1998 Şubatında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün yayınladığı genelgeyle üniversiteye bağlı fakülte, yüksekokul, sosyal tesisler vs.‘de başörtünün yasaklanması ve bu yasağa karsı öğrencilerin gösterdiği kesintisiz direniş başörtüsü sorununu Türkiye gündeminin üst sıralarına taşıdı. 98-99 eğitim-öğretim döneminde YÖK (Yükseköğretim kurulu, M.K.) kararları doğrultusunda yasağın diğer üniversitelere de yaygınlaştırılması ve öğrencilerin yasak karsısında kararlı tutumları nedeniyle başörtülü yasağı, başörtüsü konulu tartışmalar bu seneye de yayıldı...
Tevhit-sirk, hak-batıl, zalim-mazlum gibi zıtlıklar bağlamında, en eski çatışma alanı olarak insanlığın atası Âdem-Havva (as.) ve onların İblisle mücadelelerinde örtünme ve çıplaklık tezatlıklarını da görmekteyiz. Bu mücadelenin en önemli unsurlarından biri olması örtünmenin hayatiyetini ortaya koymaktadır.
"Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar.
Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mi ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti. (Âdem ile esi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. "Orada yasayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi." (A'raf, 20-25)
Ayet grubunda en can alıcı noktalar Adem (as)'in sahsında insanların "melekleşme" ve "ölümsüzlük" gibi iki zayıf noktası ve şeytanın insani çıplaklaştırma girişimi Adem ve Havva’nın panik halinde örtünmeye çalışmaları, çıplaklığın onlarda uyandırdığı rahatsızlık, utanma duygusu. Böyle fıtri konudaki barışı şeytanı ve onun takipçilerini ümitlendirmiş, insani saptırmada bir başlangıç noktası, diğer kötülükleri için bir cesaret kaynağı olmuştur.
Bu mücadele Âdem ve esinin dünyaya gönderilmesiyle mekânsal bir değişme uğrayarak sürmüş, günümüze kadar gelmiştir. Allah (cc) bu mücadele konusunda kullarına uyarılarda bulunmuştur.
"Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşlar, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kildik. Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (Araf, 27-28)
Peygamberimiz döneminde inen ayetlere baktığımızda örtünmenin fonksiyonlarını anlayabiliriz.
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzab, 59)
Örtü, kadının toplum içinde cazibesiyle, çekiciliğiyle yer almasını engeller. Onun bu anlamda sömürülmesini önler. Kadın ve erkeği birbirlerine karşı korur. Kadına toplum içinde hür ve saygın bir kimlik kazandırır.
Bütün bu amaçlara ulaşılması için sadece örtü yetmez. Kadına olduğu kadar erkeğe de başka yükümlülükler düşer.
"(Resulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır." (Nur, 30)
Önce erkeklere daha sonra da kadınlara bu uyarı tekrarlanır.
"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teshir etmesinler. Bas örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nur, 31)
Bütün bu uyarıların korunma yollarının takvayla bütünlüğü, onunla kemale erişeceği, tamamlanacağı unutulmamalı.
"Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi... İste o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi)." (Araf, 30-31)
Tarih boyunca Allah (cc.) peygamberleri vasıtasıyla insanlığa örtünmeyle ilgili emirlerini göndermiştir. Ancak peygamberlerin ardından hak dinin saptırılmasıyla örtünme anlayışında da sapmalar olmuştur. Örtünme bazen kadını bezen toplumsal hayattan tamamen soyutlayarak, ikinci, üçüncü sınıf bir varlık, kötülük uğursuzluk kaynağı olarak nitelendirecek seklinde anlaşılarak bir zulüm aracına dönüşmekte. Bazen de kadını tam aksine meta gibi algılayarak, kullanarak, çıplaklaştıracak şekilde anlaşılmaktadır. Tarih boyunca çeşitli toplumlarda veya bir toplumda farklı tarihsel dönemlerde veya ayni dönemde değişik şekilde örtünme anlayışları mevcut olmuştur. Dikkat edilmesi gereken nokta bu anlayışların beslendiği düşünsel, felsefi, ananevi, dinsel temellerdir.
