Bu araştırma, XII. yüzyılda Harran’da yaşamış büyük veli Hayat‐ı Harrânî’yi konu edinmek‐ tedir. Kaynaklarda Hayat‐ı Harrânî hakkındaki bilgilerin yetersiz olduğu ve bu bilgilerin dağınık şekilde mevcut bulunduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı çeşitli kaynaklarda Hayat‐ı Harrânî ile ilgili verilen bilgileri derli toplu bir şekilde ortaya koymaktır. Bu araştırmada Hayat‐ı Harrânî türbesinin 592 tarihli inşa kitabesi daha önce gerçekleştirilen farklı okumalar ışığında en doğru şekliyle sunulmuş ve tercüme edilmiştir. Ayrıca türbenin 1168 tarihli tamir kitabesi ilk defa doğru bir şekilde okunarak tercüme edilmiştir. Hayat‐ı Harranî’nin hikmetli sözlerinden tasavvufî dü‐ şüncesine ulaşılmaya çalışılmıştır.
Adı ve Nesebi
Hayat‐ı Harranî’nin adı kaynakların çoğunda Hayat b. Kays b. Reccâl 1 b. Sultân el‐ Ensâri el‐Harrânî şeklinde zikredilmektedir.2 Doğumu hakkında kaynaklarda bir bilgi mevcut değildir. Ancak 581/ 1185 yılı Cemâziye’l‐ûla ayında 80 yaşında vefat ettiği3 bilinen Hayat‐ı Harranî’nin 501/1105 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Künyesi Ebü’l‐Berekât’tır. “el‐ Ensârî” nisbesi ise onun sahabe soyundan geldiğine işaret etmektedir. Harran’da doğup yaşamasından dolayı da “Harrânî” nisbesini almıştır.4 “Şeyhü’l‐Kıdve” olarak ta bilinir.5 Kendisiyle bizzat görüşen İbn Cübeyr kendisinden Ebü’l‐Berekât Hayyân b. ‘Abdulaziz şeklinde bahseder.6 Müsteş‐ rik D. S. Rice, aslında İbn Cubeyr’in Rihletu İbn Cubeyr adlı eserinde şeyhin adının geçmediğini, bu ismin ise eseri yayımlayan William Wright (1830‐1889) tarafından eklendiğini zikretmektedir.7 Aslında İbn Cübeyr’in er-Rihle’sinin yazmasında eksik olan ismi tespit etmek amacıyla; Wright, İbn Cübeyr’in biyografisini de içeren Lisânü’d‐Dîn İbnü’l‐Hatib’in (ö. 776/1374) el-İhâta fî Ahbâri Gırna ta adlı eserine başvurmuştur. İbnü’l-Hatib, İbn Cübeyr’in Harran’daki tanışıp feyiz aldığı şeyhler arasında, Ebü’l-Berakât Hayyan b. ‘Abdilaziz ve onun izinden giden oğlundan bahsetmektedir.8
Yukarıda da mülahaza edileceği üzere Hayat-ı Harrânî’nin ismi kaynaklarda değişik şekilde yer almaktadır. “حياة “isminin yanı sıra “حيوة,“9 “حيان“ 10 ve “حيىي“ 11 gibi isimler de zikredilmektedir. Buradaki isimlerin tümü “hayy” (حي (kökünden gelmektedir. Bunlar arasında büyük bir fark olmamakla beraber en çok kullanılanı “حياة “ve “حيىي“dır.
Evliya Çelebi 1060/1648 yılında Harran’a yaptığı ziyarette Hayat-ı Harrânî’den bahsederek adıyla ilgili şunları ifade etmektedir: “Çöl Arapları bu sultana gayet inanırlar. Hatta Araplar arasında büyük bir madde için birine yemin gerekse ta Basra, el-Ahsâ, Umman, Cezayir ve Kurna’dan gelip bu sultan üzerine ‘Yahya-yı Hayatî sırrına’ diye türbesi duvarına el ursa kasem-billâh yerine kabul ederler. Bu sultana Yahya-yı Hayatî demelerinin aslı seccade üzerinde tahiyyâtta ve hayatta oturur gibi oturduğundan dolayıdır. Bu yüzden Yahya-yı Hayatî derler.”12
Evliya Çelebi “Hayat” isminin bir nispet ismi olduğunu söylemekte ve bu ismin tahiyyâtta ve hayatta oturur gibi oturduğundan dolayı verildiğini kaydetmektedir. Kanaatimizce bu bilgi doğru değildir. Muhtemelen Evliya Çelebi, bu bilgiyi ziyareti esnasında orada görüşebildiği zevattan almıştır. Eğer böyle bir nispet verilecekse bunun da, tahiyyâtta oturur gibi oturmasından değil de bu yüce zatın mezarında sanki hayattaymış gibi tasarrufta bulunabilme kabiliyetinden ötürü olması daha makuldür. Ancak “Hayat” ismi kaynaklarda Hayâtî (حيايت (değil Hayât (حياة (şeklinde zikredilmektedir. Bu şekilde kayda geçmesi “Hayat”ın şeyhin ismi olduğu kanaatini doğrulamaktadır. Babasının ismi ise kaynaklarda Abdulaziz ve Kays olarak iki farklı şekilde zikredilmektedir. Kays, Hayat-ı Harrânî’nin babasının ismi değil de Mudar kabilesinin önemli kolu olan Kays kabilesine mensup olmasından dolayı bir nispet ismi olduğunu ifade eden bir görüş mevcuttur.13 Bu görüşe göre Arap geleneğine göre meşhur insanlar bazen doğrudan babalarının adıyla değil mensup olduğu kabilenin adıyla zikredilebilirler.14 Kanaatimizce bu görüş pek sağlıklı değildir. Zira elimizde bir örneği mevcut değildir. Şunu da belirtmek gerekir ki “el-Ensârî” nisbesiyle anılan Hayat-i Harranî’nin Kays kabilesine mensup olması çelişkili bir durumdur.
Hayat-ı Harrânî’nin bir cilt kadar bir biyografisi vardı ve bu biyografi torunlarının elindeydi. Ancak eser, Dımaşk, İlhanlılar tarafından işgal edildiğinde Salihiye’de15 yağmalanmıştır.16
Eğitimi
Dönemin ilim merkezlerinden biri olan Harran’da doğup büyüyen Hayât-ı Harrânî’nin ilim tahsil hayatı hakkındaki bilgilerimiz son derece yetersizdir. Buna rağmen Hayât-ı Harrânî’nin çocukluk yıllarında Kur’ân-ı Kerîm’i okumayı ve onunla ilgili temel bilgileri öğrendiğini, bütün Müslüman çocuklara uygulanan müfredatı oluşturan ilimleri tahsil ettiğini söylemek mümkündür.
İbn Abdilmelik el-Merrâküşî’nin (ö. 703) Hayât-ı Harrânî’yi el-ârif, el-mütekellim, es-sûfî ُمر) ٍ ع ّ أبيه أبو علي َ ْذو َ ُه احلاذي ح كات حيان بن عبد العزيز وابن َ ُّ الص ُّويف أبو الرب ُ م ِ َ ان ُ العارف املتكلّ ّ َر (وحبِ 17 olarak nitelemesi onun aynı zamanda bir ârif, mütekellim; yani kelamcı ve sûfi olduğuna işaret eder ki onun araç ve temel ilimleri tahsil ettikten sonra değişik dinî ilimlere yönelip derinleştiğine de işaret eder. Yine ez Zehebî el-Mu’în fî Tabakâti’l-Huffâz ve Tezkiretü’l-Huffâz’da Hayyât-ı Harrânî’yi hadîs hafızları arasında zikretmesi18 de bunu teyit etmektedir. İslâm ilim ıstılahında hadîs nakil ve rivayetini meslek edinip çok miktarda hadîsi ezbere bilen kimselere de hâfız denir. Hayât-ı Harrânî’nin hadisle daha fazla meşgul olması Harran’da o dönem Hanbelî mezhebinin yaygın olması ve ona mahsus medreselerin bulunmasıyla da uyum arz etmektedir. Üstelik İbn Abdilmelik el Merrâküşî’ye (ö. 703) göre İbn Cübeyr’in Gırnata’dan 8 Şevvâl 578’de Perşembe günün ilk saatinde yola çıktığı birinci doğu seyahatine katılanlar arasında hadîs âlimi Ahmed b. el-Hasan b. Ahmed b. Hassân el-Kudâî el-Mürsî de bulunduğunu ve onların birlikte Hayât-ı Harrânî’yi ziyaret ettiklerini kaydetmesi, ez-Zehebî’nin Hayyât-ı Harrânî’yi hadîs hafızları arasında zikretmesini teyit etmektedir.
Evet, Harran İslâm hâkimiyetine girmeden önce de sonra da önemli bir ilim merkezi olmayı sürdürmüştür. İbn Şeddâd ve başka kaynaklar Hayât-ı Harrânî döneminde Harran’da Ulucami dışında birçok medresenin bulunduğunu kaydederler. Şöyle ki: Harran’da, hepsi Hanbelî Mezhebi’ne göre tedris yapan dört medrese bulunmaktadır:
1- Nûreddîn Mahmûd Medresesi (el-Medresetü’n-Nuriyye).19 [Nûreddîn Mahmûd, teveccüh ettiği ve itimat edip hüsn-i zanda bulunduğu Harran’ın büyük âlimi, hatibi, müderrisi ve müftüsü, fakîh ve zahit Takiyüddîn Ebü’l-Fazl İbn Ebî Hacer el-Harrânî el-Hanbelî (513-570/1119-1175) için bu medreseyi yaptırmış, ona teslim etmiş ve baş müderris olarak onu görevlendirmiştir. Nûreddîn Mahmûd, Harran Ulucamii’nin yeniden imar işinin mesuliyetini de İbn Ebî Hacer’e vermiştir.20]
2- Şemseddîn Şakîr (veya Şukayr شقري (Medresesi: Medreseyi, Şemseddîn yaptırmıştır.
3- el-Hâcce Sitti en-Ni’am (النعم ست احلاجة (Medresesi: el-Hâcce Sitti en-Ni’am hanımefendi, Şerefüddîn İbn el-Attâr’ın baldızıdır ve medreseyi o yaptırmıştır.
4- Şemseddîn Ebû Muhammed b. Selâme el-Attâr Medresesi.21
5- Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. el-Hadar b. Muhammed el-Harrânî’nin (Şaban 542-11 Sefer 622) yaptırdığı medrese.22
Yine Harran’da el-Harrânî nisbesiyle yetişmiş ve ilim tarihine geçmiş yüzlerce âlimin yansıra bir çok mutasavvıf da yetişmiştir. Harran’da Hayât-ı Harrânî ile çağdaş olan birçok ilim adamı da bulunmaktadır. Harran’da yetişen mutasavvıflar arasında Ebû Katâde Abdullah b. Vâkıd (ö. 217/832), Şeyh Ahmed el-Harrânî (ö. 400/1009), Hibetullah b. Nasr el-Harrânî (ö. 580/1184), Yusuf b. Fadlullah (ö. 621/1224), Muhammed b. Ebü’l-Mecd el-Harrânî (ö. 680/1260) ve Hayât elHarrânî’nin evlatları ile torunları zikredilebilir. Hayât-ı Harrânî, Harran’da Şeyh Mücellî b. Yasin’in ( ْ ايسني بن يّجمل (ُöğrencisi olan Ebû Abdullah Hüseyin el-Bevvârî’nin (البواري سنيُ َّ د اّلل احل ْ ب َ و ع ُ بَأ (zaviyesinde eğitim aldığını biliyoruz.23 Kaynakların verdikleri bilgilere göre Hayât-ı Harrânî’nin onun elli yıl boyunca şer’î bir mazereti olmadıkça bütün vakit namazlarını bahsedilen zaviyede cemaatle kıldığını, zikir ve ilim meclislerine katıldığını aktarmaktadır.24
İlim tahsili ile yetinmeyen Hayât-ı Harrânî, zaviyesinde birçok talebe, etba’ ve meşâyih de yetiştirmiştir. Hayatının son demlerine kadar davet ve ıslah ile uğraşan Hayat-ı Harrânî’yi birçok zahid kimseler ziyaret etmeye devam etmiştir. Bunlardan biri de 624 yılı 5 Şevval Cumartesi günü vefat eden Ebü’s-Senâ Hammâd b. eş-Şumayh Ahmed b. Muhammed b. Bereke b. Sudayk enNeccâr el-Harrânî’dir. Bu zat 12 yıl ağır hastalık çekmiş, bu süreyi Allah’a itaat üzere ibadet ve sabır ile geçirmiştir. Hayat-ı Harrânî’yi ziyaret eden bu şahıs, Hayat-ı Harrânî’nin oğlu Ömer’e ahit vermiştir.25 İlim tahsili ile yetinmeyen Hayât-ı Harrânî’nin kendi zaviyesinde birçok talebe, etba’ ve meşâyih te yetiştirdiğini, İbn Cübeyr’in tanıklığı ve bunu yansıtan şu mealdeki sözleri de işaret etmektedir: “Zahitlerden birisi olan Şeyh Ebü’l-Berekât Hayyân b. Abdilaziz’le, kendisine nispet edilen mescidin önünde görüştük. Bu şeyh, mescidin kıble tarafında yer alan ve onun tarafından yaptırılan bir zaviyede ikamet etmektedir. Zaviyenin öbür tarafında, şeyhin oğlu Ömer’e ait başka bir zaviye daha bulunmaktadır. Ömer, babasına bağlanmış; onun yolunu tutmuş ve ondan ayrılmamıştır. Ömer’in babasıyla aynı karaktere sahip olduğunu gördüm. Şeyhin yanına gittik. Yaşı seksenden fazlaydı. Bizimle tokalaştı, dua etti ve oğlu Ömer’le görüşmemizi istedi. Ömer’in yanına gitmek üzere yola çıktık ve onunla görüştük. Bize dua etti. Sonra her ikisine de veda ettik ve ahiret ehli iki insanla görüşmenin verdiği sevinçle oradan ayrıldık.”26
Kaynaklarda Hayât-ı Harrânî’ye nispet edilen hikmetli sözler de onun derin bir ilim tahsil hayatı geçirdiğine işaret eder. Şunu da belirtmek gerekir ki Hayât-ı Harrânî bir ilim insanı olmakla birlikte o daha çok bir hâl insanıdır.
