Bu yazımızda Ebû Talib el-Mekkî’nin “Müridliğin Esası” hakkında verdiği malumatı kısa ve özlü bir şekilde istifadelerinize sunacağız.
Müridin şu yedi haslete sahip olması gerekir:
1. Müridlikte sıdk ki bunun alameti, hazırlık yapmaktır.
2. Allah'a itaata sebep oluşturmak ki bunun alameti; kötü arkadaşları terketmektir.
3. Nefsinin halini bilmek ki bunun alameti; nefsin afetlerini keşfetmektir.
4. Allah'ı bilen alimlerin meclislerine katılmak ki bunun alameti; böyle alimleri diğerlerine tercih etmektir.
5. Tevbe-i Nasuh ile tevbe etmektir ki bunun alameti; heva ile olan bağları kesmektir.
6. Nefsin arzuladığı şeyde zühd sahibi olmak ve ilmin zemmetmediği helal lokmayı yemektir ki bunun alameti; onu aramaktır. İlmin nefsine hakim olması ise, şeriatın hükmüne uygun olan mübah yollarla olmalıdır.
7. Bütün bunlarda kendisine destek olacak salih bir arkadaş sahibi olmaktır ki, salih arkadaşın alameti; kendisine takva ve iyilikte yardım etmesi, günah ve saldırganlıktan menetmesidir.
Bu yedi haslet, müridliğin azığı olup, müridliğin dürüst ve sağlam oluşu bunlara bağlıdır. Bu yedi haslete ulaşabilmek için de şu dört şeyden istifade edilir. Bu dört unsur, mezkûr yedi hasletin binasının sağlam, temellerinin güçlü olmasını temin eder.
Bunlar şöyle sıralanabilir: Açlık, uykusuzluk, sükut ve halvet.
Bu dört unsur, nefsin hapsi ve hareket sahasının daraltılması, onun ezilerek bağlanmasını sağlar. Böylelikle nefsin tabii sıfatları zayıflatılıp muamelesi güzelleştirilir. Bu dört unsurdan her birinin kalp üzerinde belli bir müsbet tesiri vardır. Açlık, kalpteki kanı azaltarak onu ağartır. Bu aklaştırma, kalbin nurunun beyazlamasını temin ederek kalbin yağını eritir. Kalbin yağının erimesi, onun yumuşaklık ve şefkatini arttırır. Yumuşaklık (=Rikkat) ise, her hayrın anahtarıdır. Katılık (=Kasâvet) ise her türlü şerrin anahtarıdır.
Bu konuda Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur : "Şeytan, Ademoğlu'nun kanında hareket eder. Açlık ve susuzlukla onun kanallarını daraltın".[8]
Açlık, zühdün anahtarı ve ahiretin kapısıdır. Açlıkta nefsin zilleti, teslimiyeti, zayıflatılması ve kırılması mevzubahistir. Bütün bunlar da kalbin hayat ve salahının özünü teşkil ederler. Açlık ile ulaşılabileceklerin en alt noktası, sükutun tercih edilmesidir. Sükutta ise selamet vardır. Akıl sahipleri için de bu, ulaşılması gereken bir gayedir.
Sehl (ra) der ki: Hayrın tamamı şu dört şeyde toplanmıştır. Abdal'ın abdal olması da bunlar sayesindedir: Karınların boş tutulması, sükut, uykusuzluk ve insanlardan uzaklaşma. Yine o, şöyle demiştir: Kim açlığa ve zarara karşı sabredemezse bu işin hakikatına ulaşamaz.
Abdülvahid b. Zeyd, Allah üzerine yemin ederek şöyle derdi: Sıddıklar, ancak açlık ve uykusuzluk ile sıddık olabilirler. Çünkü açlık ve uykusuzluk, kalbi nurlandırıp onu parlatır. Kalbin nurlanması, gayba yakından temas etmeyi, kalbin parlaması ise, yakini imanın saflaşmasını sağlar. Nurlanma ve parlaklık, kalbe aklık ve yumuşaklık kazandırır. Bunlar sayesinde ise kalp, parlatılmış bir aynada gözüken inci gibi bir yıldıza dönüşür ve gayba gayb ile şahit olur.
Böyle bir kul da, baki olan ahiret alemini yakinen bildiği için fani olan dünyaya karşı zühd sahibi olur. Hevasının acil arzularına olan düşkünlüğü azalır. Çünkü o, bunlardan ötürü göreceği cezanın veha-metine yakinen şahit olmuştur. Allah Teala'ya itaat ve kulluk tezahürlerinde bulunmaya rağbet edecektir. Çünkü ahireti ve oradaki yüksek dereceleri müşahede etmiştir. Onun için dünya ahirete dönüşmüş, mevcut dünya gaib, gaib olan ahiret de mevcut ve hazır olmuştur. Mevcut dünya, kaybolup gidicidir. Kaybolup gidecek olan dünya onu ister ve arzular. Ama o, kaybolup gidecek olanı sevmez ve asla onun peşine düşmez. O, geç de olsa ahiret alemini ister ve onu arzular.
Allah Resulü de (sav) müminin kalbini vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kalpler dört çeşittir. Bir kalp vardır ki içinde yalnızca ışık saçan bir çerâğ vardır. Bu, müminin kalbidir".[9] Kalbin, dünya hayatında zühd ile süslenmesi ve hevadan tecerrüd etmesi, onda bir kandil yakar. Kalbin içinde ışık saçan bu kandil, kalbin gaybı görmesini sağlayan yakini imanın nurudur.