"Başörtüsü Yahudiler için ar, namus, iffetin bir simgesi, onları putperest kadınlardan ayıran bir işaret, Hristiyanlar için kadınların erkeklere göre daha aşağı konumunun, evli kadınlarda erkeğe bağlılığın, itaatin, hür olmadığının bir simgesidir. Sonraki dönemlerde ise ait olunan bir sınıfın simgesi haline dönüşmüştür. Özellikle Araplar arasında seçkin aile mensuplarının kullandığı kentli ve üst sınıfa ait olmanın bir simgesiydi. Özellikle Tevrat ve onun etkisinde kalan Hristiyan toplumlarda örtü kadının erkek karsısındaki konumunu temsil etmiş. Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmasına neden ilk günahın suçlusu olarak görülen kadının durumu iyice kötüleşmiş, örtüsü erkek karsısında ikinci sınıf bir varlık olarak, ona kulluğu temsil etmiştir. Ortaçağ’da Avrupa'da giyim toplumsal sınıfların göstergesi olmuş, hatta ait olmadığı bir sınıfın giysisini giyenleri cezalandırmak için kanunlar koyulmuştur." (Cihan Aktaş, Kılık kıyafet ve iktidar, Nehir yay. İstanbul, 1991, cilt 1, s. 32-37)
(Bursa'daki zulme karşı protesto)
Örtünme şekillerindeki farklılıkların ardındaki düşünsel, geleneksel, dinsel unsurlar bağlamında kılık-kıyafet artık bir kimlik bildirimi, dışavurumu, aidiyet ifade etmesi açısından cinsel veya toplumsal bir sembol işlevi de görmektedir. Bu nedenle kılık-kıyafete müdahaleler ayni zamanda bunun ardındaki düşüncelere, dine, ya da topluma, kimliğe karşı yapılan müdahale haline gelecektir. Kimliğin sert, çekirdek unsurlarından olduğundan müdahalelere tepkiler de sert olmakta, bu konudaki değişimler zor ya da çok uzun zaman zarfında gerçekleşebilmektedir.
İslam peygamberinin Müslüman bir kadının örtüsüne Yahudiler tarafından yapılan müdahaleye en sert biçimde karşılık vermesi, o kavme savaş açması Peygamber tarafından bu müdahalenin İslam’a yapılan bir müdahale seklinde algılamasındandır.
Müslüman kadınlara yönelik bu tarz saldırılar tarihte savaş dönemlerinde görülmektedir. Endülüs'ün düşüşünde, Asya ve Afrika'da Müslüman toplumların batılı emperyalistlerce sömürgeleştirilme dönemlerinde, Müslüman kadınlar bu tür saldırılara maruz kalmışlardır.
Batılı ülkeler sömürgelerinden yerlerine batıcı elitleri bırakarak çekildiler. Artık çıkarlarını kendi adlarına bu azınlık koruyacak sekil değiştirirsek sömürü devam edecektir. İslam’a, Müslümanlara, saldırıları bu seçkinci grup efendilerinden devralacaktır. Son asırda bu saldırıların ardında hep bu zihniyet olacaktır. Bu zihniyeti besleyen psikolojik unsur, Bati karsısında sürekli gerileyiş, yenilgi, mağlubiyet. Bunun oluşturduğu -özellikle aydınlar arasında- asabilik kompleksi, güvensizlik kendi toplumuna, kültürüne, değerlerine karşı yabancılaşma. Sorun kendimiz, toplumumuz, biz besleyen, bizi biz yapan değerler, doğuya ait oluşumuz. Tek çözümü vardır bu zihniyetin; Batılılaşmak, her şeyiyle, gülüyle dikeniyle Batılılaşmak. Bütün toplumun yüzü kendi yüzleri gibi batıya dönmeliydi. Değişim mutlak, geriye dönüşsüz, kesin, ani...
