Bir toplumun, annelerin mânevî hâllerine göre şekillendiği mâlumdur. Maîşet temini için çalışan bir bey, hanımının verdiği destek ve moralle kazancını temin edebilir, yine ilim tahsîline giden bir evlat da annesinin uyarı ve yardımları ile başarılı olabilir. Günün getirdiği yorgunluklarla eve döndüklerinde ise kendilerini karşılayan güler yüz ve tesellî pınarıyla huzûr bulur ve rahata ererler. Bu ortam sağlanamadığı takdirde hayâtın akışı sekte yapmaya başlar. Nitekim Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in en büyük yardımcısı da Hz. Hatice vâlidemiz idi. Sevgili Peygamberimiz, insanlar tarafından yalanlanıp eziyetlere mâruz kaldığı, üzüntü içinde evine döndüğü günlerde, Yüce Allâh’ın bir nimeti olarak Hz. Hatice O’nu basiretli sözleriyle tesellî eder, sebâtını sağlar ve vazîfesini kolaylaştırırdı. (İbn-i Hişâm, es-Sîre, I, 259) Hatice annemiz Peygamber Efendimiz için İslâm davasında sâdık bir müşâvir, bir dert ortağı ve sükûnet kaynağı olmuştu.
Yine anne, evlatlarını en güzel şekilde terbiye eder ve hayâta hazırlar. Onlara yeni bir yuva kurmanın sırlarını, âile içinde ve insanlar arasında yaşamanın kurallarını öğretir. Rabia kabilesinden Avf bin Mahlem’in zevcesi olan Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı Kinde krallarından Hâris bin Amr ile evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir:
“Bak yavrum! Bir kimseye nasihat ve tavsiye, eğer o kimsenin edebine, terbiyesine, asâletine ve haysiyetine bakılarak terkedilmiş olsaydı benim de şimdi sana tavsiyelerde bulunmama ihtiyaç olmazdı. Lâkin tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene anlatma demek olduğundan herkes için faydalıdır.
Kızım! Eğer bir kız, ana-babasının servet ve zenginliğinden dolayı kocaya muhtaç olmasaydı senin herkesten ziyâde müstağnî olman lâzım gelirdi. Fakat öyle olmayıp erkekler bizim için yaratıldığı gibi biz de onlar için yaratılmışızdır. Ey kızım! Sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın bir adamın evine gidiyorsun. İmdi o kimsenin rızasını gözetip hizmetçisi gibi kendisine itaat eyle ki o da sana kul köle olsun, seni sevsin ve hoşnud olman için gereken her şeyi yapsın. Sana şimdi 10 şey söyleyeceğim. Onları ezberle ve gereğince hareket eyle ki kocanla güzel geçinmeye muvaffak olasın.
1. Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse onu cânı gönülden kabul etmelisin.
2. Emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat etmelisin.
3. Evini ve üstünü başını temiz tutmaya dikkat etmelisin.
4. Görüldüğünde veya kokusu alındığında hoşlanılmayacak olan şeylerden kaçınmalısın ki kendinden iğrendirip gözünden düşmeyesin.
5, 6. Uyuyacağı, yemek yiyeceği vakitleri iyi tâkip etmelisin. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazır etmelisin. Zira açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk da öfkelendirir.
7. Kocanın malını muhâfaza ile israf ve teleften korumalısın.
8. Kocanın itibarını gözetip akraba taallukâtına riâyet etmelisin.
9. Hiçbir şeyde ona isyan ve muhâlefet etmemelisin.
10. Sırrını kimseye ifşâ etmemelisin. Eğer emrine isyan edersen kendine kin bağlatırsın, sırrını ifşâ edersen gadir ve cefâsından emin olamazsın.
Kızım sakın ola ki kocan kederli iken yanında ferahlı durmayasın, onun ferah ve neşeli vaktinde de keder göstermeyesin!
İşte fazîletli bir annenin güzel bir yuvanın temeline koyduğu köşe taşları! Bu tavsiyeler üzerine kurulan bir âile sağlam ve karakterli nesillerin müjdecisi olur. Bu nedenle ecdâdımız bu hususları dâima göz önünde bulundurmuşlar ve evlatlarına tâlim etmişlerdir. Nitekim Osmanlı ulemâsından Saîd Efendi, bu on nasihati esas alarak kadınlık âdâbı, çocuk terbiyesi ve evlilik hakları konusunda Vazâifu’l-İnâs (Kadınların Vazîfeleri) isminde bir eser meydana getirmiştir.
Diğer taraftan oğlunu evlendiren annelerin de evlâdına sunacağı hayat iksirleri vardır. Bir âile reisinin en güzel ahlâkla yetiştirilmesi gerekmektedir. Sabrı, sebâtı, azmi, güzel muâmeleyi, gönül kırmamayı öğrenmelidir. Oğlunun huzurlu bir hayat sürmesini isteyen tecrübeli bir annenin şu hikâyesi ne kadar ibretlidir:
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek oğlu ve yeni gelini için yine mutfağa kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumda karşılaştılar.Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyor, patatesler yanmış, köfteler ise nerdeyse pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu kadına durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı görünmüyorlardı. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostu, yaşlı kadına dönerek:
“Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu gecedeki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var” dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek şu fazîlet yüklü cevabı verdi:
“Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bundan sonra oğlum, annesinin yemeklerini hatırlayarak asla karısının kalbini kıramayacak.”
İşte fazîletin zirvesi! İşte basîret ve firâsetin şâhikası! Evlâdının hayrını düşünen bir anne ancak böyle davranabilir. Akıl veriyorum zannıyla, “Aman oğlum! Kadınlara yüz vermeye gelmez, daha ilk günden terbiyesini vermelisin.” gibi sözlerle onu hanımına karşı sert ve katı davranmaya teşvik etmez.
İşte böylesine yetişmiş ve âile terbiyesi almış evlatlarla kurulan yuvalar sağlam ve huzurlu olur. Toplumların başarı ve gelişmesi de birinci derecede buna bağlıdır. Yüce Allâh, ülkemize ve bütün insanlığa böyle güzellikler nasîb etsin. Âmin.
Meryem KAYA