Türbesi
Hayat-ı Harrânî’nin türbesi Harran’ın batısında ve surların dışında yer almaktadır. Türbenin doğu duvarında yer alan tek giriş kapısının üzerinde vakıf kitabesi bulunmaktadır. İbn Cübeyr Harran’ı ziyaret ettiğinde burada bir mescid ve zaviye ile beraber şeyhin oturduğu bir bulunduğunu söyler. Buna ek olarak bu zaviyenin öbür tarafında şeyhin oğlu Ömer’e ait başka bir zaviye bulunduğunu ifade eder.27 İbn Cübeyr’in dile getirdiği bu kısımlar yapının en eski şeklidir. Türbeye yapılan tamir ve restorasyonlar yapının şeklini değiştirmiştir. Rice’ın belirttiğine göre yapıya eklenen kısımlar şunlardır; (ı) Doğu tarafındaki koruma/ihata duvarı; (ıı) (türbenin) güney tarafında yer alan sütunlu giriş; (ııı) baldanken28 şeklinde minaresi bulunan sundurma ve (ıv) sundurma ve revak arasında kalan bir merdiven.29
Seyyah Evliya Çelebi, 1060/1648 yılında Harran’a yaptığı ziyaretten aktardığı ifadelerde türbeyi şu şekilde tarif etmektedir: “Şeyh Yahya-yı Hayatî Ziyareti: Harran dibindedir. (…) (…) Sultan halifelerinden kutupluğa ayak basmış ulu sultandır ki Harran Kalesi’nin yakınında çöl tarafında büyük bir türbe içinde gömülüdür.”30
Hayat-ı Harrânî türbesinin bir suret-i vakfiyesi31 ve zaviyesiyle ilgili bir zabıt mevcuttur.32
Türbenin 592/1196 Tarihli İnşa Kitabesi
Binanın doğu duvarındaki kitabenin bir kopyası, 1899 yılında, Max Freiherr Von Oppenheim’in (1860-1946) Harran bölgesine yaptığı seyahate katılanlardan biri tarafından hazırlanmış ve 1909 yılında Max Van Berchem tarafından yayımlanmıştır.33 Répertoire chronologique d’épigraphie arabe’de bulunan veriler bu okumaya dayanmaktadır (vol. ıx, no. 3488)34. İlgili okuma şu şekildedir:
Bu okumada ciddi hata ve eksiklikler mevcuttur. Kitabe, yüksek sundurmanın çatısının hemen altına, girişin oldukça üstüne yerleştirildiğinden okunması gerçekten zor bir işti. Dahası kitabenin üzerine yapılan sıva, kitabenin şeklini ciddi bir şekilde bozmuş ve kırlangıçların balçıkla yaptığı yuva kümeleri bazı kısımları tamamen okunamayacak hale getirmiştir. Max van Berchem’in önünde herhangi bir metin veya fotoğraf mevcut değildi ve bizzat kendisi son derece yetersiz biçimde kaydedilen bu yazıların düzeltilmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunmuştur. D. S. Rice ise bu kitabeyi incelediği makalesinde35 bu kitabedeki yazıları daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Rice’in okuması ise şu şekildedir:
Görüldüğü gibi Rice, kitabede ( الرحيم الرمحن هللا م (...ve (تعاىل (kısımlarını okumuştur. Max Van Berchem’in okumuş olduğu (السيد (kısmının (الشيخ (şeklinde olduğunu kaydetmiştir. Yine Berchem’in (اخلالد (şeklinde okuduğu kısmın (احلياة (şeklinde olduğunu tespit etmiştir. Berchem, kitabede geçen ismin (بدر (mi yoksa (بكر (mi olduğunu tespit edemezken Rice bunun (بكر (olduğunu bulmuştur. Kitabenin üçüncü satırın sonlarını Berchem, (أختهم ابن (şeklinde kaydetmiş bundan emin olmadığı için de bir soru işareti koymuştur. Rice ise bu kısmın (اخته ابن (şeklinde olduğunu ifade ederek “Bu ibare “Ömer ve Ebû Bekir’in kız kardeşinin oğlu” manasını ifade etmez. Bu mana için (اختهما ابن ( denilmesi gerekir. Ayrıca adamın babasının adı Ali’dir, Hayat değil.” demiştir.36
Kitabenin en karışık yeri ise üçüncü satırın son kelimesidir. Zira kitabenin bu yeri silik olduğu için net okunamamaktadır. Hem Berchem hem de Rice bu bölümü okuyamamış ve “tüm çabalarıma rağmen denetçinin adını hala çözemedim. Sonu bî veya bâ, tî veya sâ harfleri37 ile bitmektedir” demiştir.38 Bunun yanı sıra devamında (ابن (olabileceği yönünde fikir yürütmüştür. Müfid Yüksel ise bu kitabeyi okurken bu okunması güç olan yerin (راشد أخته ابن (şeklinde olduğunu kaydetmiştir.39 Devamında Berchem’in (عمارته (diye okuduğu yeri Rice (العمارة (olarak okumuştur. Kitabenin geri kalan kısmını Berchem ve Rice aynı şekilde kaydederken Yüksel, son satırda (اآلخر مجادي يف شهر (bölümünü onların aksine مجادي مستمار يف(اآلخر ( olarak kaydetmiştir. Yüksel kitabenin bu kısmını doğru tespit ederken kitabenin üçüncü satırında (أرواحهم هللا قدس (şeklindeki ifadeyi yanlış okuyarak (أسرارهم هللا قدس (olarak kaydetmiştir. Bütün bu veriler ışığında kitabenin en doğru şekli ve tercümesi aşağıdaki şekildedir:
Kitabenin Tercümesi:
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla. Bu mübarek meşhedi, Şeyh Hayat b. Kays’ın oğlu, Allah Teâlâ’nın rahmetine muhtaç, sâlih, zâhid ve âbid Şeyh Ömer ve kardeşi Şeyh Ebû Bekr -Allah onların ruhlarını bağışlasın- (Şeyh Hayat)’ın kız kardeşinin oğlu el-Fakîr (Allah’ın rahmetine muhtaç) Râşid ‘Alî –Allah ona ve tüm Müslümanlara mağfiret etsin- eliyle (vasıtasıyla) inşa etti. Bu mübarek imaretin tamamlanması beş yüz doksan iki senesinin Cemâziyelâhiri içinde tamamlanmıştır.
Ayrıca şunu da not düşmek istiyoruz;
Suriye’de Şam’ın yaklaşık 25 km. güneydoğusunda bulunan Harran el-‘Avâmîd (العواميد حران (nahiyesinde de Hayat-ı Harrânî’nin adını taşıyan bir mescid ve bu mescitte bir türbe mevcuttur.40 Harran ismi Hayat-ı Harrânî’nin adından gelirken ‘Avamîd ismi de beldenin ortasında yaklaşık 10 metre yüksekliğinde Roma döneminden kalma üç bazalt sütundan gelmektedir.
Türbe İle Cami Arasındaki Duvarda 1168/1754-1755 Tarihli Tamir Kitabesi41
Bu kitabeyi Müfid Yüksel42 ve Mahmut Karakaş43 okumuştur. Fakat bu okumalarda bazı eksiklik ve hatalar olduğunu tespit ettik. Kitabeyi okuyan Yüksel, beşinci satırı hatalı okumuştur. Yüksel’in okuması şöyledir: ّ (5 (ة فهو من قد اسسا حرم التقوى من ام Bu bağlamda kitabeyi de şöyle tercüme etmiştir: “Bunu (mabedi) tesis/binâ eden ümmet içinde takva’nın haremidir. Âriflerin Sultanı Şeyh Hayat bin Kays (k.s)’ın hâdimi Harran’daki mabedin tarihini tarihledi. Sene 1168.”
ABDULHAKİM ÖNEL 534 فهو امن قد أسسا ) yer ilgili kitabedeki Oysa ُ ة) kelime Dördüncü. şeklindedir َّ ) حرم التقوى من أَمه ّ - ام ( َّ أَم) değil) ümmet 44 fiilinin sonuna (هو (zamirinin bitişmesiyle ortaya çıkan (ُ مهَأ‘( َّdur. Bunun yanı sıra altıncı kelime ْ َن م değildir. Zira öncesinde bir elif (ا (harfi mevcuttur. Dolayısıyla bu kelime (آمن şeklindedir. Bu bilgiler ışığında kitabenin ilgili kısmından itibaren tercümesi şu şekilde olmalıdır: “(O makam), takva haremidir. Kim ona yönelirse güven içinde olur. Ariflerin sultanı Şeyh Hayat İbn Kays (Kuddise sirruh)’ın hadimi Harran’da bir mabed inşa etti ve tarihini tarihledi. Sene
Karakaş ise dördüncü satırda العباد األضعف يد على şeklinde bir okuma kaydetmiştir.45 Oysa isim tamlaması olan bu kısım العباد أضعف şeklinde olmalıdır. Bu okumada da beşinci, altıncı ve yedinci satırlar tamamen hatalıdır. Karakaş bu satırları şu şekilde kaydetmiştir: (5 (فهو قد أسستا ِ ه ِ ّ أُم ْ ن ِ التقوى م َ َّرم َ ح (6 (خادم سلطان العارفني (7 (معبد حران اترخيه أرخا Bu okumada öncelikle altıncı ile yedinci satır yer değiştirmelidir. Bunun yanı sıra beşinci satırda (َ َّرم َ (ح 46, (ْ ن ِ (م 47, ( ِ ه ِ ّ (أُم 48 ve (أسستا( 49 kelimeleri hatalı okunmuştur. Altıncı satır olması gereken yedinci satır ise (أرخا اترخيه حران معبد (şeklinde okunmuştur. Bu kısım (اترخيه أرخا قد حران يف معبد (şeklinde olmalıdır. Yazar kitabede yazanları şu ifadelerle dile getirmiştir: “Bu mübarek cami‘i şerif ve makamın ihya kılınması yani tamir edilmesi Seyyid Harrânî’nin oğlu ve kulların en zayıfı Seyyid Muhammed Mukim eliyle yaptırılmıştır. Harran’da olan ariflerin sultanının mabedinin hadimi ve annesi tarafından tesis kılındı. Tarihi Erha’dır. Kays’ın oğlu Şeyh Hayat. Sene 1168 hicri.”50 Kitabede (ُ مهَأ : َّona yöneldi) kelimesinin ( ِ ه ِ ّ مُأ :annesi) şeklinde okunması bu makamın Seyyid Muhammed Mukim ve annesi tarafından tesis edildiğini anlama yanlışına yol açmıştır. Yazar Erha’nın ne olduğunu da şu satırlarla ifade etmiştir: “Erha kelimesinin karşılığı 802 hicri eder. Miladi olarak 1400 tarihini verir. Yazılar ayrı tamir tarihini verir. Erha tarih değilse bu sadece hicri 1168’deki tamirin kitabesidir”.51 Fakat burada (أرخا (kelimesi bir tarihe delalet etmez. Buradaki kelime “tarihledi, tarih verdi” anlamındaki (خَ .fiilidir َّ ) أَر Okuduğumuz en doğru şekliyle kitabede şunlar yazmaktadır: ِم ِ هللا (1 ِ (الرمحن ِ الرحيم ْ ِس ب ِعنيُ ْملُ ا َ ُو ه َ (
Kitabenin tercümesi:
“Mu‘în (yardım eden, yardımcı olan) O’dur. Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla. Bu camii şerîf’in ve yüce makamın ihyasını (tamirini) kulların en zayıfı es-Seyyid Muhammed Mukîm İbn es-Seyyid Huseyn el-Harrânî’nin eliyle kılan Allah’a hamd olsun. (O makam), takva haremidir. Kim ona yönelirse güven içinde olur. Ariflerin sultanı Şeyh Hayat İbn Kays (Kuddise sirruh)’ın hâdimi Harran’da bir mabed inşa etti ve tarihini tarihledi. Sene 1168.” Böylelikle kitabe ilk defa tarafımızca en doğru şekilde tespit edilmektedir.
