Mültezem
Haceru’l-Esved ile Kâbe kapısının arasında bulunan kısma Mültezem denir. Mültezem, sıkı sıkıya yapışılan yer demektir. Peygamberimiz: “Rükn ve kapı arası Mültezem’dir. İhtiyaç sahibi, sıkıntı veya gam sahibi her kim, onun önünde Allah’a dua ederse kabul edilir.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte. c.4, Had. No. 1351 )
İbn-i Abbas’ın rivayetine göre: Peygamberimizin, göğsünü, sağ yanağını, kollarını ve avuç içlerini tam açarak Mültezem’e yapıştırdığı bildirilmektedir. (Kütüb-i Sitte. c.4, Had. No. 1345)
Sahabeden Abdurrahman b. Safvan anlatıyor: Mekke’nin fethedildiği gün Rasûlullahı, ashabı ile birlikte Kâbe’den çıkarken gördüm. Beytullah’ı kapısından Hatim’e kadar istilâm ettiler ve Beytullah’ın üzerine yanaklarım koydular. (Kütüb-i Sitte. c.4, Had. No. 1338)
Kâbe’nin duvarına yapışmak ve sarılmaktaki maksadımız, Kâbe’nin Rabbi- ne yaklaşmak ve cehennemden korunmak içindir. Kâbe’nin kapısının eşiğine sarılmakta bir sakınca yoktur. Mültezeme yapışmak, yapılan bir hata sebebiyle, kendisine karşı hata yapılan kişiden özür dilemek amacıyla ısrarla af dilemek, eteğine sarılıp “Sen beni affetmeden ayrılmam” diyen kişi gibi, Allah’tan af dilemektir.
Makam-ı İbrahim
Kâbe kapısının karşısında, Kâbe’ye yaklaşık 15 metre uzaklıkta, içerisinde Hz. İbrahim’in ayak izlerinin bulunduğu makamdır. Sarı prinçten ve camdan yapılmış bir muhafaza ile korunmaktadır. Bu, Allah’ın apaçık delillerinden kabul edilmektedir.
Hz. İbrahim, Kâbe’yi inşa ederken, duvarlar yükseldikçe daha rahat çalışabilmek için Hz. İsmail’in getirdiği büyükçe bir taşı, iskele olarak kullandı. Kâbe’nin dört bir tarafına çekile çekile iskele vazifesi gören bu taş, Hz.
İbrahim’in ayaklarından, kıyamete kadar muhafaza etmek üzere nasibini aldı. Hz. İbrahim bir gün onun üzerinde çalışırken, topuklarına kadar o taşa gömülüverdiğini hissetti.
Kendisi için ateşi gül bahçesine çeviren Hz. Allah, şimdi de taşı ayaklarının altında hamur gibi yapmış, insanlık durdukça varolacak bir imza atmıştı. Bu taş, Hz. İbrahim (a.s.) devrinden beri Kâbe duvarına bitişik denilecek kadar yakın bir yerde kalmıştır. Daha sonra Hz. Ömer (r.a.) tarafından, tavaf edenlerin rahatça tavaf edebilmesi düşüncesiyle aynı cihet ve aynı doğrultuda olmak üzere Kâbe’den on metre kadar uzağa taşınmıştır.
Hz. İbrahim’in ayaklarına gelen kısmı gümüşle kaplanmıştır. Kâbe’yi tavaf edenlerin, tavaf bittikten sonra sünnet olarak kılacakları iki rekât namazı, mümkünse bu taşın gerisine çekilerek ve Kâbe’ye yönelerek kılmaları müek- ked sünnettir.
Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’inde bu makama özel bir yer ayırmış, bu taşın alelade bir taş olmadığını bildirmiştir.”Kâbe’de apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır.” (Al-i İmran, 97) “İbrahim’in Makamından namaz yeri edinin.” (Bakara, 125 )
Peygamber Efendimizde “Haceru’l Esved ve Makam (Makam-ı İbrahim) cennet yakutlarından iki yakuttur. Allah (c.c.), Onların nurunu örtmüştür. Eğer örtülmemiş olsalardı, doğu ile batı arasını aydınlatırlardı.” (Kütüb-i Sitte c.4, s.374) buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz yaptığı tavafın ardından Makam-ı İbrahim’e gitmiş, Makam’ı, Beytullah ile arasına alarak iki rekât namaz kılmıştır. Namazdan sonra yüksek bir ses ile “İbrahim’in makamından namaz yeri edinin” ayetini okumuştur.
