Avrupa'nın 15. yüzyılda başlayan dünyayı sömürgeleştirme süreci, Portekizli Prens Gemici Henrique ile başlar. Kısa bir askeri sefer dışında gemiye hiç ayak basmamış olan bu adam, soylu bir prens olarak otoritesini, Atlantik’i ve Afrika’nın batı kıyılarının keşfini yönetmek için kullandı. Portekiz’in güney ucundaki tek liman kenti Sapres’te bulunan karargâhından sayısız sefer başlattı. Bu seferler sırasında, geçmişte astronom Ftolemais’un yaydığı bir efsaneyi, batı yönünde çok uzaklara yelken açan gemilerin Dünyanın kenarından aşağı düşeceği, güney yönünde iyice uzaklara seyir etmeyi göze alanların ise güneşin dik ışınlarıyla kızaracağı efsanesini yıktı.[1]
Modern manada ilk sömürgeciliği geliştiren ülke Portekiz’dir. Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa Karayiblerdeki adalar dâhil Amerika kıtasının özellikle doğu sahillerini, Afrika’nın batı ve güney sahillerini, Hint Okyanusu’nda Madagaskar ve diğer küçük adaları aralarında paylaştılar. Oldukça verimli topraklara sahip bu bölgelerde sayıları milyonlarla ifade edilecek insan gücüne olan ihtiyaçlarını gidermeye başladılar. Afrika kıtasına yöneldiler ve yaklaşık 400 yıl boyunca bu kıtadan 20 milyondan fazla insanı dünyanın dört bir tarafındaki sömürgelerine yerleştirdiler. Yolculuk esnasında her türlü kötü şartlardan dolayı ölenlerin sayısının sağ götürülenlerden fazla olduğu bilinmektedir. Hollandalılar ise Amerika kıtasındaki sömürgelerine ve Ümit Burnu’ndaki sömürgesine Endonezya bölgesinden de esirler getirdi.
Batılıların Amerika kıtasını tamamıyla sömürgeleştirmeye çabaları, bütünüyle neredeyse boş bir toprağı işgal etme meselesi değildi, çünkü bu hadiseden oldukça gelişmiş durumdaki Meksika ve Peru'nun Aztek ve İnka kültürleri de yok oldu. Kızılderili ırkının katliamı ise, Batılıların tarihin sayfalarına attıkları kara lekelerdi. Elbette bu onların yapmış oldukları ne ilk ne de son katliamdı. Zira bu katliamların arkasında kendisinden başkasını insan olarak görmemek yatmaktadır. Bu zihniyetlerini, coğrafi bilgilerini içeren ve aslında zihniyetlerinin bir haritası olan, çizmiş oldukları coğrafi haritada görmek mümkündür:
"…Yeryüzü burada suyla çevrelenmiş, merkezinde Kudüs ve Avrupa'nın yan yana oldukları, yassı bir tepsi gibi gösterilmektedir. Daha uzakta, halkı köpek başlı maymunlar, tekerlek ayaklılar ve tek ayaklar olan kavurucu ve canavarca bir ülke vardır. Son olarak da bütün bunların çevresinde sudan bir halka vardır. Kıta Tarih’in ne olacağını haber veren simgesel görüş: Avrupa Yeni Kudüs'tür. Avrupalılar insan, diğerleri canavardır…”[2]
Şiddet, sömürgeci ülkelerin sık sık başvurduğu en önemli ikna yöntemi ve sindirme aracı olmuştur. İngiltere’nin Hindistan’da her türlü şiddet ve entrika malzemesini kullanarak bölgeye nüfuz etme çabaları; yine İngiltere’nin Fransa, Belçika, Almanya ve Danimarka ile birlikte Afrika’yı paylaşım sürecinde yerli halkın maruz kaldığı muamele, zulüm ve katliam insanlık tarihini dehşete düşürecek boyutlara ulaşmıştır.