Yönetici elit tepeden inmeci, jakoben uygulamalarla halk için halka rağmen toplumu tepeden tırnağa değiştirecek, dönüştürecek, toplum mühendisliği devreye girecek. Halk değişime direnecek, direndikçe seçkinler uygulamalarında daha da pervasızlaşacak, uygulamalar zulüm boyutuna ulaşacaktır.
Bu anlayış Kuzey Afrika, Asya'daki sömürge geçmişe sahip ülkelerde halk ve yönetici elit, Aydın arısındaki çatışmayı arttırarak devam ettirmekte, gelir adaletsizliği, rüşvet, yolsuzluk gibi kirlilikle daha da derinleştirmektedir.
Iran Sahi Rıza Pehlevi'nin ve Afganistan’da Emanullah Han’ın modernizm hareketi, kadınların kılık-kıyafetini müdahaleleri halkın tarafından tepkiyle karşılanmış, sonunda ikisi de tahtlarından olmuştur. Tunus'ta bugün hala başörtüsü halka açık yerlerde yasaktır.
Batılı devletlerin fiili anlamda sömürgesi olmamış toplumumuzda da durum aynıdır. Osmanlının gerileyişiyle ortaya çıkmıştır. Artık Osmanlının, Avusturya İmparatorunu ancak kendi vezirine denk saydığı, krallık değişimi törenlerine kendisini temsilen bahçıvanını gönderdiği dönemler geride kalemistir. Çöküşün sebepleri önce askeriyede aranır sonuç vermez. Çöküş askeri, ekonomik, toplumsal vs. her alanda hızlanarak devam etmektedir. Batılılaşma çözüm olarak görülür. III. Selim'le baslar, II. Mahmut’un uygulamalarında halkın tepkisini çekecek boyuta ulaşır. İki sultan da kılık-kıyafette Batılılaştırmaya çalışmıştır. Askeri alanda başlayan uygulamalar devlet memurlarını da kapsayacak şekilde genişletilir. Sarık sarmak yasaklanır, erkeklerin sakallar kısaltılır, kendisi dâhil devlet memurları Avrupai tarzda giyinir.
Avrupa karsısındaki bu psikolojik eziklik Rusya'da Deli Petro’nun uygulamalarına da yansımış. Rusya’nın geri kalış sebebinin Avrupalı -özellikle Hollandalılar- gibi giyinmemeye bağlamış. Uzun sakallı erkekler yakalatarak zorla tras ettirmiş, kadınlı erkekli salon toplantıları tertip ettirmiş, kalpak yerine şapka giyilmesini mecburi tutmuş. Halkın tepkilerini kırmak için de Moskova’yı top bataryaları ile kuşatmıştır. (Cihan Aktaş, a.g.e., s. 45)
Batılılaşmanın nasıl olacağı aydınlar arasında tartışma konusuydu. Batinin ilmini, tekniği alalım, ahlakini, kültürünü almayalım diyenler olduğu grubu batinin kültürüne, yasayış tarzına gıptayla bakanlar da vardı. Batının tekniğini almak, eğitim görmek üzere Avrupa'ya gönderilen gençler yazar, sair olarak kendi toplumundan, değerlerinden tiksinir bir ruh haliyle geriye dönmekteydiler. (Ayni Tevfik Fikret'in önce Hristiyan, sonra papaz, sonra da piskopos olan oğlu Haluk Fikret gibi, M.K.). Bu grup aydınlarda her yönüyle Batılılaşmak fikri ağır basıyordu, önceliğin giyim kuşam, balo, salon toplantılarına verildiği gözleniyordu. Belediyelerin alt yapı yerine ise parke taslarını değiştirmekle başlaması gibi.