Ayrıca kitabede iki yerde fazla yazılmış elif harfi bulunmaktadır. İki yerde ise elif harfi yazılması gerektiği halde yazılmamıştır. Fazla yazılan elif harfleri beşinci satırdaki أسسا ve altıncı satırdaki أرخا kelimelerindeki harflerdir. Buradaki elifler zaittir. Tesniye (ikil) elifi değildir. Zira bu iki fiilin faili tek kişidir. Öte yandan beşinci satırda bulunan امن kelimesinde iki elif olmalıdır. Arapçada iki elif yan yana gelince üzerine bir uzatma eklenerek آمن şeklinde yazılır.54 Kitabede altıncı satırdaki معبد kelimesi mefulün bihtir. Arapçada meful olan kelime mansub olur. Mansub olan kelime de nekre ise sonuna bir elif harfi eklenir. Yani kelime معبدا şeklinde olmalıdır. 4- Nesli Hayat-ı Harrânî’nin Şeyh Ömer55 ve Şeyh Ebû Bekir56 adında iki oğlu vardır. Fakat bunlarla ilgili bilgiler sınırlıdır. Öncelikle bu iki isme Şeyh Hayat-ı Harrânî türbesinin doğu duvarında yer alan tek giriş kapısının üzerinde bulunan ve türbenin inşa tarihini (592/1196) gösteren kitabede rastlamaktayız. Kitabenin üzerinde şunlar yazmaktadır: Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla. Bu mübarek meşhedi, Şeyh Hayat b. Kays’ın oğlu, Allah Teâlâ’nın rahmetine muhtaç, sâlih, zâhid ve âbid Şeyh Ömer ve kardeşi Şeyh Ebû Bekr -Allah onların ruhlarını bağışlasın- (Şeyh Hayat)’ın kız kardeşinin oğlu el-Fakîr (Allah’ın rahmetine muhtaç) Râşid ‘Alî –Allah ona ve tüm Müslümanlara mağfiret etsin- eliyle inşa etti. Bu mübarek imaretin tamamlanması beş yüz doksan iki senesinin Cemâziyelâhiri içinde tamamlanmıştır. Hayat-ı Harrânî’nin oğullarının yanı sıra -kitabede zikredildiği gibi- Raşid Ali adında kız kardeşinin bir oğlu vardır. Bu kişi hakkında bir malumata sahip değiliz. Ayrıca Hayat-ı Harrânî’nin واثب Vassâb adında kız kardeşinin bir oğlu olduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır. Bu zat Hayat-ı
Harrânî’nin aynı zamanda talebesi olup keramet sahibi bir kimsedir. Hayat-ı Harrânî, Rahbe’den kendisini ziyarete gelen Zağîb adında birinin gözünü çıkardığında Zağîb, bu zatın zikir halkasına katılmış ve iyileşmiştir.57 a- Hayat-ı Harrânî’nin Oğlu Ömer (ö. 605) Zehebî de, eserinde 605/1208 yılı olaylarını anlatırken “Ömer İbnü’l-Kidve eş-Şeyh Hayat b. Kays el-Harrânî” başlığı altında Ömer’in 605 Safer ayında (Ağustos-Eylül 1208) Harran’da vefat ettiğini nakleder.58 İbn Cübeyr ise Harran’ı ziyareti sırasında şunları zikrederek Ömer b. Hayat’tan bahsetmektedir; “Zahitlerden birisi olan Şeyh Ebü’l-Berekât Hayyân b. Abdilaziz’le, kendisine nispet edilen mescidin önünde görüştük. Bu şeyh, mescidin kıble tarafında yer alan ve onun tarafından yaptırılan bir zaviyede ikamet etmektedir. Zaviyenin öbür tarafında, şeyhin oğlu Ömer’e ait başka bir zaviye daha bulunmaktadır. Ömer, babasına bağlanmış; onun yolunu tutmuş ve ondan ayrılmamıştır. Ömer’i babasıyla aynı karaktere sahip olduğunu gördüm. Şeyhin yanına gittik. Yaşı seksenden fazlaydı. Bizimle tokalaştı, dua etti ve oğlu Ömer’le görüşmemizi istedi. Ömer’in yanına gitmek üzere yola çıktık ve onunla görüştük. Bize dua etti. Sonra her ikisine de veda ettik ve ahiret ehli iki insanla görüşmenin verdiği sevinçle oradan ayrıldık.”59 Bunun yanı sıra es-Safedî (ö. 764/1362), el-Vâfî bi’l-Vefeyât adlı eserinde “(el-Harrânî) Ömer b. Hayât b. Kays b. Hayât el-Harrânî, eş-Şeyh Ebû’l-Feth” başlığı altında Şeyh Ömer’in 605 yılında 77 yaşında vefat ettiğini zikreder ve şöyle devam eder: “Melik Mansur Muhammed b. elMelik el-‘Aziz Osman b. el-Melik en-Nâsır60Harran’da hastalandı. (Melik’in) şifasının Şeyh Hayat’ın oğlu Şeyh Ömer’in ayakkabısından61 su içmekten geçmektedir denildiği yönünde Şeyh Ömer’e bir haber gönderildi. Şeyh Ömer dedi ki: bu çirkin bir şeydir. (Elçi) dedi ki: başka çare yok. (Ayakkabıyı) yıkayıp temizledir. Ve su Melik’e götürüldü. Ondan içti ve Allah’ın izniyle iyileşti.”62 Bu durum Şeyh Ömer’in de dönemin büyük şeyhlerinden olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra Hayat-ı Harrânî’nin İbn Cübeyr’e oğlu Ömer ile görüşüp duasını almasını tavsiye etmesi Şeyh Ömer’in önemini göstermektedir. Şeyh Ömer b. Hayat’ın Abdullah adında bir oğlu mevcuttur. Veli bir zat olan Abdulaziz b. Muhammed el-Harrânî Abdullah’ın neslinden gelmektedir. Bu veli zat, Abdulaziz b. Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Abdullah b. Ömer b. Hayat b. Kays el-Harrânî (839/1435)’dir. Harran’da doğmuştur. Doğum tarihi hakkında bir bilgi mevcut değildir. İlk tahsilini Harran’da yapan Abdulaziz b. Muhammed, ilim tahsilini tamamlamak maksadıyla Şam’a gitmiştir. Şam’da ünlü hocalardan farklı ilim dallarında dersler almıştır. İyi bir din adamı, âlim, edebiyatçı ve şairdir. Kaynaklarda onun veli bir zat olduğu yazmaktadır. Şam’a gittikten sonra orada ikamet etmiş ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Bunun yanında birçok eser de telif etmiştir. Ömrünün sonlarına doğru Harran’a geri dönmüş ve 839/1435 yılında memleketi Harran’da vefat etmiştir. Harran’ın batı tarafında bulunan mezarlığa defnedilmiştir.63
Hayat-ı Harrânî’nin Oğlu Ebû Bekir (ö. 620)
es-Safedî, eserinde Şeyh Hayat b. Kays’ın oğlu Şeyh Ebû Bekir ile ilgili şunları söylemektedir; “(Ömer) vefat ettikten sonra kardeşi Ebû Bekir Abdullah onun zaviyesinde 15 yıl ikamet etti. Ebû Bekir de 17 Rebîulâhir 620 yılında 88 yaşında vefat etti.”64 Ebû Bekir’in (ö. 620) -ulaşabildiğimiz kadarıyla- Hayat ve Kays adında iki oğlu vardır. Bunun yanı sıra “Ebü’l-Kasım” künyesine sahip bir isim de zikredilmektedir. Bu künye bu iki isimden birine mi ait yoksa bu künyenin sahibi üçüncü bir şahıs mıdır bunu tespit edemedik. Kaynaklarda Hayat b. Ebû Bekir’in Ebû Bekir adında bir oğlu (ö. 685), Kays b. Ebi Bekir’in de Yusuf (ö. 719) adında bir oğlu olduğunu nakledilir. İbnü’s-Sukâî (ö. 726/1326), Tâlî Kitâbi Vefeyâti’l-A’yân adlı eserinde Ebû Bekir’i şöyle tanıtır; “Bedevi asıllı ve Harran’lı eş-Şeyh Ebû Bekir b. Hayat b. Kays. Salihlerin büyüklerinden ve keramet ehlinden idi. Yaşadığı çevre ve diğer yerlerde bu konuda etkili, güzel haberleri vardır. 681 yılında Hicaz’a yöneldi. 683 yılına kadar orada ikamet etti. Daha sonra Re’sü’l-‘Ayn’a dönüp 685 yılı Zilkâde ayında vefat edinceye kadar burada ikamet etti.65 Kanaatimizce İbnü’s-Sukâî’nin bahsettiği bu zat Hayat-ı Harrânî’nin oğlu Ebû Bekir değildir. Zira Ebû Bekir, kardeşi Ömer ile birlikte 592 yılında Hayat-ı Harrânî’nin türbesinin inşasına katılmıştır. Kardeşi Ömer 605 yılında yaklaşık 77 yaşında vefat etmiştir.66 Türbe inşası sırasında Ömer’in yaşı 64 civarındadır. Ebû Bekir 685 yılında vefat ettiyse ve vefat ettiğinde 88 yaşı dolaylarındaysa 597 yılında doğmuş olmalıdır. Bu da mümkün değildir. İbnü’s-Sukâî’nin ifade ettiği bu zat ise Hayat-ı Harrânî’nin oğlu Ebû Bekir’in torunudur ve babasının adı Hayat’tır. ez-Zehebî 685 yılı olaylarını anlatırken bu kişiyi şöyle tanıtmıştır; “Ebû Bekir b. Hayat b. Ebi Bekir İbni’ş-Şeyh el-Kebir Hayat b. Kays el-Harrânî; Re’sü’l-Ayn’da ikamet etmiş, salih, arif, zahid ve meşhur bir zattır. 82. yılda hac ibadetini ifa eden bu zat Dımaşk’ta İsa el-Hayyât ve el-Mercî b. Şükayra’dan hadis rivayet etmiştir. Yaşı epey bir ilerlemiş olan bu zat Re’sü’l-Ayn’da vefat etmiştir.”67 Dolayısıyla 685 yılında vefat eden Ebû Bekir b. Hayat b. Kays değil; Ebû Bekir b. Hayat b. Ebi Bekir b. Hayat b. Kays’tır. Şeyh Ebû Bekir’in iki oğlu Hayat ve Kays hakkında bir bilgiye rastlayamadık. Fakat bunların oğullarına dair bazı kayıtlar mevcuttur. Hayat-ı Harrânî’nin neslinden gelen zatların tümü âlim, sâlih, zâhid ve muteber kişiler olmuşlardır. Harran şehri Moğollar tarafından işgal edildiğinde kalede bulunanlar, kalenin savaşla alınması halinde öldürüleceklerinden korktular. Bunun üzerine Şeyh Hayat-ı Harrânî’nin torunlarından Şeyh Ebü’l-Kâsım b. Şeyh Ebû Bekir b. Şeyh Hayat el-Harrânî ve bölgenin valisi el-Niklîs Mehasin ibn el-Bakkal’ı Hülâgû’ya gönderdiler ve kaledeki insanlar için eman talep ettiler. Hülâgû kendilerine, kadınlarına ve mallarına zarar gelmeyeceğine dair güvence verdi ve ardından kaleyi teslim aldı.68 Bu durum Şeyh Ebü’l-Kâsım’ın önemli bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Bu düşünceyi destekler mahiyette rivayeler mevcuttur. Mesela İbn Hacer el-Askalânî edDurar el-Kâmine fî A’yânî el-Mieti’s-Sâmine adlı eserinde Şeyh Ebû Bekir’in (ö. 620) torunu Yusu b. Kays’tan (ö. 719) şöyle bahseder; “Yusuf b. Kays b. Ebî Bekir b. Hayat eş-Şeyh Ebû Kays elHarrânî, 633 yılında (bu Birzâlî’nin görüşüdür. Zehebî’ye göre 639 yılında) Harran’da doğdu. İbrahim b. Halil’den İbnü’l-Mukri’in Erbaîn’ini69 dinledi. Başkalarından da bu dersi aldı ve biraz hadis nakletti. Zehebî, İbn Râfi‘ ve başkaları ondan hadis rivayet ettiler. İnsanların ona karşı büyük bir inancı vardı. O, kendi mekânında münzevi idi. 719 yılının Cemâziyelâhira ayında ölünceye kadar insanlar onu ziyaret etmeye gelirdi.”70 Zehebî ise 685 yılı olaylarını anlatırken Şeyh Ebû Bekir’in (ö. 620) torunu Ebû Bekir b. Hayat’tan (ö. 685) şöyle bahseder; “Ebû Bekir b. Hayat b. Ebi Bekir İbni’ş-Şeyh el-Kebir Hayat b. Kays el-Harrânî (ö. 685); Re’sü’l-Ayn’da ikamet etmiş, salih, arif, zahid ve meşhur bir zattır. 