Gerek Osmanlı Devleti döneminden günümüze ulaşan ve sadece Osmanlı Arşivi'nde miktarı 150 milyonu bulan belge ve defter serilerinden, gerek belgelerin tanzim ediliş tarzı ve büyük bir hassasiyetle korunmuş olmalarından, gerekse bürokrasinin her kademesindeki yazışmaların mutlaka deftere kaydedilmesiyle ilgili emir ve nizamnâmelerden anlaşılmaktadır ki, Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren resmî belgeleri muhafazaya, bugünkü tabirle arşivciliğe büyük önem vermiştir.
Defterlerin korunması hususunda gösterilen bu ihtimam ve titizlik, en canlı ifadesini Sultan Üçüncü Mustafa (1757-1774) devrinde Ordu Divanı'ndan yayımlanan bir fermanda bulmaktadır. Divan-ı Hümâyûn Kalemi'ne ait Mühimme, Ahidnâmeler, Nâme-i Hümâyûn ve Şikâyet Defterleri ile Ruûs Kuyudât defterlerinin ordu meştâsına hareketle yola çıkarıldığı bildirilen yol hükmünde, Hacıoğlupazarı kadısına ve Babadağı'ndan adı geçen kazaya varıncaya kadar yol üzerinde bulunan diğer kadı ve nâiblere, a‘yân, eşrâf ve zâbitâna hitaben şöyle denilmektedir: "... Defâtir sandıkları üzerlerine me’mûrlar ile her kangınuzun taht-ı kazâsına dâhil olur ise emîn mahallere konup gecelerde bekletdü- resiz ve hılâl-i râhda dahı kadr-i kifâye yarar kılavuz ve muhâfazacılar koşup emîn ü sâlim eyleyesiz ve siz ki, kasaba-i merhumenin kâdî, a‘yân ve eşrâf-ı mûmâileyhimsiz; zikrolunan defâtir, Devlet-i Aliyye’nin hazinesi mesâbesinde olmağla muhâfazasına takayyüd ü ihtimâm cümlenüze vâcib ü lâzım idüği ve ıyâzen bi'llâhi Te‘âlâ bir varakına ve bir harfine hatâ vü zarar irişmek lâzım gelür ise cevâba kâdir olamayacağınuzı gereği gibi mülâhaza iderek defâtir-i merkûmeyi kasaba derûnunda metîn ü mahfûz kârgîr bir mahalde...vaz‘ idüp... âminen ve sâlimen... hıfzolunduğın tahrîr ü Vlâma mübâderet eylemeniz."1
Fermanın son cümlelerinde yer alan ilgililerin cevap vermeye güç yetiremeyecek- leri tehdidi ifadesinden anlaşılıyor ki kayıtların şu veya bu sebeple zâyi edilmesi cezaî bir sorumluluk gerektirmektedir.
Nitekim defterleri, devletin hazinesi olarak vasıflayan bu anlayış, aradan takriben yüz seneye yakın bir zaman geçtikten sonra bile terkedilmemiş, Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde modem anlamda inşa edilen arşiv binasına Hazine-i Evrak adı, idarecisine de Hazine-i Evrak Nâzırı unvanı verilmiştir.
Merkezî devlet dairelerinde, belgelerin saklanmasında ve korunmasında gösterilen arşivcilik anlayışı, taşradaki beylerbeyi ve kadılardan da istenmiştir. Taşra teşkilatı görevlilerine, karar ve işlemlerini defterlere kaydetmeleri ve bu defterleri muhafaza etmeleri emredilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman devrinde Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'ya gönderilen 943 (1536) tarihli fermanda2 "... Bu hükm-i şerîfüm sûretini defterde kaydey- leyüp ve kendüsin dahı ayniyle defter sandıklarında hıfzidüp dâimâ mazmûn-ı şerîf ile amel eyleyesin..." ifadesiyle defter sandıklarına işaret edilmiştir. Bu sandıkların saklandığı beylerbeyi arşivlerinden, Osmanlı Arşivi'ne vesika intikal etmemiştir. Ancak bazı eyalet merkezlerinde hâlâ Osmanlı dönemi vesikalarının bulunduğu bilinmektedir. Çekoslovak araştırıcı Josef Blaskovic'in bir makalesinde Gyöngös'teki bir vesikaya dayanarak Eğri Divanı'nın, Göngüş kasabasında 1647 yılında çıkan bir yangın üzerine toplanarak, dört yıllık vergi ve hizmetleri affettiğine dair ifadesinden, bir kısım eyalet arşivinin korunarak günümüze ulaştığı anlaşılmaktadır3.