Hicr İsmail
Kâbe’nin kuzeybatı duvarının karşısında, zeminden bir metre kadar yüksek, 1,5 metre kalınlığında yarım daire şeklinde bir duvardır. Bu duvara Hatim denir. Bu duvarla Beytullah arasındaki boşluğa “Hicr” denir.
Hicr-i İsmail, Hicr-i Kâbe veya Hatî- ra da denmektedir. Burası, Hz. İbrahim’in inşa etmiş olduğu Kâbe’nin içerisine dâhildi.
Hz. Âişe (r.a) anlatıyor: “Ben kâbe’ye girip içinde namaz kılmayı çok arzu ediyordum. Rasûlullah ellerimden tutup beni Hicr’e soktu ve: “Beytullah’a girmek istiyorsan burada namaz kıl. Zîra burası ondan bir parçadır. Senin kavmin Kâbe’yi (tamir maksadıyla) yeniden inşa ederken, inşaatı kısa tutup onu Beytullah’tan hâriç bıraktılar” dedi. Ben: “Ey Allah’ın Rasûlu, inşaatı Hz. İbrahim’in temellerine oturtmayacak mısın?” dedim. “Kavmin küfre yakın olmasa mutlak yapardım!” buyurdu. (Kütüb-i Sitte c.4 Had. No:1411)
Miraç gecesi Cebrail (a.s.) bir kısım meleklerle gelip Peygamberimizin göğsünü yarmış, içini zemzem ile yıkayıp sonra hikmet ve iman nûru ile doldurmuşlardır. Bu hadise Peygamberimiz hicrde uyurken gerçekleşmiştir. Yine Hz. Hâcer ve Hz. İsmail’in kabri hicr’dedir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi c.6, s.17)
Mizâb-ı Rahmet (Altınoluk)
Kâbe’nin kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duvarın ortasına gelecek şekilde yerleştirilen su oluğudur. Kâbe damında biriken yağmur suları, bu duvara bakan Hicr’e akmaktadır. Altınoluğun ucunda, suyun aşağı doğru hafifçe akmasını sağlamak için yapılmış bir çıkıntı mevcuttur.
Hz. İbrahim (a.s.) Kâbe’yi inşa ettiğinde üstünü örtmemişti. Peygamber Efendimiz otuz beş yaşında iken Kureyş tarafından yapılan inşasında üstü tavan ile örtüldü ve Hicr’e bakan kuzey duvarının üstüne bir oluk yerleştirildi. Kâbe damına konulan ilk oluk budur.
Kâbe’nin oluğu ilk defa Emevî halifesi tarafından 705 yılında altınla kaplatıldı. Altınoluk diye anılması bundan sonradır. Son olarak 1856 yılında Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid yeni bir altınoluk yaptırdı. Şimdi mevcut olan altınoluk bu oluktur.
Kıblenin Kudüs’ten Kâbe yönüne doğru değiştirildiğinde Medine’de Mescid-i Nebevi’nin kıblesi tam altınoluğun bulunduğu yere isabet etmişti. Rasûlullah Mekke’ye geldiğinde ise Makam-ı İbrahimin bulunduğu taraftan Kâbe’ye yönelmeyi tercih etmiştir. Peygamberimiz tavaf sırasında oluğun altına geldiğinde “Allahım! Senden ölüm anında rahatlık, hesap anında da af dilerim” diye dua etmiştir.
Bizler de Türkiye’den kıbleye yöneldiğimizde Altınoluğun bulunduğu noktaya doğru yönelmiş oluyoruz.
Rükni Yemâni
Tavafta Haceru’l-Esved’den önceki köşedir.
“Rasûllullah tavafın her şavtında Rükn-i Yemânî ve Haceru’l-Esved’i istilâm etmeyi terketmezdi.” (Kütüb-i Sitte c.4, Hadis No:1343)
“Rükn-i Yemânî 70 bin Meleğe emanet edilmiştir. Kim (onun yanında) “Allahım! Senden af, dünya ve ahirette afiyet diliyorum. Rabbi- miz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver ve bizi cehennem azabından koru!” diye dua ederse o melekler “âmin” derler” (Kütüb-i Sitte c.17, s.389.)