82. yılda hac ibadetini ifa eden bu zat Dımaşk’ta İsa el-Hayyât ve el-Mercî b. Şükayra’dan hadis rivayet etmiştir. Yaşı epey bir ilerlemiş olan bu zat Re’sü’l-Ayn’da vefat etmiştir.”71 Yine kaynaklarda Hayat-ı Harrânî’nin oğlu Ebû Bekir’in Yahya adında bir oğlu da zikredilir. Şeyh Hayat’a Yahya ismi de verildiğinden bu zat Ebû Bekir’in oğlu Hayat da olabilir. Bu ismin hayatıyla ilgili malumata sahip değiliz. Fakat onun neslinden gelen salih bir şeyh kaynaklarda rivayet anlatılmaktadır. Bu şeyh, Ebü’l-Hasan Ali b. Şeyh Ahmed b. Ali b. Yahya b. Ebi Bekir b. eş-Şeyh Hayat el-Harrânî’dir. Zilkade ayının başlarında 666 yılında Harran’da doğmuştur. Şeyh Kemaleddin Ahmed b. Muhammed İbnu’n-Nasîbî’den Halep’te ders almıştır. Bu hocasının yanında 683 yılı Cemaziyelâhira ayında Tirmîzî’nin “eş-Şemâil” adlı eserini okumuştur. Daha sonra Şam’da bu dersi kendisi vermiştir. İmam Şemsüddin Muhammed b. Yahya b. Muhammed b. Sa’d el-Makdisî ondan ders almıştır. Ebü’l-Hasan Ali, Muharrem 17 Pazar gecesi vefat etmiştir. Öğle namazı akabinde el-Muzafferî camiinde cenaze namazı kılınmıştır. Kasiyun dağı eteğindeki kabristana defnedilmiştir.72 4- Devlet Ricaliyle Münasebetleri Harran’daki Câmi‘ü’l-Firdevs’in (Harran Ulu Camiî) imamlığını da yapan Hayat-ı Harrânî’nin şöhreti zamanın devlet ricaline ve sultanlarına kadar ulaşmıştır. Sultanlar onu ziyaret eder ve onun hayır dualarını alırlardı. Atacakları adımlarda onun görüşlerine başvurur ve onunla buluşmaktan şeref duyarlardı. Çıktığı seferlerde muvaffak olabilmeleri için yüce Allah’a niyazda bulunmasını isterlerdi. Hayat-ı Harrânî’nin Sultan Nureddin Zengî (ö. 570/1174) ve Selahaddin-i Eyyübî (ö. 589/1193) tarafından ziyaret edilmiş olması çağındaki şöhretini ve nüfuzunu göstermektedir. Kaynakların aktardığı bilgilere göre Sultan Nureddin Zengî (ö. 570/1174) onu ziyaret etmiş ve Haçlılara karşı seferlerinde başarı için dua talep etmiştir. Hayat-ı Harrânî de onu Haçlılara karşı cihad etmesi hususunda teşvik etmiş ve zafer elde etmesi için ona uzun uzun duada bulunmuştur. Selahaddin-i Eyyübî de onu ziyaret ederek kendisine duacı olması talep etmiştir. Hayat-ı Harrânî ona dua ederek Musul üzerine yürümemesi konusunda kendisine tavsiyede bulunmuştur. Selahaddin-i Eyyübî Hayat-ı Harrânî’nin bu tavsiyesine uymayarak Musul’a yönelmiş uzun çarpışmalara rağmen şehri ele geçiremeden zayiatla geri dönmüş ve sefer sonuçsuz kalmıştır.73 5- Faziletleri İncelediğimiz kaynaklarda Hayat-ı Harrânî’nin kerametlerine ve himmetlerine geniş yer verilmektedir. Onun Allah dostu, zâhid, âbid, sâlih, erdemli, mütebessim, merhametli, eli açık, nazik, mütevazı, vakur, Allah’ı çokça seven, O’na çokça dua eden, O’ndan çokça af dileyen, şeyhlerin önderi, hükümdarlar ve soyluların ziyaret ettiği, vefatından sonra da tasarrufta bulunabilen bir mürşit ve büyük bir veli olduğu zikredilmektedir. Yine Hayat-ı Harrânî yumuşak huylu, gece ibadetine düşkün, teheccüt ehli ve Allah’ı çok tesbih eden bir veli olarak tanıtılır. Hayat-ı Harrânî, inzivayı sever ve zaman zaman inzivaya çekilirdi. İlmiyle âmil olan bu kâmil mürşid, halkın gönlünde yer edinmiştir. Halk ona büyük sevgi göstermiş ve ona karşı derin bir saygı beslemiştir. İbnü’l-İmad onu “ulu şeyh” ve ünlü veli” diye tanıtır.74 Harran'da adını taşıyan mescidin kıble tarafında bulunan zaviyesinde irşad faaliyetinde bulunan Hayat b. Kays bölgenin en çok hürmet gösterilen şeyhi haline gelmiş ve çevresinde birçok mürid toplanmıştır.75 Ebû Muhammed Afîfüddîn Abdullâh b. Es’ad b. Ali b. Süleymân el-Yâfiî el-Yemenî (ö. 768/1367), Ebû’l-Hasan Ali el-Fureysi’ye (ابلفريثي املعروف علي احلسن أبو( 76 (ö. 622/1225) dayanarak, vefatından sonra da tasarruf sahibi olan dört velîden biri olduğunu bildirmektedir. Bunlar: Ma’rûf elKerhî (ö. 200/815-16), Abdülkadir el-Geylânî (ö. 561/1165-66), Ukayl b. Ahmed el-Menbicî elBatâihî (ö. 550/1155) ve Hayat b. Kays el-Harranî’dir.77 es-Serrâc, Hayat b. Kays hakkında şöyle söylemektedir; “O, vefatından sonra hayattaymış gibi tasarrufta bulunan meşâyihtendir. Harran ehli onunla yağmur duasına (istiskâ’) çıkar ve Allah’ın musibetleri kaldırması için ona iltica ederlerdi.”78 Sadece hayatta olduğunda değil, eş-Şa’rani’de aktarıldığı kadarıyla, Hayat-ı Harrânî’nin vefatından sonra da Harran halkı onun adıyla yağmur duasına çıkmayı adet edinmişlerdi ve bunun sonucunda da kendilerine yağmur bahşedilirdi.79 Evliya Çelebî ziyareti esnasında Şeyh Hayat-ı Harrânî’nin bölge halkı üzerindeki etkisini gözlemlemiş ve bunu gözlemini şu ifadelerle zikretmiştir: “Sultan halifelerinden kutupluğa ayak basmış ulu sultandır ki Harran Kalesi’nin yakınında çöl tarafında büyük bir türbe içinde gömülüdür. Çöl Arapları bu sultana gayet inanırlar. Hatta Araplar arasında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap ederse ta Basra, el-Ahsâ, Umman, Cezayir ve Kurna’dan gelip bu sultan üzerine ‘Yahya-yı Hayatî sırrına’ diye türbesi duvarına el ursa kasem-billâh yerine kabul ederler.” Ebü’l-Meâlî de Harrran ehlinin Hayat-ı Harrânî üzerine yemin ettiğini ifade etmektedir.80 Şeyh Hayat-ı Harrânî’nin bu etkisi yaşadığı dönemden başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Kendi döneminde Araplar önemli bir mesele için nasıl Hayat-ı Harrânî sırrına deyip türbesine el vuruyorsa günümüzde de bu durum aynen devam etmektedir.81 Şattanûfî Şeyh Hayat-ı Harrânî için şöyle der; “eş-Şeyh Hayât b. Kays şeyhlerin en yücelerinden, âriflerin en büyüklerinden ve gerçek seçkinlerdendir. Harikulade kerametlerin, güzel hallerin, âli makamların, büyük değerlerin, güzel himmetlerin ve büyük özelliklerin sahibidir. Aziz fethin, apaçık keşfin ve yüce mertebenin sahibidir. (Allah’a) yakınlık konusunda yüce makam, hakikatlere erme hususunda yüksek kademe, yüksek derecelere çıkmada yüce miraç, temkin derecelerinde terakki ve ilerleme menzillerinde zafer onundur. (O), bu işin (tasavvuf, zühd) ehlinden biri, imamların göğsü, (bu işin) hükümlerini bilenlerin en güzidesi ve onu yönetenlerin reisidir. O, Allah’ın insanlara çıkardığı, vücud âleminde tasarrufta bulundurduğu, alışmışları değiştirdiği, onun elinde acayiplikleri ortaya çıkardığı, bilinmeyenler hakkında konuşturduğu ve zirveye ulaşanların hallerine ulaşma imkânı verdiği bir kimsedir.”82 ez-Zehebî ise Hayat-ı Harrânî için şunları der; “ Zâhid Hayât b. Kays b. Rahhâl b. Sultân elEnsâri el-Harrânî, Harran’ın şeyhi ve sâlihidir. Oradaki zahidlerin önderidir. O, Allah’ın salih bir kulu, münzevi, Allah’a itaatkâr bir kimseydi. O, hal ve kerametlerin, sıdk ve ihlâsın, ciddiyet ve çabanın, iffet ve vakarın sahibiydi. (…) O, güler yüzlü, yumuşak huylu, merhamet taşıyan bir kalp sahibi, eli açık, cömert, Allah’ı çok seven, Allah’ın mağfiret ve ihsanını dileyen, gece ibadetine düşkün ve tecehhüt ehli biriydi.”83 Vefatı Şeyh Hayat el-Harrânî, 581 yılı Cemâziyelevvel ayının son Çarşamba günü 80 yaşında Harran’da vefat etti. Harran’ın kuzeybatı yönündeki şehir mezarlığında, kendi yaptırdığı mescidinde, aile kabristanlığına defnedildi. Cenazesine bütün Harran halkı ile çevre bölgelerden gelen kalabalık iştirak etti. Şu anda Hayat-ı Harrânî’nin türbesine bitişik olan ve türbenin güneyinde yer alan mescid, Şeyh Hayat’ın oğulları Ömer ve Ebû Bekir ile Hayat-ı Harrânî’nin kız kardeşinin oğlu eliyle vefatından on küsür yıl sonra yaptırılmıştır. Hayat-ı Harrânî’nin türbesini ziyaret ve onunla teberrük etme geleneği günümüze kadar gelmiştir.