Aynı şekilde kadı ve hâkimler de kararlarını defterlere kaydedip bu defterleri bir sonraki görevliye devir ve teslim etmek suretiyle muhafazasını sağlamakla mükellef tutulmuşlardır. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında İstanbul'da muntazam bir arşive kavuşan Şer‘iyye Sicilleri'nin, günümüze ulaşan erken tarihli koleksiyonları bu disiplin sayesinde vücut bulmuştur. Kadı ve hâkimin defter tutma usulünde tâbi olacağı hususlar, kanun metninde şöyle zikredilmiştir: "Hâkim, mahkemeye sicillât defteri vaz‘ edip vereceği i‘lâmâtı... muntazam bir surette ol deftere kayıt... ve ânın hıfzına dikkat eder. Azli vukû buldukta sicillâtı halefi olan hâkime devir ve teslim eder. "4
Osmanlı Devleti merkez ve taşra teşkilatlarında belge ve defterlerin korunmasında gösterilen hassasiyet ile kayda verilen önem seferler sırasında da kendini göstermektedir. Osmanlı askerî harekâtları sırasında idarî ve askerî işlerin halli için Divan-ı Hümâ- yûn'a ait çeşitli büroların orduyla birlikte seferlere katıldıkları ve bürokratik işlemleri layıkıyla ve hızlı bir biçimde yerine getirebilmek ve gerektiğinde müracaat edebilmek için lüzumlu defterlerini de beraberlerinde götürdükleri bilinmektedir5.
Osmanlı Devleti'nin arşivlerine verdiği önemi gösteren ilginç misallerden biri de
Dünya Harbi sırasında yaşanmıştır. 1915 senesi başlarında, muhtemelen Çanakkale Muharebeleri sebebiyle İstanbul'un güvenliği tehlike altına girdiğinden, irâdeler ve diğer önemli görülen evrak 208 sandık içerisinde, daha güvenli olduğu değerlendirilen Konya'ya nakledilmiştir. Söz konusu evrakın yangın ve rutubet gibi tesirlerden korunması ve kesinlikle hiçbir kimse tarafından açılmasına izin verilmemesi hususunda Konya valisine çok kesin emirler verilmiştir. Yaklaşık 1 yıl sonra bu evrak askerî tren ve vapurlar ile tekrar İstanbul'a getirilmiştir6.
Savaşlar, yangınlar, tabiî âfetler gibi sebeplerle kaybolan ve günümüze ulaşamayan belgeler ile halen Osmanlı Arşivi'ne devredilmeyen diğer Osmanlı evrakı ve Osmanlı Devleti'nin dağılmasıyla birlikte yeni kurulan devletlerin elinde kalan evrak da göz önüne alınırsa Osmanlı Devleti döneminde oluşan evrakın çok büyük yekûnlara ulaşacağı düşünülebilir.
Kanunî döneminden (1520-1566) günümüze ulaşan defter serilerinden anlaşıldığına göre, Osmanlı bürokrasisi, bugün arşivcilikte kullanılan dosyalama usulüne mukabil, defter usulünü esas kabul etmiştir7. Mevcut defterlerden, Divanlarda alınan kararların Mühimme, Maliye, Ruûs, Tahvil, Kayd-ı Divan gibi defterlere kaydolunduğu anlaşılmaktadır. Ancak alt birimlere ait, neticeye takaddüm eden muâmeleli evrak, müsveddelerine varıncaya kadar aylık torbalara konur, bir yıl içinde biriken evrak, bu torbalarda üzerine daire adı ve yılı yazılı olduğu halde, çoğu zaman deri kaplı sağlam sandıklara konularak, gerektiğinde müracaat edilmek üzere mahzenlere kaldırılırdı8.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren devletin başkenti olan Bursa'da oluşan arşivin Timur'un Anadolu'yu istilası ile birlikte yok edildiği bilinmektedir. Bu yüzden Fatih'e kadar olan döneme ait birkaç ferman, vakfiye ve mülknâme dışında fazla vesika bulunmamaktadır. Fatih devrinden Kanunî zamanına kadar geçen bir asırlık dönem içinde Osmanlı Arşivi'ne intikal eden belge ve defter azdır. Bu dönem hakkında bilgi alınabilecek arşiv malzemesi bir kaç yüz defterden ibarettir.
