklerin toplantısını ve aldıkları kararı elçisine bildirdi ve Medine’ye hicret izni verdi. Rasulullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir’i haberdar etti. O da yol hazırlıklarına başladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) akşam olunca, müşriklerin yatakta kendisinin yattığını zannetmeleri ve bir süre oyalanmaları için Hz. Ali (r.a)’yi yatağına yatırdı. Evden çıkarken eline aldığı bir avuç toprağı suikastçıların üzerine saçtı. O sırada şu anlama gelen âyeti okumaktaydı: “Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler” (Yâsin, 36/9).
Müşriklerin gözleri bir an perdelendi. Hz. Peygamber de oradan ayrılıp Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. Beraberce Mekke’yi terk edip Sevr dağına doğru yola koyuldular. Sonunda Sevr mağarasına ulaştılar. Önce Hz. Ebu Bekir, zararlı hayvan olup olmadığını araştırmak ve içerisini temizlemek için mağaraya girdi.
Hz. Ebu Bekir mağaraya girince orada gördüğü delikleri, yılan vb. zararlı hayvanların çıkmalarına engel olmak için üzerinden yıttığı örtü ile tıkadı. Sonra Rasûlullah (s.a.s.)’ı içeri çağırdı. Ancak delikleri kapamada kullandığı bez, son deliği kapatmaya yetmemişti. O deliği de ayak topuğu ile kapamıştı.
Bu delikten gelen bir yılan Hz. Ebu Bekir’i acı bir biçimde ısırmıştı. Hz. Peygamber, son derece yorgun olması hasebiyle dostunun dizine başını dayayarak uyuyakalmıştı. Hz. Ebu Bekir, topuğunda hissettiği acıya rağmen hiç kımıldamadı, fakat çektiği acı gözlerinden yaşların boşalmasına yol açmıştı. Rasûlullah (s.a.s.)’ın yüzüne bu yaşlar dökülünce hemen uyandı. Hz. Muhammed (s.a.s.) durumu öğrenince, kendi tükürüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü. Bir süre sonra ayağı tamamen iyileşmişti” (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 174-175).
Yine kaynaklarda verilen bilgilere göre, mağarada iken bir örümcek mağaranın giriş kısmına ağ örmüş, ayrıca iki güvercin de hemen yanı başında bir çalı bitkisi üzerinde bir yuva yapmışlardı. (İbn Sad, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut t.y., I, 228 vd.).
Bu olayın sıhhati hakkında bazı yorumlar yapılmıştır. Allah istedikten sonra kulunu her türlü tehlike ve zorbalardan korumaya muktedirdir. Mutlak güç ve hâkimiyet Allah’ındır. “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!”
(Ankebut, 41)
Bu sırada Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber’in Mekke dışına çıktığını anlamada fazla gecikmediler. Sabah olunca yatakta yatanın Hz. Ali (r.a) olduğunu anladılar. Medine’ye gidebileceğini tahmin ederek yola koyulup araştırmaya başladılar.
Kureyş’in ileri gelenleri Hz. Muhammed (s.a.s.)’i kendilerine ölü veya diri olarak getirene yüz deve ödül vereceklerini her tarafa duyurdular. Gerçekten de O’nu yakalamak için Medine yolu didik didik arandı. Bu arada Sevr mağarasına da geldiler.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir hayli endişelenmişti; ancak bu endişesi kendisi için değil, Âlemlerin Efendisi içindi. Rasûlullah (s.a.s.) ona;
“Ey Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa sen ne olacağını zannediyorsun?” diyerek teskin etti. Allah Teâlâ bu durumu Kur’ân-ı Kerim’de şu meâldeki âyette açıklar:
“Siz Peygamber’e yardım etmeseniz de Allah ona yardım etti. Hani bir zaman Peygamber, iki kişiden biri iken kâfirler O’nu Mekke’den çıkardılar. Onlar mağarada iken arkadaşına, ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Böylece Allah, peygamberin üzerine emniyet indirdi ve O’nu görmediğiniz askerlerle destekledi” (et-Tevbe, 9/40).
Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) mağarada kaldıkları üç gün süreyle, Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah, şehirdeki konuşmaları ve gelişmeleri, gece mağaraya gelerek aktarıyordu. Âmir b. Füheyre de koyunları mağara çevresinde otlatarak geceleri süt içmelerine imkân veriyordu.
Sonunda, dördüncü günün sabahı, Amir ile kılavuzluk yapması için kiralanan Abdullah b. Ureykrt, beraberlerinde iki deve ile mağaraya geldiler. Böy- lece dört kişiden oluşan küçük kervan Medine’ye doğru yola koyuldu. Hicret olayında en zor anlar Sevr mağarasında yaşanmıştı.
Bu yolculukta Hz. Peygamber ve arkadaşına rehberlik edecek olan Abdullah bin Ureykıt bir müşriktir. Fakat o işini çok iyi bilen ve güvenilir bir kişidir. Onun için Efendimiz ondan yardım almıştır. Bu olaydan şunu anlıyoruz, amaçları gerçekleştirmek ve hedefe ulaşmak için gerektiğinde bir mü’min bir müşrikten de faydalanabilir.
Sevr mağarasının unutulmaz bir hatırası da Hz. Ebu Bekir’in kızı Peygamber Efendimizin baldızı Hz. Esma’dır. Onun ne kadar vefakâr olduğunu anlatmadan geçmek mümkün olmaz. Hicretin ertesi günü, Mekke müşrikleri iki yolcuyu aramış ve Hz. Ebubekir (r.a.)’in kapısını zorlamışlardı. Başlarında Ebu Cehil vardı. Kapıyı Hz. Esma açmıştı. Ebu Cehil kin ve nefret dolu bir ifadeyle babasının nerede olduğunu sormuştu. Küçük yaşından beri Allah korkusundan başka tüm korkulardan arınmış olan iman timsali Hz. Esma büyük bir cesaretle sırrı saklamış ve bilmiyorum demişti. Öfkesi artan Ebu Cehil Hz. Esma’ya öyle bir tokat atmıştı ki, Hz. Esma’nın kulağından küpesi fırlamıştı. Cesaret ve metaneti ise öylece duruyordu.
Esma validemiz Sevr mağarasına gelip giderken oğlu Abdullah’a hamileliğinin son günlerindedir. Çünkü kendisi hicret esnasında Küba’ya vardığında doğum yapmış, hicretin “ilk çocuğu” Abdullah b. Zübeyr’i doğurmuştur.
Sevr mağarasına Hz. Peygamber ve babası için azık götürecektir. Yiyecekleri ve su tulumunu bir türlü deveye yükleyemez ve zaman daralmıştır. Hiç tereddüt etmeden çok kıymetli kemerini belinde çıkarır ve iki parçaya böler. Bir parçayla yiyecekleri, diğer parça ile ise suyu deveye bağlamıştır. Onun bu fedakârlığını gören Hz. Peygamber, bunun karşılığında Allah sana cennette iki kemer nasip eylesin, diye dua etmiştir.
Hz. Esma bundan sonra ölünceye kadar,”iki kemerli” manasına gelen “Za- tü’n-Nitakeyn” lakabıyla anılmıştır. Hz. Zübeyr b. Avvam ile evli olan, Peygamber duasını alan, bu kıymetli hanım, yüz sene yaşamıştır. Onun ne tek bir dişi düşmüş, ne de aklından bir eksilme olmuştur.
Sevr mağarasında yaşanan bu kıymetli hatıralardan şu dersi çıkarmamız gerekmektedir. Bizlerde sıkıntıya düştüğümüz ve bunaldığımız anlarda “Has- bunallah” diyerek Allah’a teslim olursak, “La havle vela kuvvete” deyip ona güvenirsek Rabbimiz mutlaka bize de yardım edecektir. Bizi asla ıssız çöllerde yalnız ve yardımsız bırakmayacaktır.
Bünyamin Albayrak