Fotosentez sonucu bitkilerde meydana gelen zengin kimyasal yapı çeşitliliği, bugün teknolojik olarak en gelişmiş laboratuarlarda bile bazen aynı özgüllükle taklit edilemiyor.
İlkel insanın bitkilerle ilişkisinin ne zaman ve nasıl başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Bitkilerin tedavi amacıyla kullanılmasına dair mevcut ilk yazılı bilgilerin tarihi, milattan önce beşbin yıllarına kadar gidiyor. O zamandan bu zamana kişisel deneyimlere bağlı olarak gelişen halk ilaçları, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kimyasal tekniklerde görülen gelişme karşısında yenik düşmüş, önemini kaybetmişti. Sentezlenen maddeler ile hazırlanan ilaçların kolaylıkla temin edilebilmesi ve kısa sürede etkisini gösterebilmesi büyük avantajdı; hastalar memnun, hekim memnundu. Ancak insanlar 1960’lı yıllarda “Talidomit faciası” ile bu rüyadan uyandı. Hamilelerde bulantı ve kusmayı önlemek için verilen ilaca bağlı olarak kolsuz-bacaksız bebeklerin doğumu, sentetik ilaçların güvenilirliğinin sorgulanmasını sağladı.
Özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren bitkisel ilaçlara olan ilginin hızla yükselişe geçtiğini görüyoruz. Bunu basit bir şekilde “doğaya dönüş” şeklinde yorumlamak yanlış olur. Günümüzün modern insanının bunca teknolojik gelişmeyi bırakıp binlerce yıl önce olduğu gibi atalarından kalma yöntemlerle tedavi olmaya çalışması söz konusu olamaz. Peki, bu değişimin sırrı ne?
Son 40-50 yılda teknolojide gözlenen gelişmeler tüm bilim alanlarında olduğu gibi tıp ve eczacılık bilimlerinde de devrim niteliğinde değişimlere yol açmıştır. Bu süreçte hastalıklara yol açan başlıca etkenler ortaya konulmuş, farmakolojik araştırmalar ile atalarımızın kullandığı halk ilaçlarının etkileri deneysel olarak açıklanabilmiş, bitkilerin kimyasal bileşimleri belirlenmiş, etkiden sorumlu bileşenleri tespit edilmiştir. Dolayısıyla günümüzde bitkisel tedavi (fıtoterapi), atalarımızın uyguladığı şekliyle değil, günümüzün teknolojik gelişme ve beklentilerine uygun olarak değişim göstermiştir. Bu bakımdan bilimsel bulgulara dayalı olarak uygulanan yeni bitkisel tedavi kavramını “güncel fitoterapi” olarak adlandırmak doğru olacaktır. Yani bu basit bir şekilde doğaya dönüş değil, “doğa devrimi’üir.
Diğer taraftan, yapılan bilimsel çalışmalar doğanın nasıl bir sinerji ustası olduğunu ortaya koyuyor. Bitkilerin içerisindeki farklı yapı ve etkilerdeki bileşenler birarada düşük miktarlarda uygulandığında gözlenen biyolojik etki, bu bileşenlerin ancak tek başına yüksek miktarlarda uygulanması ile sağlanabilmektedir. Buna en güzel örneklerden biri unutkanlık ve demans (bunama) tedavisinde önerilen “Ginkgo” yapraklarıdır. Ginkgo yaprak özütünün 20 miligram miktarda uygulanması ile gözlenen biyolojik etkiyi sağlayabilmek için, Ginkgo’nun içerisindeki etkili madde olarak tespit edilen ginkgolitlerin 240 miligram miktarda uygulanması gerekmektedir. Yani istenen biyolojik etki 10 misli daha düşük dozda sağlanabiliyor. Bitkinin içerisindeki diğer bileşenler, etkili bileşenin vücuttaki emilimini artırarak, stabilitesini artırarak, metabolizmasını düzenleyerek vb şekillerde ilacın etkinliğinde rol oynayabilmektedir. Yani bizim bu konuda doğadan öğreneceğimiz daha çoook şeyler var.
O halde günümüzde bitkilerden sağlığımızı korumak ve tedavi amacıyla yararlanırken, etkili bir uygulama için bilimsel bulguların göz önüne alınması gerekiyor. Bu yazıda, basit bir şekilde falanca bitki şunlara iyi gelir şeklinde bir listeleme yapmayı tercih etmeyeceğim. Onun yerine sağlığımızı korumak, hastalıkların önlenmesi ve tedavisi amacıyla bitkilerden ne şekilde yararlanabileceğimiz konusunda daha rahat karar verebilmenizi sağlayabilmek için, mevcut bilimsel bulguları güncel bulgular ile birlikte yorumlayarak sizlere aktarmaya çalışacağım. (Haberin Kapısı/Sağlık bölümünde bu konularda yazılar devam edecektir.) Bu konuda çok yararlı olabileceğini düşündüğüm saha çalışmaları (epidemiyolojik) veya klinik deney sonuçlarını sizlere mümkün olduğunca basit bir dille yorumlamaya çalışacağım. Bu suretle deney koşullarının ne derecede sizin beklentilerinize uygun olduğunu görerek karar verebilmenizi kolaylaştıracağını ümit ediyorum.
Kitaptaki bilgiler güncel bilimsel bulgulara dayanarak görüşlerimi yansıtmaktadır. Ancak gelecek zamanlarda farklı ortamlarda farklı koşullar altında elde edilecek bulgulara bağlı olarak bu bilgilerin değişmesi olasıdır. Bir bilim adamının ifade ettiği gibi, “Bugün doğru bildiklerimizin yarısı yanlış, ama hangi yarısı?”
Prof. Dr. Erdem Yeşilada