Dile Getirdiği Hikmetli Sözleri
Hayât-ı Harrânî’den bazı özdeyişler (hikem), şiir ve münacatlar nakledilmiştir. Bunlar onun ilim ve irfan dünyasını yansıtması bakımından önemlidir. Hikem tarzı özdeyişler, şiirler ve münacatlar İslâm ilim ve irfan geleneğinde kadim bir kökene sahiptir. Sahabenin hikmetli sözleri, şiirleri ve duaları buna örnek olarak gösterilebilir. Muhammed b. Abdilcebbâr b. Hasan enNeferî’nin el-Mevâkif ve ve’l-İşârât’ı, Hayyân Alî b. Muhammed b. Abbâs et-Tevhîdî’nin (ö. 414/1023) el-İşârâtü’l-İlâhiyye’si, İbn Atâullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) el-Hikemü’l- ‘Atâ’iyye’si ve Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’i gibi eserler de bu meyanda zikredilebilir. Bu gibi metinlerde pek çok kelime anahtar gibidir. Birçok mananın kapısını açar. Yine böyle metinler, başta tasavvuf olmak üzere değişik dinî ilimlere ait ıstılahlarla doludur. Bunları anlamak için mutlaka klasik lügatlere ve ıstılah sözlüklerine bakmak gerekir. Kısacası böyle eserlerde geçen kelimeler ham sözcükler değil ince ince işlenmiş kelimelerdir. Bu kısa girişten sonra Hayât-ı Harrânî’nin kaynaklardan tespit edebildiğimiz hikmetli sözlerine geçebiliriz: ُعلُّق القلب بني بَّةُ ت َ ً احمل اهليبة و األُ ِ نس. وهي مسة الطائفة وعنوان الطريقة. تعلق إىل احملبوب و إىل إلقاء املطلوب. تغالب العقل اجللى وتلَ ّذِذ املوت. فال تزاحم أبدا ً. فهناك برز احلق بصولة احلال وصولة الوجد وصولة الكشف وصولة اجلمع وصولة العطية وشوق العيان. 84 وال تقبل أمدا “Muhabbet, kalbin heybet ile ünsiyet arasında bulunması halinden ibarettir. O zahitlerin nişanı ve tarikatın unvanıdır. Muhabbet, mahbuba bağlanmaktır ve muratları/peşinde koşulan şeyleri terk etmektir. Muhabbet, zaruri bilgilere galebe çalar, ölümü lezzetli kılar. Dolayısıyla muhabbetle rekabet edilmez ve sınır kabul etmez. İşte o muhabbet makamında hal, vecd, keşf, cem’ ve ‘atiyyenin galebesi ve müşahedenin şevkiyle Hak zahir oldu.” ***** ْت ْ َق ً وأبـ َما َ ْت ْ أَعوا ي ْ ً وأَح ِواما َ ْت ق ْ إذا بدت أَمات ِ احملبة َ ِ َّن انر ً إ َرا أَث ُ ر ِ ُؤثّ ً وت ً ْ وأفنت ْ أشرارا ْرارا . 85 أَس “Muhabbet ateşi ortaya çıkarsa bedenin cismani yönünü öldürür, uzun ömürler verir, sırları baki kılar, şerleri ortadan kaldırır ve derin izler bırakır.” ***** 86 قيمة القشور بلباهبا، وقيمة الرجال أبلباهبا، وقيمة القصور أبرابهبا، وفخر األحبة أبحباها. “Kabukların değeri özleriyle, insanların değeri akıllarıyla ve sarayların değeri sakinleriyledir. Sevenlerin iftiharı ise sevdikleriyledir.” ***** املتمكن من أمره هو الذي ال يطفئ نور معرفته نور ورعه و ال يتكلم يف علم ابطن ينقضه ظاهر وال حتمله الكرامات على هتك أستار حمارم هللا “İşinde (seyr-u sülûkta) kâmil olanın (mütemekkin), marifet nuru vera’ ( ورع ( nurunu söndürmez, Şer-i Şerîf’in zahirine aykırı bâtın ilminden ifşaatlarda bulunmaz ve kerametler ise onu Allah’ın mahrem kıldığı şeyleri ihlal etmeye sevk etmez.” ***** ْف هللا تعاىل يف قلبه و يكاشف أبحوال الصديقني فال أيكل إال حالالً و ال يع َ من أحب أن يرى خ مل إال و ّة ن ُ يف س أو فريضة. “Kim Allah korkusunu kalbinde yaşamak ve sıddıkların hallerine muttali olmak isterse, helal rızıktan başkasını yemesin ve Sünnet’le ya da farz dışında başka bir şeyle amel etmesin."
Son olarak bazı kaynaklarda Hayât-ı Harrânî’ye nispet edilen şu beyti zikretmek istiyoruz: أَوجد ُّ احلق كلها َ حقٍ َ ُ واجيد ّ م ِر ِ األَكاب ُ م ُ َ ْت عنها فُهو َجز ْوإن ع ةٌ َ ةٌ مث نظر َ ُجد إالَّ خطو َ َ ّشِ وما الو َي هل ن تـ ِ بني تلك السرائر ُ ً ِبا ي ْت َف ُّ احلق السريرةَ ضوعِ َ ِ إذا سكن ِر ئ َ ِل البصا ْ َه ٍوال ألِ ْ ثالثةُ أَح ِ ه ِ وصف ْ ِ ْه ُ كن ْ َّر عن ِ ّ ُد الس ِ بي ُ ِ فحالٌ ي ٍر ْدِ ٍ يف حال حائ َج للو ُ ه ُ ِضر ُوحيْ ِ ّ َى السر ْت ذُر َّ رم ِ ه ْت ِ َ وحالٌ ب ن َ ِ انظِ فانـ ٍر ْثـ ّ عن كل ُ ْظٍَر أَفْناه ن َ 87 إىل م Hakkın vecdlerinin tamamını Hak icat etmiştir Büyüklerin idraki bundan aciz olsa da Vecd ancak bir adımdır sonra bir nazar O vecd, sırlar arasında bir alevle mest oldu Hak (c.c.) sırra yerleşirse Basiret ehlinin üç halleri doruğa ulaşır (1) Sırrı onun hem künhünü hem vasfını yok eder (2) Bir şaşkınlık ve hayret halidir ki onu vecde hazır hale getirir (3) Sırrın zirvesinden meyledip/dönüp Nazar edilen yere doğru ki bütün nâzırları orada yok saydı…
Bu beyit Hayat-ı Harrâni’ye nispet edildiği gibi Hallâc-ı Mansur’a da nispet edilmiştir. Hallac-ı Mansur’a ait olduğu kanaati daha ağır basmaktadır. Zira Hallac’ın Divan’ına şerh olarak yazılan “Şerhu Divâni’l-Hallâc” adlı eserde Hallac’ın şiirleri zikredilirken bu şiire de yer verilir.89 7- Tasavvufî Düşüncesi Hayât-ı Harrânî’den nakledilen sözler, şiirler ve münacatlar; tevhid, züht, ihlas, dünya hayatının hakikati ve tasavvuf gibi konularla ilgilidir. Ondan nakledilenler onun tasavvufî düşüncesi konusunda bize fikir verir. Zikrettiğimiz sözleri dışında kaynaklarda tasavvuf anlayışına dair herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Hayât-ı Harrânî’nin tasavvuf dünyasında ilâhî muhabbet ön plana çıkmaktadır. Ona göre ilâhî muhabbet kişinin kalbini korku ile ünsiyet arasında bir menzile oturtur. Bir yandan Allah’ın rızasını kaybetmekten ve gazabını celp etmekten korkarken diğer yandan ona sevgi ve muhabbet beslemektir. Kişi ancak muhabbet ile mahbubuna ulaşabilir. İlâhî muhabbete erişen kimsenin aklı berraklaşır, dünyayı değersiz görmeye başlar ve ölümden bile lezzet alır. Zira ölüm mahbuba ulaşmanın önündeki perdelerin kalkmasıdır. İlâhî muhabbetle dolan bir kalbin önündeki tüm engeller kalkar. O kalbin sahibi olduğu iman artık sarsılmaz bir hal alır. O kalpte vecd, keşf ve cem’ kuvveti ve Allah’a özlemle hak ortaya çıkar. Hayât-ı Harrânî’ye göre ilâhî muhabbet, İmanıbillah, Marifetullah ve Muhabbetullah yolunda yürümeye yardım eden bir pusuladır ve tarikat ehlinin Allah’a giden yoludur. Muhabbet ehli kimseler bu yolla mahbubun sonsuz sevgisine ulaşmaya çalışırlar. İlâhî muhabbetin etkilerinden bahseden Hayât-ı Harrânî’ye göre muhabbet ateşi zahir olduğunda kişi madden yok olur, maddi hiçbir beklenti içinde olmaz. Fakat manen Allah ona zamanda bereket verir, her türlü kötülüğü ondan uzaklaştırır ve kalbinde ilahi sevgiye dair derin izler bırakır. İlâhî muhabbete nail olabilmek ve lezzetini alabilmek için fani beklentiler içinde olmamak ve tamahkârlık etmemek gerekir. Hayât-ı Harrânî’ye göre eşyanın zahiri değil özü önemlidir. İnsanların da şekilleri değil akıl ve kalpleri önemlidir. Kalplerdeki muhabbet sevilen ile değer kazanır. Ayna neyi yansıtırsa onunla değer kazanır. Muhabbet, mahbup ancak sonsuz kemal ve cemal sahibi Hak (c.c.) olduğunda değerlidir. İlâhî muhabbete mazhar olmanın yoluna da işaret eden Hayât-ı Harrânî şöyle demektedir; İlahî muhabbete erişmek isteyen kimse haram lokmadan uzaklaşmalı, sadece helal rızıktan yemeye çalışmalıdır. Hz. Peygamber’in (a.s.) Sünnet’ine ve yüce İslâm Dini’nin farz kıldıklarına aykırı hareket edilmemelidir. Zira insanı Yüce Allah’ın rızasını elde etmekten iki şey alıkoyar: Birincisi haram lokma, ikincisi mahlûkata zulmedip eziyet vermektir. İlâhî muhabbete ve hakikatin sırrına erişen arifler ise bu meziyete nefsi gaflet uykusundan uyandırarak ve dünyevî arzulardan el etek çekerek ulaşmışlardır. Öyleyse ilâhî muhabbetin yolu, nefsin heva ve heveslerinden, dünyanın geçici ve çekici lezzetlerinden uzaklaşmaktan geçmektedir. Sıdk/doğruluk ve iyi niyete değinen Hayât-ı Harrânî, kişiye gözetici ve günahlardan sakındırıcı olarak kalpteki Allah korkusu yeterlidir der. Ona göre mümin Allah’tan ümidini kesmemeli, her türlü sıkıntıda sadece Yüce Allah’a yönelmelidir. Ümit, ehl-i muhabbet olan sûfînin şefaatçisidir. Sadık bir niyet ile Yüce Allah’ın rızasını etmeye çalışan ilâhî muhabbet ve rızayı elde edecektir. Mümin her durumda doğruluğa sımsıkı sarılmalı ve Allah’a yönelmelidir. Hayât-ı Harrânî’ye göre Allah’ın azametine yönelmek kişiyi tevazu sahibi yapar. Zira Allah’ın yücelik ve kudreti karşısında kendi zayıflığını itiraf eder ve kibliği yok ederek nefsi temizleyip berraklaştırır. Allah’ı zikretmenin önemini dile getiren Hayât-ı Harrânî, müminin yumuşak bir kalbe sahibi olması gerektiğini ve bu kalp yumuşaklığının da ancak zikirle elde edileceğini söyler. Ayrıca ona göre ehl-i zikir ile hemhal olmak gerekir. Zikir ile yumuşayan ve nurlanan kalbin nurunu ve yumuşaklığını her daim günahlardan uzak durarak korumaya özen göstermelidir. Günahlardan sakınmanın yolu devamlı tefekkür etmektir. Zira tefekkür ile meşgul olan kimse kendini günahtan alıkoymuş olur. Hakiki müridin vasıflarına işaret eden Hayât-ı Harrânî şöyle der; gerçek mürit daima Allah’ı zikreder. Allah’ı sevmenin gereği olan zikirden, ibadetten ve tefekkürden usanmaz. Allah dışında hiçbir şeye bağlanmaz. Gerçek mürit İslâm Dini’nin farzlarına ve Peygamber Efendimizin (a.s.) Sünnet’ine sarılmış kimsedir. Hayât-ı Harrânî’ye göre dünyadan uzaklaşmak sünnettir. Allah ile beraber olmak ise farzdır. Sünnet ve farzla amel eden kimse kâmil biri olur. Allah katında değeri olmayan şeylere değer veren bir mümin Allah’tan utanmalı ve bunu terk etmelidir. Mürit, zühdü geçim kaynağı edinmemeli, her fiilini Allah rızası tahsil etmek için işlemelidir. Ayrıca mümin sabırlıdır ve Allah’ın takdir ettiklerine rıza gösterir. Gerçek sabır bela ve musibetler yağmaya başladığında belli olur. Rızanın hakikati de Allah’ın yazdığı kader ortaya çıkmaya başladığında belli olur. Dolayısıyla gerçek iman sıkıntıda kendini belli eder. Yine Hayât-ı Harrânî’ye göre mümin işini ertelemekten sakınmalıdır. Zira ertelemek Hz. Peygamber’in (a.s.) de belirttiği gibi helake yol açar. Mümin gafletten uzak durmalıdır. Çünkü gaflet kişinin kalbini katılaştırır ve karartır. Kararan ve mühürlenen kalbe artık hiçbir nasihat tesir edemez. Mümin ibadet ve hayrı yerine getirirken tez canlı olmalı, tembellik göstermemelidir. Çünkü tembelliğin sonu pişmanlık olacaktır. Mümin için zaman bir ganimettir. Onun her anını değerlendirme peşinde olmalı ve ebedi hayat için azık hazırlamaya çalışmalıdır.