Osmanlının yüzünü batıya döndüğü 1836 Tanzimat Fermanıyla resmîleşti. Bati yanlısı Mustafa Reşit Paşa’nın çabalarıyla (o zaman 16 yaşında olan padişah, M.K.) Abdülmecid'i ikna ederek ilan edilen bu fermanla devletin İslamlığı ciddi yara aldı. Tanzimatçı bir zihniyet oluşacak ve giderek etkinlik kazanacaktı. Batılılaşma sokakta kendini hissettiriyordu. Avrupai giyim tarzı gittikçe yaygınlaşıyor, kadınlar arasında Avrupa modasını takip etme, bu konuda birbirleriyle yarışma gittikçe hızlanıyordu. Bu dönemde kadın dergilerinde, kadın oluşumlarında bu konu isleniyor kadınlar buna teşvik ediliyordu.
II. Meşrutiyete doğru Jön Türklerin tepeden inmesi "Topyekûn Batılılaşma" (Celaleddin Vatandaş, "Umran", Haziran, s. 19) programı içindeki asker ve sivil bürokratların esin kaynağı olmuş, bu tarz değişim anlayışı, uygulamaları yakın tarihimize damgasını vurmuştur. II. Meşrutiyetle birlikte siyasi düşünce akımları giderek netleşmiştir. Bunları Batıcılar, İslamcılar ve Türkçüler olarak üç grupta toplayabiliriz. Tanzimatçı zihniyete denk düsen Batıcılar ve onlara yakın -kadınların örtünmesinin çok eskilere dayanan bir adet, tesettürün kadına onun özgürlüğüne karsı yapılmış en büyük hakaret (Ziya Gökalp)- düşünen Türkçülerin karsısında İslamcıların muhalefeti söz konusudur.
İslamcılar toplumu tepeden tırnağa körü körüne bati taklitçiliğini, kadın konusu etrafında yapılan tartışmalarda, kadının asriliğini tesettürden kurtulmak olarak gören diğer iki akımı şiddetle eleştirmiştir. Onlara göre batılılaşma ülke gerçeklerini görerek teknik düzeyde yapılmalıydı.
İstiklal Harbinde özellikle İstanbul’da kadınlar dernek, yayın ve açık hava mitinglerinde mücadeleye destek vermişler (ki, bunların en meşhuru Halide Edip Adıvar’ın Beyazıt’ta düzenlediği mitingdir, M.K.), yardtm kampları düzenlemişlerdir. Düşman işgali altındaki topraklarda ise kadınlar çok daha güçlükler, çileler yasamıştır. Kocasını, çocuklarını cephede yitirmiş olan, cephe gerisinde koşuşturan, bazen düşmanla yüz yüze savaşan -Erzurum'da Nene Hatun gibi- Anadolu kadını örtüsü dinini, haysiyetini, vatanini koruma uğruna verdiği bu mücadelesinin sembolü olmuştur. Bunun en güzel örneğin Maraş’ta yaşanmıştır. İngilizlerden sonra Maraş’ı işgal eden Fransızlar ‘in bir kadının örtüsüne müdahale etmesi, Sütçü İmam’ın askeri öldürmesi üzerine olay sokak çatışmalarına dönüşmüştür.
Cumhuriyet Döneminde Başörtüsü Düşmanlığı
Cumhuriyet döneminin temel politikası "Batılılaşmak, asrileşmek, muasır medeniyet seviyesine çıkmaktır. Bu mümkün olan en kısa zamanda sivil asker bürokratlar tarafından "devletin üstün gücü gerçekleştirilecektir. Bu uygunluma yeni olmayıp daha öncede belirttiğimiz gibi Osmanlı son çeyreğinden gelen bir sürekliliği ifade eder. Ancak cumhuriyet döneminde çok daha pervasızca uygulanacaktır. Milli mücadeleden hemen sonra sosyal ve hukuk alanında inkılaplar gerçekleştirilir.