İbni Ömer (r.a.) diyor ki: Rasûlü Ekrem buyurdu ki: “Rükn-i Yemani ve Rükn-i Evsedin mesh edilmeleri günahları döker de döker.”
Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ne zaman ki Rükn-i Yemânî’ye uğrasam muhakkak Cibrili orada ayakta bulurdum”
“Ne zaman Rükn-i Yemânî’ye gelsem muhakkak Cebrail’i orada ayakta görüyordum, istilâm edenler için istiğfar ediyor.” (Hac ve Sırları s.44)
“Haceru’l, Esved ile Rükn-i Yemânî’yi meshetmek günahlara kefarettir.” (Kütüb-i Sitte c.4 s.384.)
Metaf (Tavaf Alanı)
Tavafın yapıldığı yere metaf denir. Tavaf yapacak kişi Kâbe’yi sol tarafına alıp Haceru’l-Esved’den başlayarak yedi defa dolanır. Hace- ru’l-Esved’e her gelişinde “Bismillâhi Allah’ü Ekber” diyerek selamlar. Hz.
İbrahim’den sonraki peygamberler ve ümmetleri de Mekke’ye gelip hacc etmişlerdir. Ümmetleri helâk olan peygamberler, Mekke’ye gelirler, ömürlerinin sonuna kadar, orada Allah’a ibadet ve tâatla meşgul olurlardı.
Hacca gelip, vefat eden peygamberlerden doksan dokuzunun, Makam-ı İbrahim ile Zemzem arasındaki yerde gömülü bulunduğu rivayet edilir. Hasan-ı Basrî’den rivayet edildiğine göre:
“Kâbe’nin etrafından üç yüz peygamberin kabri vardır. Bunların yetmiş tanesi Haceru’l Esved ile Rukni Yemâni arasındadır. Kavimleri helak olan peygamberlerden Hz. Nuh, Hz. Hûd, Hz. Salih ve Hz. Şuayb’ın kabirleride Zemzem ile Hicr arasındadır.” (Hac ve Sırları s.128)
Zemzem Kuyusu
Zemzem, Allahu Teâla’nın Hz. Hâcer ve Hz. İsmail’e ihsan ettiği sudur. İsmail (a.s.) dan sonra Beytullah hizmetleri onun nesline kaldı. Zamanla bu hizmetler Cürhümilere geçti. Bunlar gelen hacıların mallarını gasp ediyor, parasız ziyaretçilere zemzemden bir yudum su bile içirmiyorlardı. Zemzem kuyusunun suyu bu sırada çekilmişti.
Diğer kabileler bu azgınlara karşı savaş açtılar. Cürhümilerin reisi Mekke’yi terk edeceği gece, Beytullah’ta bulunan altından yapılmış iki geyik heykelini ve diğer kıymetli hediyeleri, suyu çekilmiş olan Zemzem kuyusuna atmış, kuyuyu toprakla doldurup üzerini kapatmış, kuyunun yerini belirsiz hale getirmişti. (Tecrid-i Sarih Tercemesi c.6, s.24)
Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalip, bir gün Kâbe’nin yanında uyuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında bir kişi kendisine “Ey Abdülmuttalib! Kalk, Tayyibe’yi kaz!” dedi, kayboldu. Ertesi gün, “Kalk, Berre’yi kaz!” dedi. Üçüncü gün de aynı kişi, “Kalk, Mednûne’yi kaz!” emrini verdi.
Rüyanın arkası kesilmiyordu. Dördüncü gün ise, yine o kişi, “Ey Abdülmuttalib! Kalk, zemzem kuyusunu kaz!” deyince; Abdülmuttalib; “Zemzem nedir? Kuyu nerededir?" diye sordu. O zât da, “Zemzem bir sudur ki, hiç eksilmez ve dibine erişilmez. Dünyanın dört bucağından gelen hacılara kifâyet eder. Cebrâilin (a.s.) kanadıyla vurduğu yerden çıkmıştır."
Allahu Teâla’nın İsmâil Aleyhisselâm için yarattığı sudur. Susuzları kandırır, açları doyurur, hastalara şifa olur. Yerini bildireyim. Kurban kestikleri zaman artıklarını bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelir. Gagasıyla yeri eşer. Karganın eştiği yerde bir de karınca yuvası görürsün. İşte orası Zemzem’in yeridir.”
