Bilimsel boyutta yürütülen deneysel (in vitro, in vivo), klinik (insan) ve saha (epidemiyolojik) çalışmalarının sonuçları, sentetik ya da doğal (bitkisel, hayvansal vb) kaynaklı ilaç araştırmalarının en önemli kademesini oluşturmaktadır. Ancak bu araştırmaların yürütülmesini planlarken ve sonuçlarını değerlendirirken, bulgulara bakış açısı, doğru yorum yapılabilmesi bakımından son derece önemlidir. Bir çalışmada elde edilen sonuçlar farklı bir şekilde değerlendirildiğinde tamamen zıt yorumlar çıkarılabiliyor. Nitekim birkaç yıl önce gazetelerde yer “Antidepresanlar etkisizmiş” başlıklı manşetleri belki hatırlarsınız. Benzer şekilde “Vitaminler etkisizmiş” manşetleri de hafızalardadır.
Bilimsel bulguların değerlendirilmesi ile ilgili olarak çok sevdiğim bir fıkra sizlere bu konuda bir fikir verecektir sanırım.
Bilim adamları “pirelerin öğrenme yeteneği” üzerinde çalışma yapmaya karar verir. Pire masaya vurulduğunda sıçrayacak şekilde eğitilir. Pire her masaya vurulduğunda sıçrar. Ardından bir bacağı koparılıp tekrar masaya vurulduğunda yine sıçrar, bir bacak daha koparılır, yine sıçrar, üçüncü bacağı da koparıldığında artık pire sıçrayamaz. Bunu gözleyen bilim adamları deney sonucunu şu şekilde yorumlar: “Üç bacağı koparılan pireler sağır oluyor’:
Doğru yöntemin önemi
Bilimsel çalışmalarda esas olan, bakış açısının iyi seçilmesi ve yorumlanmasıdır. Ayrıca doğru yöntemlerin seçilmesi son derece önemli! Birkaç yıl önce Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), o tarihe kadar domates ve likopen üzerinde yayınlanmış 145 bilimsel çalışmanın sonuçlarını değerlendirerek, domatesin kansere karşı koruyucu yararı bulunmadığına karar vermişti. Bu konuda bir başka örnek ise şu şekilde:
80’li yılların başında ortaya atılan meşhur kavram “Fransız Paradoksu”, kırmızı şarabın ve antioksidanların kalp ve damar sağlığı bakımından önemini ortaya koymuştu. O zamandan beri insanlar domates ve etkili bileşeni liko- peni, üzüm çekirdeği ve etkili bileşeni resveratrolü, yeşil çay ve etkili bileşeni epigallokateşin gallatı sağlıklı bir yaşam için kurtarıcı olarak görüyor. Anti- oksidanlar bakımından zengin ama yağ bakımından fakir bir diyeti, kırmızı şarap ve egzersizi uzun sağlıklı bir yaşamın anahtarı olarak algılıyor! Acaba bunları yaparsak gerçekten kalp ve damar sağlığımızı koruyabilir miyiz? Bu konuyu irdelemek için isterseniz şimdiye kadar yayınlanmış bilimsel saha çalışmalarının sonuçlarını değerlendirelim.
Bulgu 1- Japonlar çok az yağlı yiyecekler tüketirler, İngiliz ve Amerikalılardan daha az kalp krizi geçirirler.
Bulgu 2- Meksikalılar çok yağlı yiyecekler tüketirler, İngiliz ve Amerikalılardan daha az kalp krizi geçirirler.
Bulgu 3- Japonlar çok az kırmızı şarap tüketirler, İngiliz ve Amerikalılardan daha az kalp krizi geçirirler.
Bulgu 4- İtalyanlar da, Fransızlar da yüksek ölçüde kırmızı şarap tüketirler, İngiliz ve Amerikalılardan daha az kalp krizi geçirirler.
Bulgu 5- Almanlar çok yüksek miktarda bira, sosis ve yağlı yiyecekler tüketirler, İngiliz ve Amerikalılardan daha az kalp krizi geçirirler.
Yukarıdaki beş çalışmanın bulgularını bilimsel olarak değerlendirirsek...
SONUÇ
İstediğiniz herşeyi yiyebilir ve içebilirsiniz. Hiçbir önemi yok. Kalp krizine neden olan şey aslında, “İngilizce konuşmaktır”.
Espri bir yana, eğer bilimsel çalışma tasarımı doğru yapılmazsa sonuçların yukarıdaki fıkra gibi “İngilizce konuşmak öldürür” şeklinde yorumlanması mümkündür. Sözgelimi çalışma tasarımını likopen taşıyan ilaçlar kullanarak yapıyorsanız, bu durumda ilacın kalitesi büyük önem taşır. Mesela, likopenin “cis ve trans” adlı iki kimyasal izomerinin çözünürlükleri farklıdır. Dolayısıyla hazırlanan ürünün ağızdan alındığında iyi bir emilim gösterecek şekilde formüle edilmesi gerekir. Deneyde kullanılan likopen ilacı yeterli kalitede değilse, alınacak sonuçlar da yanıltıcı olabilecektir.
Prof. Dr. Erdem Yeşilada