İstanbul'un fethinden sonra ilk defa evrak mahzeni olarak Yedikule'nin kullanıldığı bilinmektedir. Devletin başşehri olan Edirne Sarayı'ndaki Divanhâne'ye ve ordu Divanlarına ait defterler, Sultan III. Ahmed'den sonra padişahların tamamen İstanbul'a yerleşmeleriyle Topkapı Sarayı'na taşınmıştır.
Yedikule'den sonra arşivler Atmeydam'na, oradan ise Topkapı Sarayı'nın inşasını müteakip Hazine-i Amire ve Enderûn-ı Hümâyûn'a nakledilmiştir.
Topkapı Sarayı'nın bazı bölümlerinin arşivlerin muhafazası için kullanılması; Divan-ı Hümâyûn toplantılarının Bâb-ı Âlî'de yapılmaya başlanıp orada kârgir bir mahzen inşa edilmesine kadar sürecektir9.
Osmanlı Arşivleri, ilk dönemlerde Divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı'nın yanıbaşındaki Hazine-i Âmire'de devlet gelirleri, altın ve gümüş akçeler, kıymetli eşyalar ile birlikte saklanmıştır. Burası hazinedarbaşı tarafından mühr-i hümâyûnla mühürlenerek kapatılan ve yine Divan ictimalarında, kapısı sadrıazamın nezaretiyle açılan dairedir10.
Sekiz kubbeden müteşekkil ve çift demir kapılı geniş bir bina olan Hazine-i Âmi- re'ye, Divan defterleri ve battallarının konulması ve orada muhafaza edilmesi, pek çok kere sadrıazam buyruldularına konu olmuştur. Reisülküttaba yazılan 1149 (1736) ve 1182 (1768) tarihli buyruldularda: "... Beylikçi efendilere ve Divan ve Ruûs kîsedârlarına muhkem tenbîh ve defâtir-i merkûmeden mâ‘ adâsıyla taşrada bulunan battâüan dahı Hazi- ne-i Âmire’ye vaz‘ ve hıfz itdüresin deyü."11 şeklinde emirler verilmişti.
Eyyûbî Efendi Kânunnâmesi'nde onyedinci yüzyılda sadrıazam mührünün kullanıldığı diğer bir yerin de Defterhâne olduğu zikredilmektedir12. Kubbealtı'nın yakınında bulunan Defterhâne binasının üst kısmının 1076 (1665) tarihinde çıkan yangında diğer saray müştemilâtıyla beraber yandığı ve defterlerin bir kısmının harap olduğu Silahdar Tarihinde kaydedilmektedir13.
Divandan çıkan şikâyetlerin halline dair ahkâm kayıtlarında sık sık bu iki dairenin, yani Hazine-i Âmire ile Defterhâne-i Âmire'nin adının geçmesi yukarıdaki bilgileri teyid etmektedir. Osmanlı Arşivi'nde bulunan Ahkâm Defterleri tetkik edildiğinde, hüküm metinlerinde sık sık "... Hazine-i Amirem’de mahfûz Ahkâm Defterlerine müracaat olun- dukda..." veya "...Defterhâne-i Amirem’de mahfûz Rûznâmçe Defterlerine müracaat olundukda..." ifadelerine rastlamak mümkündür.
Tanzimat, Osmanlı Devleti'nin idarî yapısında bir dönüm noktasıdır. Sultan I. Ab- dülhamid zamanında başlayan ıslahat ve nizam hareketleri, bu dönemde bir çok müesse- sede daha bariz olarak görülür. Diğer sahalarda olduğu gibi arşivcilik konusunda da Tanzimat'tan itibaren yeniden düzenleme ve geliştirme faaliyetleri dikkat çekmektedir. Tesis edilen binalar ve neşredilen nizamnâmeler Osmanlı arşivciliğine yeni boyutlar kazandır- mıştır.14
Devletin kuruluşundan Tanzimat'a gelinceye kadar geçen beş asırlık süre içinde müsvedde evrakı bile büyük titizlikle saklanan belge ve defterler, artık Topkapı Sarayı'- nın hazine dairelerine sığmaz hale gelmiştir. Bu yıllarda Bâb-ı Âlî civarında Sultanahmed Meydanı'ndaki bir takım binaların "evrak mahzeni" olarak kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Sandıklar içindeki milyonlarca belgenin sağlıklı bir şekilde muhafaza edildiği söylenemez. Savaş alanlarında uğranılan yenilgilerle birlikte ortaya çıkan iktisadî darlıklar, idarî yapıdaki değişiklikler ile belgelerin yeni kurulan dairelere nakli gibi hususlar, birçok problemi de beraberinde getirmiştir.