Abdulmuttalib, sabahleyin yanına oğlu Hâris’i alarak Kâbe’ye gitti ve heyecanla beklemeye başladı. Bir ara rüyada söylenildiği şekilde kırmızı gagalı karga gelip oradaki çukura kondu ve gagası ile yere vurmaya başladı. Altından karınca yuvası çıktı. Abdulmuttalib ile oğlu Hâris, derhal orayı kazmaya başladılar. Bir müddet kazdıktan sonra kuyunun ağzı göründü. Abdûlmuttalib bunu görünce: “Allahû ekber, Allahû ekber!” diyerek tekbir getirmeye başladı.
Başından beri, kuyunun kazılmasını dikkatle takip eden Kureyşliler ona dönerek: “Ey Abdulmuttalib!, Bu babamız İsmail’in kuyusudur. Onda bizim de hakkımızı vardır. Bizi de bu işe ortak etmelisin!” dediler. Abdulmuttalib karşı çıktı: “Hayır! Bu iş, sadece bana ihsan edilmiş bir vazifedir” diye cevap verdi. Kureyşliler: “Sen yalnızsın, tek oğlundan başka kimsen de yok. Bu şekilde bize karşı koyman mümkün değil” dediler. İşte böylece Allah c.c. Abdulmut- talip vesilesiyle mübarek zemzem suyunu insanlığa tekrar bahşetmiştir.
Zemzem suyu yeryüzündeki suların en kıymetlisidir. Zemzem Cennet sularından efdaldir. Miraç gecesi Cebrail (a.s.) Kâbe’nin, Hatîm denilen yerinde uyumakta olan Peygamberimizin yanına geldi. Efendimizin göğsünü yardı. Kalbini çıkarıp onu Zemzem’le yıkadı. Şayet Zemzem’den daha fazîletli su olsaydı; Cebrail (a.s.) Peygamberimizin kalbini onunla yıkardı.
Allah Rasûlü (s.a.s.) hediye vermek istediği kişiye zemzem ikram eder, içmek ve ikram etmek için Medine’ye de zemzem götürürlerdi. Hatta bu hususta acele ederlerdi. Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Rasûlullâh (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye gelirken beraberinde zemzem suyu da taşıyıp, Medine’de ashabına hediye ederdi. Mekke’den gelenlerden de hediye olarak zemzem isterdi. Binaenaleyh böyle yapmak sünnet olmuştur. Rasûlullah (s.a.s.) Süheyl İbnu Amr’a bir mektup yazarak: “Bu mektubum sana geceleyin gelirse sabahı bekleme, gündüz gelirse akşamı bekleme, bana derhal zemzem suyu gönder.” (Kü- tüb-i Sitte, c.5, s.104) diyerek zemzem istedi.
“Rasûlullah (s.a.s.) Hudeybiye antlaşması sırasında bir kureyşliye, Hu- deybiyeye zemzem suyu getirmesini söyledi. Adam getirdi. Rasûlullah (a.s.) onu Medine’ye götürdü.” (Kütüb-i Sitte, Had. No. 1569)
Efendimiz, Zemzem hakkında; “Münafıklarla bizim aramızdaki fark, onların zemzemi kana kana içmemeleridir.” (Kütüb-i Sitte, Had. No. 6909)
“Zemzem suyu ne maksatla içilirse, o maksatla faydalıdır.” (Kütüb-i Sitte, Had. No. 6910)
“Yeryüzündeki suların en hayırlısı zemzemdir. Onda açlara gıda, hastalara da şifa vardır.” (Et-Tergib Vet-Terhib, c.2. s.209.)
“Allah, İsmail’in annesi Hâcer’e rahmet etsin. O, zemzemi kendi haline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akar ve bir ırmak olurdu.” (Müsned, Ahmed bin HANBEL c.1, s.25.)
“Rasûlullah Zemzem’i ayakta içmiştir.” (Tecrid-i Sarih Tercemesi Had. No: 806)
Zemzem duası:
“Allahümme innî es’elüke ilmen nâfian ve rızkan vâsian ve şifâen min külli dâin ve sakam. Birahmetike yâ erhamerrâhimîn!... “
“Allahım! Senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü dert için şifa istiyorum.”
Bünyamin ALBAYRAK