Atlas Okyanusu’nda başlayan insan ticareti önce Hint Okyanusu ardından Büyük Okyanus bölgesindeki sömürgelere de sıçradı. Köle ticareti serbest olduğu müddetçe bunu aksatmadan yürüten devletler, köle ticaretinin yasaklanmasından sonra da mecburî çalışma şartları oluşturarak bu insanları yine kendilerine hizmet etmek zorunda bıraktılar.
Sömürgecilik her ne kadar Fenikeliler gibi Akdeniz ve Kızıldeniz havzasında etkili olan ve farklı noktalarda koloniler kuran devletlerin dönemine kadar giden üç bin yıllık bir geçmişe sahipse de aslında bugün bizim anladığımız manada Avrupa devletleri tarafından 15. yy ve 20. yüzyıllar arasında, özellikle Afrika başta olmak üzere Asya ve Amerika’da, uygulanmıştır. Avrupalıların Akdeniz havzası dışındaki denizlere açılmasıyla birlikte daha önce bilmedikleri yeni coğrafyaları, kendi tabirleriyle “keşfetmelerinin” ardından buraları sömürgeleştirme dönemi başladı.
Bu aynı zamanda bugün dünya hâkimiyetine sahip olmaları noktasında attıkları en ciddi adımın başlangıcıydı. Bunu aynı yıllarda Afrika’nın batı sahillerini dolaşan Portekizliler’ in deniz seferleri takip etti. Her iki Avrupalı güç yüzünden kısa zamanda Kuzey ve Doğu Afrika sahillerinde yüzyıllardır hüküm süren Müslüman varlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldi.
Efsanevî takdimlerin aksine sömürgecilik, adeta dünya tarihini esaret altına almış, sonu gelmez bir ıstıraptır. Tarihi kara sayfalarda, kelimelerin acziyeti ile dile getirilmeye çalışılan bu mezalim, medeni dünyanın inşasının harcı olmuştur. Geride sefalet bazen de hiçbir şey bırakmamıştır. Zira Avrupalıların Amerika’ya varır varmaz başlattıkları katliam milyonlarca insanın yeryüzünden silinmesiyle sonuçlanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Afrika üzerinde oluşturduğu koruma kalkanını 19. yüzyılda delmeyi başaran sömürgeciler, uçsuz bucaksız Afrika’yı paylaşmak için aralarında müthiş bir yarışa başladılar. Afrika o kadar büyük bir yerdi ki küçücük Belçika bile kendisinden kat kat büyük olan Kongo’yu krallarının çiftliği haline getirebilecekti.
Avrupa’nın askerleri, katledilen bu insanların hayatlarını tasvir edecek bir şeyler bırakmadıkları gibi, hayal etmeyi kolaylaştıracak izleri de silmişlerdir. İnsani güzelliklerin hayalini imkânsız kılan katliam, kâbus gibi üzerimize çökmektedir. Kâbusu gerçeğe dönüştüren ise milyonlarca insanın acımasızca yok edilmesidir. Ne kadar insanın katledildiği tartışılmakla birlikte, tarihin sayfalarında yapılan derinlemesine araştırmalar rakamın yüz milyonun üzerinde olduğunu göstermektedir. Amacımız ceset saymak ya da insanlığı istatistikî verilere indirgemek olmamakla birlikte, ıstırabın kocaman bir kıtanın her köşesine yayılmış olduğunu anlamak ve göstermek olmuştur. Aksi takdirde gerçek ölüm unutulmaktır. Onları hatırlamak, toplu mezarlarda üzerleri toprakla örtülen canları çıkararak kalbî çürümüşlükten kurtulmaktır.
Özhan Karaca
-------------------------------
[1] Adrian Berry, Bilimin Arka Yüzü, Çev. R. Aysever, Tübitak Yayınları, Ankara, 2014. s.2-3.
[2] Jacques Attali, “1492”, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, İstanbul, 1999. s.114.