8- Kerametleri Zehebî Târîhü’l-İslâm adlı eserinde Hayat-ı Harrânî’den bahsederek şöyle demektedir: “Hayat b. Kays b. Rahhâl b. Sultan el-Ensari el-Harranî, Harran münzevilerine kusursuz bir örnektir. O, erdemli, mütevazı, çokça dua eden ve keramet sahibi bir zattı.”90 Yusuf b. İsmail en-Nebhânî (1350/1265), Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ91 adlı eserinde Hayat-ı Harrânî’nin oğlu Şeyh Ömer’den rivayet ederek şunları kaydetmektedir; Serrâc ed-Dimeşkî dedi ki: eş-Şeyh Ebî Hafs Ömer b. eş-Şeyh el-Ârif Hayat b. Kays elHarrâni’den (Allah’ın rahmeti ikisinin üzerine olsun) rivayet ettik. O dedi ki: “Şeyh Zağîb Rahbe’den92 babamı ziyaret etmek için Harran’a geldi. Sabah namazından sonra (babam) evinin kapısının önünde iken ona geldi. (Babamın) önünde keçileri vardı. Selam verip öbür tarafta karşısında oturdu. (Babam) onunla konuşmadı. (Şeyh Zağîb), Rahbe’den geldim fakat o benimle ilgilenmeyip keçileriyle meşgul oldu dedi. Babam ona baktı ve dedi ki: Bu itirazından dolayı sana bir zarar vermekle emrolundum. Seç! Bu zararı zahirine mi istersin yoksa batınına mı? Ey efendim! Zahirime olsun dedi. Babam parmağını yavaşça uzattı ve Zağîb’in gözü yanağına aktı. Yeri öptü ve Rahbe’ye döndü. Birkaç sene sonra ben bir yerde kendisi ile karşılaşmıştım. Gözünün iyileşmiş olduğunu gördüm. Şeyh Zağîb’e bu durumu sordum. Şeyh Zağîb “Bir zikir halkasına katılmıştım. Orada babanızın bir talebesi ile görüştüm. Talebe ellerini hasta gözümün üstüne koydu ve gözüm hemen iyileşti” diye cevap verdi ve şunu ekledi: “O gün baban benim gözüme parmağı ile işaret ettiğinde kalp gözüm açılmıştı ve onun feyzi ile birçok sırlar, takdirler ve Allah’ın ayetlerinden olağanüstü şeyler görmeye başlamıştım.” Zağîb’in gözünü geri getiren fakir ise Hayat-ı Harrânî’nin kız kardeşi’nin oğlu Vassâb93’tır.94 Yine Nebhânî, nakline devamla başka bir kerametten şöyle bahsetmektedir; Tüccar olan Şeyh Salih Ğânim b. Ya‘la et-Tikrîtî şöyle dedi: (Bir gurup tüccarla beraber) Yemen’den Hint okyanusuna bir sefere çıkmıştım. Gemi okyanusun ortasına gelince kaybolduk ve her taraftan şiddetli esen fırtına ve dalgalara tutulduk ve gemi parçalandı. Ben bir tahta parçasına tutunarak dalgaların sürüklemesi ile kimsenin yaşamadığı bomboş bir adaya çıkabildim. Onu gezdim ki nimetleri bol olan bir adaydı. İçinde bir mescit vardı. İçeriye girdim. Mescitte dört kişi gördüm. Onlara selam verdim. Selamımı aldılar ve hal-hatırımı sordular. O adamların Allah’a karşı teveccühlerini ve güzel bir şekilde ibadet ettiklerini müşahade ettim. Yatsı namazı vakti geldiğinde Hayat b. Kays hazretleri içeri girdi. - Dördü birden ayağa kalkarak Şeyh Hayat’a hürmet ettiler ve selam verdiler. Şeyh Hayat onlara yatsı namazını kıldırdı. Sonra sabah namazını da kıldılar. Namazdan sonra Şeyh Hayat münacatta bulunmaya başladı. Dediklerinden bir kısmı şöyleydi: إهلي ال أجد يل يف سواك مطمعا، وال يل إىل غريك منتجعا، فأخنت ببابك انظرا إىل حجابك، ميت تكشف يل عن تفريج الكربة فأختلل إىل جمالس القربة، وقد أوثقت نفسي عند السرور بك، وومستها بذكرك، ويل فيها كوامن أفراح تراتح إليها صبات أشواقي، ويل معك أحوال سيكشفها اللقاء، اي حبيب التائبني، و اي سرور العارفني، واي قرة أعني العابدين، و اي أنيس املنفردين، واي حرز الالجئني، واي ظهري املنقطعني، واي من حنت إليه قلوب الصديقني، وبه أنست أفئدة 95 احملبني، وعليه علقت مهم اخلائفني “Ey Yüce Allahım! Senin dışında hiçbir kimsede çıkar yol bulamıyorum. Senden başka iltica edeceğim başka bir kimse de yoktur. Kapında durdum hicabına bakıyorum. Ne zaman sıkıntımı alıp gönlümü rahatlatacaksın. Böylece sana yakın olmanın huzurunu yaşarım. Seni sevmekle nefsimi güçlendirdim. Onu senin zikrinle meşgul olmaya alıştırdım. Onda sana olan özlemimi dindirecek gizli tuttuğum sevinçli hallerim vardır. Seninle hallerim var ki sana olan vuslatım bunu ortaya çıkaracaktır. Ey tövbe edenlerin sevgilisi! Ey ariflerin neşe kaynağı! Ey âbidlerin gözbebeği! Ey yalnızların dostu! Ey kendisine iltica edenlerin sığınağı! Ey ümit kesenlerin dayanağı! Ey sıddıkların kalplerinin kendisine meylettiği ve sevgililerin gönüllerinin kendisiyle dost olduğu ve korkanların himmetinin kendisine bağlandığı Yüce Rabbim!” Sonra (Şeyh Hayat), şiddetli bir şekilde ağladı. O sırada etrafı aydınlatan nurlar gördüm. Mekân bedir gecesindeki dolunay gibi aydınlandı. Daha sonra (Şeyh Hayat) şöyle diyerek oradan çıktı: سري احملبني للمحبوب إعجال والقلب فيه من األحوال بلبال 96 أطوي املهامة من قفر على قدم إليك يدفعىن سهل و أجبال “Sevenlerin sevgilisine gitmesinde acele vardır Zira kalpte hallerden doğan derin bir üzüntü vardır.
Çorak çölü yürüyerek katediyorum Düzlük ve dağlar beni sana sevkediyor.” O dört kişi bana: “Bu şeyhe tabi ol” dediler. Ben de tabi oldum. Yer, deniz ve ve dağlar, ayaklarımızın altında dürülüyordu.97 (Şeyh) adımını her attığında “Ya Rab! Hayat’a hayat ol” diyordu. Kısa bir zaman sonra Harran’a vardık. Harranlılar henüz sabah namazını kılıyorlardı.98 Hayat-ı Harrânî’nin başka bir kerameti ise şöyledir; İbnü’l-Ğeytî olarak bilinen Şeyh Ebû Talib Abdüllatif b. Ebi Ali el-Harrânî Harran’da bir cami inşa etti. Hayat-ı Harrânî mihrap taşını yerleştirmek için geldi. Mühendis, “kıble şu taraftadır” diyerek Hayat-ı Harrânî’ye muhalefet etti. Şeyh Hayat mühendise “Önüne bak kıbleyi göreceksin” dedi. Tam bu sırada mimar önüne baktı. Bir de ne görsün. Kabe karşısında perdesiz olarak gözünün önünde duruyordu. Bunun üzerine mühendis heyecanından yere düştü ve bayıldı.99 eş-Şeyh Necibuddin Abdülmümin el-Harranî es-Sakalî şöyle dedi: “Yılların birinde Hayat b. Kays el-Harranî ile beraberinde bir grup kimse sefere çıkmışlardı. Yol üzerinde bulunan bir evde konakladılar. Şeyh ve beraberindekiler Ümmü Ğaylan adı ile bilinen bir ağacın altında gölgelendiler. Hayat b. Kays’ın hizmetçisi ona “Ben hurma yemek istiyorum” dedi. Hayat b. Kays hizmetçisine “Ağacı salla” dedi. Hizmetçisi “Efendim bu ağaç Ümmü Ğaylan ağacıdır, (hurma ağacı değildir)” deyince Hayat b. Kays “Ben sana ağacı salla diyorum” dedi. Hizmetçisi ağacı salladı. Üzerine misk gibi taze hurma dökülmeye başladı. Orada bulunanlar doyuncaya kadar hurmaları yediler ve sonra yollarına devam ettiler.”100 Necibuddin Abdülmümin el-Harranî’nin anlattığı bu yolculuğun bazı kaynaklarda hac yolculuğu olduğu ifade edilmektedir.101 Seyyid Ahmed er-Rifâî102 de 555/1160 yılında, bazı yakınları ve müritleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine’yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara’ya girdi. Seyyid Ahmed er-Rifâî’nin bu ziyareti sırasında zuhur eden bir kerametiyle ilgili oldukça meşhur bir rivayet vardır. Bu rivayete göre Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hz. Peygamber’in (a.s.) kabri önüne gelince “esSelâmü aleyke yâ ceddî!” diyerek selâm verdi. Orada bulunanlar Hz. Peygamber’in (a.s.) “Ve aleyke’s-selâm yâ veledî!” sözüyle selâma karşılık verdiğini duydular. Cezbeye gelen Seyyid Ahmed erRifâî diz çöküp şu şiiri terennüm etti: يف حالة البعد روحي كنـت ارسلهـا تقبـل األرض عنـي وهـي انئبتـي وهذه دولـة األشبـاح قـد حضـرت فأمدد ميينك كي حتظـى هبـا شفتـي “Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; Şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim”
Bunun üzerine Hz. Peygamber’in (a.s.) Kabrinden dışarıya nûrânî bir el uzattı ve Seyyid Ahmed er-Rifâî bu eli öptü. Bu olaya aralarında Hayât b. Kays el-Harrânî ve Adi b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk şahit olmuştur. Seyyid Ahmed er-Rifâî’nin 555/1160 yılında eda ettiği bu hacda, Şeyh Hayât b. Kays, Şeyh Adî b. Müsâfir (ö. 557/1162)103 ve Şeyh Ukayl b. Ahmed el-Menbicî el-Batâihî (ö. 550/1155) kendisinden tarikat hırkası giymiştir.104 SONUÇ Şeyh Hayat b. Kays b. Reccâl b. Sultân el-Ensâri el-Harrânî, H.501/M.1105 yılında Harran’da doğmuştur. Buradaki medreselere devam ederek ilim tahsil etmiştir. Harran’da Şeyh Mücellî b. Yasin’in bir öğrencisi olan Ebû Abdullah Hüseyin el-Bavari’nin zaviyesinde eğitim alan Şeyh Hayat, elde ettiği ilimle amel eden bir zahit olmayı başarmıştır. Harran’daki Câmi‘ü’l-Firdevs’in (Harran Ulu Camiî) imamlığını yapan Şeyh Hayat’ın şöhreti zamanın devlet ricaline ve sultanlarına kadar ulaşmıştır. Sultanlar onu ziyaret etmiş ve onun hayır dualarını almışlardır. Atacakları adımlarda onun görüşlerine başvurmuş ve onunla buluşmaktan şeref duymuşlardır. Çıktıkları seferlerde muvaffak olabilmeleri için yüce Allah’a niyazda bulunmasını istemişlerdir. Şeyh Hayat’ın Sultan Nureddin Zengî (ö. 570/1174) ve Selahaddin-i Eyyübî (ö. 589/1193) tarafından ziyaret edilmiş olması çağındaki şöhretini ve nüfuzunu göstermektedir. Şeyh Hayat’ın Allah dostu, zâhid, âbid, sâlih, erdemli, mütebessim, merhametli, eli açık, nazik, mütevazı, vakur, Allah’ı çokça seven, vefatından sonra da tasarrufta bulunabilen bir mürşit ve büyük bir veli olduğu zikredilmiştir. İlmiyle âmil kâmil bir mürşid olan Şeyh Hayat halkın gönlünde yer edinmiş, halk ona büyük sevgi göstermiş ve derin bir saygı beslemiştir. Harran'da adını taşıyan mescidin kıble tarafında bulunan zaviyesinde irşad faaliyetinde bulunan Hayat b. Kays bölgenin en çok hürmet gösterilen şeyhi haline gelmiş ve çevresinde birçok mürid toplanmıştır. Elimizdeki hikmetli sözlerinden hareketle İslâm’ın tasavvuf felsefesini ve zühd düşüncesini iyi bir şekilde kavradığı görülen Şeyh Hayat’ın soyundan iki oğlu Ömer ve Ebû Bekir’in yanı sıra onlarca evliya çıkmıştır. 581 yılı Cemâziyelevvel ayının son Çarşamba günü 80 yaşında Harran’da vefat eden Şeyh Hayat, Harran’ın kuzeybatı yönündeki şehir mezarlığında aile kabristanlığına defnedilmiştir.
Abdulhakim ÖNEL*
-----------------------------
* Öğr.Gör. Abdulhakim Önel, Harran Ü. İlahiyat Fak. Arap Dili ve Belağati, ahonel@harran.edu.tr
1- Bazı kaynaklarda Rahhâl (رحال (şeklindedir. Bkz. Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez‐Zehebî et‐Türkmânî el‐Fârikī ed‐Dımaşkî (673‐748/1274‐1348), Târîhü’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Tabakātü’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, thk. Beşşâr ‘Avvâd Ma’rûf, nşr. Dârü’l‐Ğarb el‐İslâmî, I. Baskı 2003, XII, s. 725. Buradaki karışıklık muhtemelen harfin noktalı veya noktasız okunmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Zira ikinci harf noktalı kabul edildiğinde cim olacağından Reccâl (رجال (şeklinde okunurken, noktasız kabul edildiğinde ise hâ olacağından Rahhâl (رحال (şeklinde okunmaktadır.