Bir alimimiz şöyle demiştir: "Kim, kırk gece halisane bir şekilde uykusuz kalırsa semanın melekûtu mükaşefe yoluyla kendisine görünür". Bu alim, başka bir vesilede de hayrın tamamının dört şeyde toplandığını söyledikten sonra bunlar arasında 'Gece uykusuzluğunu da saymıştır. Şunu bil ki, alimlerin uykusu, ancak uzun süren uykusuzluğun ardından uykunun ağır basmasıyla olur. Onlar, bu uykusuz vakti mükaşefe, şuhûd ve Allah Teala'ya yakınlık için kıyam ile geçirirler.
Abdal zümresinin sıfatları arasında şunlar sayılır: Yemeği, ölmemek için yemek; uykuyu sadece ağır basınca uyumak; sözü ancak zaruret halinde söylemek. Geceyi sevdiği Allah Teala için uykusuz geçiren kimse, elbette gündüz O'nun emirlerine muhalefet etmeyecektir. Çünkü o, bütün gecesini O'na hizmetle geçirmiştir.
Hasan el-Basri (ra) bir gün pazara gitmişti. Pazar esnafının boş laflarım ve onların laf kalabalığını görünce şöyle dedi: Zannederim bu kimselerin geceleri de, kötülüklerle geçirilen gecelerdir. Bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kaylule yapın. Çünkü şeytanlar kaylule yapmazlar. Gece kalkabilmek için gündüz kaylulesinden destek alın". Allah Teala'mn "Sabır ve namaz ile yardım isteyin" (Bakara/45) buyruğunun tefsiriyle ilgili şu hadis rivayet edilmiştir: 'Gece kıyamı için oruçtan destek alın'. Başka bir haberde ise 'Açlık ve gece namazı ile nefs mücahe-desine destek verin' denilmiştir. Üçüncü bir tefsirde ise 'Sabır ve namaz ile yasaklardan sakınmada yardım isteyin' denilmektedir.
Sükuta gelince, sükut aklı aşılayan, vera'ı eğiten ve takvayı celbeden bir fazilettir. Allah Teala sükut ile kula, sahih tevil ve tercih edilen bir ilim ile çıkış nasip eder ve sükutu tercih etmesi sebebiyle onu, sözde ve amelde doğruluğa muvaffak kılar.
Seleften bir alim şöyle demiştir: Sükut etmeyi, ağzıma koyduğum bir taş yardımıyla otuz senede öğrendim. Konuşmaya davrandığımda dilim taşa takılıyor ve susuyordu". Bir başka zat ise şöyle demiştir: "Kendi kendime, beni ilgilendirmeyen bir konuda söylediğim her kelime için iki rekat namaz kılmaya söz verdim. Ama bu bana kolay geldi. Bunun üzerine, her kelime için bir gün oruç tutmaya söz verdim. Bu da bana kolay geldi. Bunun üzerine her kelime için bir dirhem sadaka vermeye söz verdim. Bu bana ağır geldi ve sükut etmeyi öğrendim".
Ukbe b. Amir (ra) şöyle demişti: "Ey Allah Resulü, kurtuluş nededir? Buyurdu ki: Dilini tut, evin sana yetsin ve günahın için ağla".[10] Allah Resulü (sav) bu hususla ilgili kısa ve özlü bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Selamette olmak kimi sevindirecekse, sükuttan ayrılmasın".
Allah Resulü (sav) Muaz'a (ra) namaz, oruç ve benzerlerini vasiyet ederken şöyle buyurmuştur: "Sana bütün bunlardan çok kendine hakim olabileceğin başka bir şey söyleyeyim mi? Sonra eliyle diline işaret etti. O zaman Muaz (ra) şöyle dedi: Ey Allah Resulü, dillerimizin söylediklerinden dolayı da hesaba çekilecek miyiz? Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Anan seni yitirsin ey Muaz, cehennemde insanları burunları üstünde sürütecek olan, dillerinin hasat ettiklerinden başka nedir ki? Sustukça selamette olursun. Konuştuğunda ise, her söylediğin lehinde veya aleyhinde olur".[11]
Abdullah b. Süfyan (ra) babasından şunu rivayet etti: "Dedim ki: Ey Allah Resulü, bana İslâm için öyle bir şey vasiyet et ki, senden sonra onu hiç kimseye sormayayım. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: 'Rabbim Allah'tır" de, sonra da istikamet üzere ol. Bunun üzerine şöyle dedim: Bunları yaptıktan sonra neden sakınayım? -Başka bir rivayette; Bana en fazla zarar verecek şeyi de haber verir misin- ? O zaman Allah Resulü (sav) 'Bu' buyurdu ve dilini işaret etti". Başka bir hadiste ise şu rivayet edilmiştir: "Kul, dilini koruyuncaya kadar Rabbinden layıkıyla korkmuş sayılmaz".
İnşaallah bir sonraki yazımızda konuya devam edeceğiz.Selam ve Dua ile
------------------------------------------------------------------------
[8] Bu manadaki hadisler için b. Buharî, Ahkam/21 Bed'ü'l-halk/11 ftikfill, 12; Ebu Davûd, Savm/78 Sünnet/17 Edeb/81; İbni Mâce, Sıyam/65; Dârimi, Rikak/66; îbni Hanbel, III/156, 285, 309 VI/337
[9] İbni Hanbel, 111/17
[10] İbni Hanbel, 11/212 IV/158 V/259.
[11] Tirmizî, İman/8; İbni Hanbel, V/221, 226, 227