1 Kasım 1922'de saltanat ilga edildi. Tepki çekmemek nedeniyle hilafet bırakılır ancak sembolik bir anlam ifade edecek şekilde. 29 Ekim 1923'te devletin hükümet sekli olarak Cumhuriyet ilan edildi. 3 Mart 1924'te Seri’ye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine Diyanet İsleri Başkanlığı kurulur, diğer bir kanunla Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin birleştirilmesi) kabul edildi. Seri’ye ve Evkaf Vekâletine bağlı ya da özel vakıflarca yönetilen bütün medrese ve okullar, Sağlık Bakanlığa bağlı yetimhaneler, askeri okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Ayni gün hilafetin kaldırılması görüşüldü ve Osmanlı soyunun T.C. sınırları dışına çıkarılmasına dair kanun kabul edildi. Bunu ölçü, tartı, alfabe, takvim değişiklikleri izledi. Avrupa'dan medeni, ceza, borçlar vs. hukukları ithal edildi.
Bütün bu değişimler halk arasında hoşnutsuzluklara neden oldu. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde -Reşadiye, Silifke, Adapazarı, Buna- yer yer gösteriler yapıldı. Batılılaşmaya karşı en ciddi ve üzerinde en çok konuşulan tepki ise Şeyh Sait Kıyamı olmuştur (Şubat 1925). Ayaklanma birkaç ay sürmüş ve güneydoğu bölgesine hızla yayılmıştır. Diyarbakır ve Ankara'da İstiklal mahkemeleri kuruldu. İki yıl süreyle Takrir-i Sükûn çıkarıldı. Terakkiperver cumhuriyet partisi programında "dini inançlara saygılı olduğu" seklindeki bir madde nedeniyle kopartıldı. Bu ayaklanma bahanesiyle iktidar bütün muhalefeti sindirmeye çalıştı. Şeyh Sait Kıyamı, 31 Mart ve Menemen olayı vs. ile zincirin bir halkası olarak Müslüman halkın önüne sürülecektir.
25 Kasım 1925'te şapka giyilmesi hakkındaki 671 no'lu kanun çıkarıldı. "Türkiye büyük millet meclisi üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve müstahdemler, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar". Bu kanun halkın büyük tepkisine yol açmış, gerek bu kanun çıkmadan önce, gerek çıktıktan sonra şapkaya muhalefet edenler İstiklal mahkemelerinde yargılanarak idam edilmiştir. Bunlardan en trajik olanlarından biri, kanun çıkmadan bir buçuk yıl evvel yazdığı "Frenk mukallitliği ve Şapka" adli risalesi nedeniyle İskilipli Atıf Efendi, diğeri sırf halkın gözünü korkutmak için Erzurum'da idam edilen Salcı Bacı adli bohçacı bir kadındır. Doğu illerinde soğuk nedeniyle kalpak giyenler de cezalandırılmıştır. Şapka kanunu kadınların kılık kıyafetiyle ilgili bir düzenleme getirmemiş olmasına rağmen genel olarak kıyafet kanunu olarak algılandığından buna dayanılarak Müslüman kadınların giyimine yönelik müdahaleler olmuştur. Kanunî bir düzenleme olmamasına rağmen bazı illerde (Mersin, Trabzon, Rize, Bodrum, Konya, Maraş, Hoton, vs.) Belediye kararlarıyla başörtüsü yasaklanmıştır. (Cihan Aktaş, a.g.e., s. 173, dipnot, Dr. Barnard Caparol, Kemalizm’de ve Kemalizm sonrasında Türk kadını, Türkiye İş Bankası kültür yay., Ankara, 1982)
Müslümanların kılık kıyafetlerine yönelik saldırıların tek parti ve ihtilal dönemlerinde daha bir yoğunlaştığı gözlenmektedir. Osmanlı son dönemlerinde daha da yoğunlaşarak cumhuriyet döneminde Müslümanlar " gerici, yobaz, sakallı, bitli, örümcek kafalı, kara cahil, Türk filmlerinde aşina olduğumuz dolandırıcı, düzenbaz, cimri hacı, hoca vs. gibi kelimelerle resmedilmekte. Müslümanlar yönelik bu tür karamalara son zamanlarda eklenen terörist, dış destekli, karanlık mihrakların yönlendirdiği" seklinde ifadeler dışında pek fazla şeye rastlanamaz.