2- Şemsuddîn ez‐Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nubelâ, Muessesetu er‐Risâle, Beyrut, 1984, XXI, s. 181‐182.; İbnü’l‐Mülakkın Ebû Hafs Sirâcüddîn Ömer b. Alî b. Ahmed el‐Ensârî el‐Mısrî (723‐804/1323‐1401), Tabakâtü’l-Evliyâ, thk. Nûreddin Şerîbe, nşr. Mektebetü’l‐Hanci, Kahire 1415/1994, II. Baskı, s. 430; ez‐Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 725; Salahuddin Halil b. Aybek es‐Safedî (ö. 764/1362), Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefayât, Nşr.: el‐Huseyn b. Ali el‐Kum ve ed‐Decuyn b. Sâbit el‐ Yarbû‘î, 2. Baskı, Stuttgart 1991, XIII, s. 226.
3- Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez‐Zehebî et‐Türkmânî el‐Fârikī ed‐Dımaşkî (673‐748/1274‐ 1348), el-İber fî Ahbârî men Ğaber, thk. Ebû Hâcir Muhammed es‐Saîd b. Besyûnî Zeğlûl, Dârü’l‐Kutubi’l‐İlmiyye, Beyrut, III, s. 81; es‐Safedî, Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefayât, XIII, s. 226; İbn Mulakkin, Tabakâtü’l-evliyâ, s. 431; Cemaluddin Ebi’l‐ Muhasin Yusuf b. Tağriberdî el‐Atabekî (813‐874), en-Nucûm ez-Zâhire fi Mulûki Mısr ve’l-Kâhira, Darü’l‐Kutub, tsz., VI, s. 100
4- Yusuf b. İsmail en‐Nebhanî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, Mısır 1974, I, s. 410
5- İbn Mulakkin, Tabakâtü’l-Evliyâ, s. 430.
6- Ebü’l‐Hüseyn Muhammed b. Ahmed b. Cübeyr b. Muhammed b. Cübeyr el‐Kinânî el‐Belensî (540‐614/1145‐1217), Rihletu İbn Cubeyr, Dâr Sâdır, Beyrut, 1984, s. 220.
7- Şeşen, Ramazan, Harran Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, s. 43.
8- Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah b. Saîd es-Selmânî el-Lûşî el-Gırnatî el-Endelüsî Lisânü’d-Dîn İbnü’l-Hatib (ö. 776/1374), el-İhâta fî Ahbâri Gırnata, nşr. Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, I. Baskı, 1424, II, s. 148
9- İzzeddin Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhyiddin İbrahim b. Ömer Ebi’l-Ferec b. Ahmed b. Sâbûr b. Ali el-Fârûsî el-Vâsıtî (614-694), İrşâdü’l-Müslimîn li Tarikati Şeyhi’l-Müttakîn, Kahire: Darü’t-Tibâti’l-Âmire Safer 1307, s. 34; Ebû Muhammed Afîfüddîn Abdullâh b. Es‘ad b. Alî b. Süleymân el-Yâfiî el-Yemenî (ö. 768/1367), Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-,Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, haşiyeleri ekleyen: Halil el-Mansur, Beyrut 1417/1997, nşr. Dâr elKütüb el-İlmiyye, III, s. 318; IV, s. 39
10- İbn Cübeyr, Rihletu İbn Cübeyr, s. 220
11- Evliya Çelebi, Seyahatname, yayına hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı, İstanbul 2006, YKY, III/1, s. 214
12- Evliya Çelebi, Seyahatname, III/1, s. 214
13- İslâmi fetihten sonra özellikle Hz. Osman’ın hilafeti döneminde Mudar’lı kabileler el-Cezîre bölgesine yerleşmeye başladı. Bu tarihten sonra bölgeye “Diyar-ı Mudar” adı verilmeye başlandı. (Bkz. el-Belâzürî, Fütûhü’l-Buldân, s. 264) Hz. Ali ve Muaviye arasında geçen hilafet mücadelesinde Hz. Ali’yi desteklemek amacıyla Mudar kabilesine mensup Kaysî aşiretler bölgeye yoğun bir şekilde gelmiş ve yerleşmişlerdi. Çünkü bu bölgenin yerli ahalisi olan Tağlibliler Muaviye’nin safında yer almışlardı. Bu tarihlerden sonra Harran bölgesi Kaysî aşiretler gurubunun ana merkezlerinden biri olmuştu. (Kaysi aşiretlerin bölgeye hâkim olmak için Tağlib kabilesi ile uzun süren savaşları için Bkz. Ahmet Aslan, İslâmî Fetihten Emevî Döneminin Sonuna Kadar Diyar-ı Mudar (Harran Bölgesi)’da Arap Edebiyatı Çevresi, İ.Ü. Şarkiyat Mecmuası, sayı: 22, İstanbul 2013, s. 1-22; Abdulhakim Önel, Harran Araplarında Dil ve Edebiyat Bağlamında Arapça Meseller ve Tahlilleri, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa 2016; Ahmet Aslan, Urfa-Harran (Diyar-ı Mudar) Bölgesinin Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2015)
14- Ahmet Aslan, “Şeyh Hayat b. Kays el-Harranî’nin Hayatı, Kerametleri ve Bazı Hikmetli Sözleri”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 18, Sayı 30, Temmuz–Aralık 2013, s. 70
15- Salihiye, 12. ve 13. yüzyıllarda birçok âlimin ikamet ettiği Dımaşk’ın batında buluna bir mahalledir.
16- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 726.
17- Bkz. Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed İbn Abdilmelik el-Ensârî el-Merrâküşî (ö. 703), ez-Zeyl ve’t-Tekmile li Kitâbeyi’l-Mûsıl ve’s-Sıle, thk. İhsan Abbas ve diğerleri, nşr. Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, Tunus 2012, I,275-280; Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah b. Saîd es-Selmânî el-Lûşî el-Gırnatî el-Endelüsî Lisânü’d-Dîn İbnü’l-Hatib (ö. 776/1374), elİhâta fî Ahbâri Gırnata, nşr. Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, I. Baskı, 1424, II,148; Ebû Bekir b. Abdillah b. Aybeg ed-Devadarî, Kenzü’d-Dürer ve Câmi’ü’l-Ğurer, thk. Ulrich Haarmann, Kahire 1391/1971, VIII, s. 166.
18- ez-Zehebî (ö. 748), el-Mu’în fî Tabakâti’l-Huffâz, thk. Hemmâm Abdürrahim Saîd, Ammân 1404, s. 179; Tezkiretü’lHuffâz, Beyrut 1419/1998, IV, s. 88.
19- Zengilerin Dımaşk ve Halep atabeyi (1146-1174) Ebü’l-Kāsım (Ebü’l-Muzaffer) el-Melikü’l-Âdil eş-Şehîd Nûreddîn Mahmûd Zengî b. İmâdiddîn Zengî b. Kasîmiddevle Aksungur (511-569/118-1174).
20- Zeynüddin Abdurrahman b. Ahmet b. Recep b. Hasan es-Selâmî el-Bağdâdî ed-Dımaşkî (ö. 795/1392), Zeyl Tabakât el-Henâbile, thk. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymin, Riyad 1425/2005, II,285-290; Ebü’l-Felâh Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed es-Sâlihî el-Hanbelî (ö. 1089/1679), Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, thk. Mahmut el-Arnavut, Beyrut 1406/1986, VI, s. 392.
21- Ebû Abdillâh İzzüddîn Muhammed b. Alî b. İbrâhîm İbn Şeddâd el-Ensârî el-Halebî’nin (613-684/1217-1285), el A’lâkü’l-hatîre fî Zikri Ümerâ’i’ş-Şâm ve’l-Cezîre, thk. Yahya Zekeriya Abbâre, Dımaşk 1991, III/1,42. َو َك َ ان الشيخ فخر الدين رجال صالحا، يذكر لَهُ كرامات وخوارق، وو ُ لي الخطابة واإلمامة بجامع حران، والتدريس بالمدرسة النورية بها، وبنى ه َو مدرسة )
22- ْي ًضا َ أ بحران (İbn Recep, Zeyl Tabakât el-Henâbile, III,321-338; Ebü’l-Felâh Abdülhay es-Sâlihî el-Hanbelî, Şezerâtü’z-Zeheb, VII,179-180,583; Ferhat Koca, “İbn Teymiyye, Fahreddin”, D.İ.A, XX, s. 389. 23 İbn Mulakkin, Tabakâtü’l-evliyâ, s. 430; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 726; es-Safedî, Kitâbü’l-Vâfî bi’l-Vefayât, XIII, s. 226.
24- İbn Mulakkin, Tabakâtü’l-evliyâ, s. 430-431; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 726.
25- Kemaluddîn İbn ‘Adîm Ömer b. Ahmed b. Hibbetillah b. Ebi Cerâde el-Ukaylî (ö. 660), Buğyetu’t-Taleb fî Târîhi Haleb, thk. Süheyl Zekkâr, Dârü’l-fikr, IV, s. 2907.
26- İbn Cübeyr, er-Rihle, s. 220.
27- İbn Cübeyr, Rihletu İbn Cübeyr, s. 220.
28- Baldaken, sayeban/gölgelik olarak da bilinir, mimarlıkta bir altar ya da mezarın üzerini örten, kolonlarla taşınan, mekânı sınırlayan duvarlardan bağımsız, sundurma biçimli örtü.
29- David Storm Rice, A Muslim Shrine at Ḥarrān, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol.17, No. 3 (1955), pp. 436-448.
30- Evliya Çelebi, Seyahatname, III/1, s. 214
31- Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter no: 2150/2, sıra: 121, s. 205-206. Vakfiye, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 15-10-1968 tarihinde Orhan Kelebek’e tercüme ettirilmiştir.
32- Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter no: 549, s. 52.
33- Max Van Berchem tarafından yayınlanmış, Inschriften aus Syrien, Mesopotamien und Kleinasien, gesammelt von Frh. M. von Oppenheim (Beitrage z. Assyriologie, vii), 1909, s. 58, kitabe no: 74.
34- Répertoire chronologique d'épigraphie arabe, vols. Vııı-ıx, Le Caire, Impr. De l’Institut françis d’archéologie orientale, vıı + 296; vııı + 272 pp.
35- David Storm Rice, A Muslim Shrine at Ḥarrān, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol.17, No. 3 (1955), pp. 436-448.
36- David Storm Rice, A Muslim Shrine at Ḥarrān, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol.17, No. 3 (1955), pp. 436-448. Tercüme eden: Kasım Şulul, Hayât-ı Harrânî (501-581) Mescidi, Zâviyesi ve Türbesi
37- Kitabenin bu kısmında geçen ismin ne olduğu net değildir. Kaynaklarda Hayat-ı Harrânî’nin Râşid adında bir yeğeni olduğuna rastlayamadık. Fakat وثاب Vassâb adında kız kardeşinin bir oğlu olduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır. Bu zat Şeyh Hayat’ın aynı zamanda talebesi olup keramet sahibi bir kimsedir. Şeyh Hayat, Rahbe’den kendisini ziyarete gelen Zağîb adında birinin gözünü çıkardığında Zağîb, bu zatın zikir halkasına katılmış ve iyileşmiştir. (Bkz. en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 55) Bu olay Şeyh Hayat’ın kerametleri bölümünde ayrıntılı olarak anlatılacaktır.
38- Rice, A Muslim Shrine at Ḥarrān, Tercüme eden: Kasım Şulul, Hayât-ı Harrânî (501-581) Mescidi, Zâviyesi ve Türbesi.
39- //mufidyuksel.com/urfa-harranda-buyuk-mutasavvifveli-hayat-bin-kays-el-harrani-hazretlerinin-turbe-ve camiinin-arapca-insa-ve-tamir-kitabeleri.html# (Erişim tarihi: 29.06.2016)
40- Cami 29.11.2012 ve 03.02.2013 tarihlerinde bombalara hedef olmuş ve büyük bir kısmı yok olmuştur.
41- Bkz. Fotoğraf-4, Fotoğraf-5 ve Fotoğraf-6
42- //mufidyuksel.com/urfa-harranda-buyuk-mutasavvifveli-hayat-bin-kays-el-harrani-hazretlerinin-turbe-vecamiinin-arapca-insa-ve-tamir-kitabeleri.html# (Erişim tarihi: 30.06.2016)
43- Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürlüğü Yayınları, 2001, s.370
44- Bu fiil “yöneldi, geldi, kastetti” anlamına gelmektedir. Maide suresi 2. ayette de bu manada geçmektedir. ِذ َ ين َ آمنُواْ الَ تُ ِحلُّواْ َ شعَآئِ َر ّ َّللاِ يُّ َها الَّ َي يَا أ َ والَ ْ القَآل َ َه ْد َح َر َام َ والَ الْ ِّآم َ ين بَ ْي َت َوالَ ئِ َ دَ وال َّ الش ْه َر الْ َح َر َام ال يَ ْبتَغُ ْ ِ الْ ْضالً ِّ م َّن ربّ َ ِه ْم َ وِر ... ْضَو َون ف اناً “Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin…” (Diyanet Vakfı Meali)
45- Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, s.370
46- رم َح َşeklinde olmalıdır.