İlk planda, dağınık mekânlardaki arşiv malzemesini bir araya toplama ve muhafazasına lüzum görülmeyen evrakı ayıklama çalışmaları göze çarpmaktadır. Bunu takiben Batı standartlarına uygun modern bir arşiv binası inşa edilmiştir. Devrin şartlarına göre yapısının sağlamlığı ve iç düzenlemesi ile arşiv müzesi görünümünde olan bu bina, hâlen Osmanlı Arşivi'ne bağlı depo olarak kullanılmaktadır.
Bütün bu gelişmeler göz önüne alınarak Tanzimat devrindeki Osmanlı arşivciliğini devre devre ele almak gerekecektir.
Hazırlayanlar:
Yusuf İhsan GENÇ, Dr. Mustafa KÜÇÜK, Dr. Raşit GÜNDOĞDU, Sinan SATAR, İbrahim KARACA, Hacı Osman YILDIRIM, Nazım YILMAZ
-------------------
1- BOA, Mühimme Defteri, nr. 168, s. 85-86, hk. 306. Bu kaydı takip eden 308, 309 ve 311 numaralı hükümler de aynı konu ile alakalı olup defterlerin emin ve salim bir şekilde naklini emretmektedir.
2- Kânunnâme, Atıf Efendi Kütüphanesi, nr. 1734, vr. 12a.
3- J. Blaskovic, "Osmanlı Hakimiyeti Devrinde Slovakya'daki Vergi Sistemi Hakkında", Tarih Dergisi, İ.Ü.
4- Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, md. 1814.
5- Bu konuda geniş bilgi için bkz. Feridun M. Emecen, "Sefere Götürülen Defterlerin Defteri", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'naArmağan, s. 241-268.
6- BOA, BEO Siyasî, 34/42; MV, 197/107 ve 201/45.
7- Defter usulü Osmanlılar'da yıkılışa kadar devam etmesine rağmen, bazı nezâret ve dairelerde 1309 (1891) yılından itibaren dosya sistemine geçilmeye başlandığı görülmektedir.
8- İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 43.
9- Bâb-ı Âlî'de arşiv binası yapılmasına dair ilk emir Sultan I. Abdülhamid devrinde ısdar edilen buyruldudur. Sadrıazam sarayı bahçesinde yapılan kârgir binanın evrak mahzeni (arşiv deposu) olarak tahsisini emretmektedir (BOA, Mühimme Defteri, nr. 183, s. 4, hk. 11).
10- Uzunçarşılı, a.g.e., s. 17, 19.
11- BOA, Mühimme Defteri, nr. 144, s. 3.
12- Uzunçarşılı,. a.g.e., s. 17.
13- Fındıklılı Mehmed Ağa, Silahdar Tarihi, c. I, İstanbul 1334, s. 384.
14- BOA, Anadolu Ahkâm Defteri, nr. 117, s. 123-124'te Divan-ı Hümâyûn'dan Milan kadısına yazılan evâhir-i R. 1212 (1797) tarihli hükümde "...Hızâne-i Âmiremde mahfuz rûznâmçe-i hümâyûn ve defter-i icmâl ve mufassala ve defter-i evkâfa mürâcaat olundukda..." ifadesi yer almaktadır. Kezâ Şikâyet Defteri, nr. 140, s. 514'te Divan-ı Hümâyûn'dan Kurşunlu kadısına hitaben yazılan evâsıt-ı Z. 1145 (1732) tarihli hükümde "...Defterhâne-i Âmiremde mahfûz olan defter-i icmâl ve mufassala mürâcaat olundukda..." denilmektedir.