47- ن ْم َşeklinde olmalıdır. َّمهُ
48- َ أ şeklinde olmalıdır.
49- أسسا şeklinde olmalıdır.
50- Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, s.370
51- Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, s.370
52- Yüksel, bu kısmı المنيف ومقام şeklinde okumuştur. (Bkz. //mufidyuksel.com/urfa-harranda-buyuk-mutasavvifvelihayat-bin-kays-el-harrani-hazretlerinin-turbe-ve-camiinin-arapca-insa-ve-tamir-kitabeleri.html# Erişim tarihi: 30.06.2016). Oysaki sıfat tamlaması olan bu kısım المنيف والمقام şeklindedir. Çünkü sıfat mevsufa marifelik-nekrelik açısından uyar.
53- Kitabede Şeyh’in isminde yazım hatası vardır. Şeyh’in ismi حيات değil حياة şeklindedir.
54- Başında uzatma bulunmayan bu kelimenin (ن َمِ َ أ (şeklinde olduğu ihtimalide mevcuttur.
55- İbn Cübeyr, Rihletu İbn Cübeyr, Dâr es-Sadr nşr. Beyrut, s. 220; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIII, s. 118
56- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XV, s. 602
57- Bkz. en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 55
58- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XIII, s. 118.
59- İbn Cübeyr, Rihletu İbn Cübeyr, s. 220.
60- Eyyûbîler’in Halep ve Dımaşk kolu hükümdarı (1236-1260) Ebü’l-Muzaffer el-Melikü’n-Nâsır Salâhuddîn Yûsuf b. elMeliki’l-Azîz Muhammed b. el-Meliki’z-Zâhir Gāzi (ö. 658/1260)
61- قيل إن عافيتك أن تشرب شرابا في مداس الشيخ عمر ابن الشيخ حياة
62- es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât , XXII, s. 282.
63- Ali Bakkal, Harran Okulu, Şanlıurfa Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü Yayınları, s. 342-343
64- es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât , XXII, s. 282
65- İbnü’s-Sukāî Fazlullâh b. Ebi’l-Fahr el-Muvaffak el-Kâtib en-Nasrânî (ö. 726/1326), Tâlî Kitâbi Vefeyâti’l-A’yân, thk. Jacqueline Sublet, Dımaşk 1974, s. 65.
66- es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât , XXII, s. 282.
67- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Tabakātü’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, XV, s. 565.
68- Ebû Abdillâh İzzüddîn Muhammed b. Alî b. İbrâhîm b. Şeddâd el-Ensârî el-Halebî (613-684/1217-1285), el-A’lâkü’lhatîre fî Zikri Ümerâ’i’ş-Şâm ve’l-Cezîre, thk. Yahya Zekeriya Abbâre, Dımaşk 1991, III, s. 61
69- İbnü’l-Mukri’ (المقرئ ابن (el-Asbahânî diye tanınan Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim b. Ali b. Zâzân (285-381)’dır. elErbeûn adlı eseri ilk erbainlerdendir. 20 varaktır. Eser, Akka’da Cezzâr Ahmet Paşa Camiinde Ahmediyye Medresesinde bulunmaktadır. (Bkz. Abdulkadir el-Arnaût, Cemheratü’l-Eczâi’l-Hadîsiyye, tahric: Muhammed Ziyad Ömer, Mektebetü’lUbeykân, 1. Baskı, Riyad 2001, s. 11-12
70- Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1449), ed-Durar el-Kâmine fî A’yânî el-Mieti’sSâmine, Dâr İhyai’t-Turâsi’l-‘Arabî, 4. Baskı, Beyrut, tsz., s. 467-468
71- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm ve Vefeyâtü’l-Tabakātü’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, XV, s. 565.
72- Ebü’l-Meâlî Takıyyüddîn Muhammed İbn Râfi‘ b. Hicris es-Sellâmî (704-774/1305-1372), el-Vefayât, thk. Salih Mehdi Abbas – Beşşâr ‘Avvâd Ma’rûf, nşr. Müesse er-Risâle, I. Baskı, Beyrut 1402, I, s. 293-294
73- ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nubelâ, s. 182; İbnü'l-İmad, Şezerâtü’z-Zeheb, IV, s. 269; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 725
74- İbnü'l-İmad, Şezerâtü’z-Zeheb, IV, s. 269
75- ez-Zehebî, el-İber fî Ahbârî men Ğaber, III, s. 81
76- Bazı kaynaklar bu ismi (القريشي (şeklinde kaydetmişlerdir. Bu hata kaf (ق (ile fe (ف (harfleri ile şin (ش (ve peltek se (ث ( harflerinin hatalı okunmasından doğmuştur. Bkz. Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân haşiyeleri ekleyen: Halil el-Mansur, Beyrut 1417/1997, nşr. Dâr el-Kütüb el-İlmiyye, III s. 318; IV, s. 39
77- Ayrıca Bkz. İbnü'l-İmad, Şezerâtü’z-Zeheb, IV, s. 269; eş-Şa‘rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ (Levâkıhü’l-Envâri’l-Kudsiyye fî Tabakâti’l-‘Ulemâ’ ve’s-Sûfiyye/Levâkıhü’l-Envâr fî Tabakâti’l-Ahyâr), I, s. 272. ; Ayrıca Bkz. Muhammed b. Yahya e Tâdifî el-Halebî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, 3. Baskı, Mısır, 1956, s. 115.; el-Yâfiî, Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, III, s.318.
78- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 56; Musibet ve yağmur için Şeyh Hayat’a başvurulduğuyla ilgili ayrıca bkz.: et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 115.
79- eş-Şa‘rânî (898-973/1493-1565), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, thk. Ahmed Abdurrahim es-Sayih – Tevfik Ali Vehbe, nşr. Meketebe es-Sekâfe ed-Diniyye, Kahire 1426/2005, I, s. 272
80- Ebü’l-Meâlî el-Vefayât, I, s. 293-294
81- Bölgedeki Araplar burada yaşayan hürmet gösterdikleri veli ve büyükler sırrına yemin ederler. Örneğin Hz. Ömer döneminde Harran fethine katıldığına inanılan ve şehit düşen parmağının Harran’ın 3 km. kuzey doğusundaki İmam Bakır Köyüne gömülerek üzerine türbe inşa edilen on iki imamın beşincisi Ebû Cafer İmam Muhammed (ö. 103/721) sırrına da yemin edilmektedir. Kurtuluş savaşı yıllarında Urfa Müdafaayı Hukuk reisi Ali Rıza Bey, 22 Kasım 1919 tarih ve 3 numara ile Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu Başkanlığı’na yazdığı raporun 3. Maddesinde şu ifadeleri yazmıştır: “Urfa’nın Harran kazasında Geysî Aşireti’nin teşkilata katılması arzu edildiğinden bizzat aralarına girilerek Siyala Aşireti reisi Salih el-Abdullah (el-Abdalla) dışındakiler Binî Muhammed (İmhimmed) ve tabileri Ebû Assaf ve Ubade, Cümeyle ve tabileri Ebû Cindî, Meşhur, Cerada ve Siyala tabilerinden Muacle ve Nevacih, Binî Zeyd ve Binî Esed (İsid) Binî Yusuf ve Tammah Aşireti dahi birlik olarak teşkilatı tamamlamaya ve Müdafaayı Hukuk’la birlik olmaya, inanç ve saygıları bulunan İmam Bakır Hazretlerinin kabri üzerinde Kur’an-ı Azimüşşan üzerine ant içmişlerdir.” (Bkz. Ali Rıza, Ahfada Yadigâr Urfa Mücahedesi, Yayına Haz. Müslüm Akalın, Şurkav Yayınları, Şanlıurfa, 2010, s. 37-38- 39.
82- eş-Şettanufî, Behçetü’l-Esrâr ve Ma’denü’l-Envâr, s. 236; Ayrıca bkz.: et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 115.
83- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 725-726
84- et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 115.
85- et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 115.
86- et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 116.
87- el-Yâfi‘î, Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-,Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, III, s. 318; eş-Şettanufî, Behçetü’l-Esrâr ve Ma’denü’l-Envâr, s. 236.
88- Beyitlerin açıklaması için ayrıca bkz.: Kamil Mustafa eş-Şeybî, Şerhu Divâni’l-Hallâc, Menşûrâtü’l-Cemel, tsz. s. 250- 252.
89- Kamil Mustafa eş-Şeybî, Şerhu Divâni’l-Hallâc, s. 159-160-249
90- ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XII, s. 725
91- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1989, II, s. 55.
92- Rahbe şehri, Harran’ın yaklaşık 200 km. güneyinde şimdi Suriye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde kalmış tarihi bir şehirdir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Buldân, III, s. 34-36
93- حياة الشيخ أخت ابن وثاب وهو) en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 55)
94- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 55; et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 115.
95- Bu nakil benzer ifadelerle başka kaynaklarda da zikredilmektedir. Bkz. ez-Zehebî, ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, IV, s. 269 (يا إلهي ال أجد لي في غيرك مطمعا و ال إلي غيرك منتجعا فوقفت ببابك إطرأ إلى حجابك حتي يكشف لي عن تفريج الكربة فاتحلل إلي محاسن القربة و قد أوثقت نفسي عن السرور بك ووسمتها بذكرك ولي فيها كوامن أفراح يرتاح إليها صبات أشواقي و لي معك أحوال سيكشفها اللقاء يا حبيب التائبين و يا سرور العارفين و يا قرة عين العابدين و يا أنس المنفردين ويا حرز الالجئين و يا ظهير المنقطعين ويا من حنت إليه قلوب الصديقين و به أنست أفئدة المحبين وعليه علفت همة الخائفين) Ayrıca bkz. el-Yâfi‘î, Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-,Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, III, s. 319.
96- Ayrıca bkz. el-Yâfi‘î, Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-,Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, III, s. 319.
97- Tayy-ı Mekan: Mekânı, mesafeyi katetme, geçme, mesafelerin dürülmesi. Allah’ın izniyle az zamanda çok uzak yerlere gitme. Allah’ın velî kulları tayy-ı mekân ile uzak mesafeleri bir anda geçip yer değiştirebilirler.
98- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 55-56.; İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, thk. Mahmud elArnavut, hadis tahrici: Abdülkadir el-Arnavut, nşr. Dâr İbn Kesîr, Dımaşk-Beyrut 1406/1986, I. Baskı, VI, s. 442; .; elYâfi‘î, Mir’âtü’l-Cenân ve ‘İbretü’l-,Yakzân fî Ma’rifeti mâ Yu‘teberu min Havâdisi’z-Zamân, III, s.318-319.
99- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 56; Ayrıca Bkz. Ali b. Yusuf eş-Şettanufî, Behçetü’l-Esrâr ve Ma’denü’lEnvâr, Kahire 1330, s. 236; et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 116.
100- en-Nebhânî, Câmi‘u Kerâmâti’l-Evliyâ, II, s. 56; Ayrıca Bkz. Ali b. Yusuf eş-Şettanufî, Behçetü’l-Esrâr ve Ma’denü’lEnvâr, Kahire 1330, s. 236; et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkibi ‘Abdilkâdir, s. 116.
101- Bkz. Ali b. Yusuf eş-Şettanufî, Behçetü’l-Esrâr ve Ma’denü’l-Envâr, Kahire 1330, s. 236
102- Seyyid Ahmed b. Alî el-Mekkî b. Yahyâ er-Rifâî (512-578/1118-1182)
103- Süleyman Uludağ , “Adî b. Müsâfir”, D.İ.A, I, s. 381.
104- İzzeddin Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhyiddin İbrahim b. Ömer Ebi’l-Ferec b. Ahmed b. Sâbûr b. Ali el-Fârûsî el-Vâsıtî (614-694), İrşâdü’l-Müslimîn li Tarikati Şeyhi’l-Müttakîn, Kahire: Darü’t-Tibâti’l-Âmire Safer 1307, s. 34; ayrıca bkz. Celaleddin es-Süyûtî, eş-Şerefü’l-Muhattem/El Öpme Şerefi, hazırlayan: Mustafa Utku, Bursa Uludağ Yayınları 2006, s. 20; Mustafa Tahralı, “Ahmed er-Rifâî”, D.İ.A, II,127-130; Mustafa Tahralı, Ahmad al-Rıfâî, sa vie, son oeuvre et fa tariqa (doktora tezi 1973), Sorbonne Nouvelle, s. 75; Adalet Çakır, Abdülkadir Geylânî ve Kâdirîlik, İSAM, İstanbul 2012, I, s. 119