31 Mart, Şeyh Sait kıyamı, Menemen olayı da eklenerek birer tekerleme gibi basında, sokakta muhatap olduğunuz CHP zihniyetli insanların ağzında tekrarlanır durur. Abdullah Yıldız, Umran (Ocak 98, s. 28-30) dergisindeki "İrticada siyasal İslam’a bir övgü edebiyatı" adli yazısında geçmiş bazı yayınlardan alıntılar yapmış. Gözümüze çarpan bazı ifadeler; fesatçılar, softa kıyafetli adamlar, casuslar, mecnunlar, ortaçağ müessesesi kadrolar, medeniyet düşmanları, kara tehlike, komünizmden daha tehlikelidir. (PKK'dan daha tehlikeli ifadesini hatırlatıyor) Bir yobazın marifetleri, çember sakallı yobazlar, kafalarının içi kadar karanlık, örtüler, bedeviler, gözleri ortaçağdan önceki çöl uygarlığına dikilmiş olanlar, soluyan, hırlayan kuduz köpekler, Anadolu'yu Araplaştırmak, Hicaz çölüne çevirmek... En son 11 Ekim 98'deki "Başörtüsüne Özgürlük için Elele" eyleminin ardından kartel medyasına bakarsanız pek fazla bir şeyin değişmediğini görürüsünüz.
Tek parti ve daha sonraki birkaç on yıllık dönemde tesettür düşmanlığı çarşaf üzerinde yoğunlaşmıştır. Türk kadınlar birliği, Mustafa kemal derneği gibi oluşumlar çeşitli haftalar düzenleyerek çarşaf aleyhinde kampanyalar düzenlemekte, çarşaf açma, peçe yırtma etkinlikleri düzenlemekteydiler. İlk defa cumhuriyet gazetesi öncülüğünde güzellik yarışması düzenlenmiş, müsabaka seçimleri ulusal bir olay olarak nitelendirilmiştir. 19 Mayış törenlerinde kızlara kısa şortlar giydirmek rejimin geleceği açısından ödün verilemez bir uygulama haline gelmiştir.
Önceleri bu tür propaganda faaliyeti seklinde sürdürülen uygulamalar daha sonra çarşaflı kadınlara, sakallı Müslümanlar fiili müdahalelere dönüşmüştür.
1960 ihtilalinden sonra bu tür saldırılar yaygınlaşmıştır. Gün geçmiyor ki sokaktaki çarşaflı bir kadına, sakallı bir Müslümana ilericilik adına saldırılmasın, dövülmesin. Kadınlar sözlü ve fiili saldırılara maruz kalıyor, çarşafları çekiştiriliyor, yırtılıyor, insanların sakallar sıradan insanlar tarafından zorla tras ettiriliyordu.
Bu saldırılar karsısında tesettür konusu Müslüman çevrelerin gündemine yansıdı. Konferanslar, paneller düzenledi. İslami referanslara göre örtünme konusu islendi. Kur'an Kursları ve kız İmam-Hatip Okullarının da etkisiyle tesettür genç kızlar arasında yaygınlık kazanmaya başladı. İlk defa 1968'de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan Hatice Babacan’ın örtüsü nedeniyle okuldan atılması üzerine başörtüsü üniversite düzlemine tanındı. İlahiyat fakültesi boykotu, açlık grevleri konuyu ülke gündemindin en üst sırasına taşıdı. Müftülerin -özellikle Çankaya müftüsünün- "bunlar hangi akla hizmet ediyorlar, İslam’da açlık grevi yoktur" gibi beyanatları Müslümanlar nezdinde şaşkınlık yarattı. Boykot ve eylemler nedeniyle fakülte tatil edildi. Bu arada yıllardır çarşafla mücadele için kadınlara çarşaf yerine daha Avrupai diye pardösü dağıtan çeşitli kadın dernekleri artık pardösüye de savaş açtı. Daha sonra 12 Eylül döneminden itibaren başörtüsü yerine "türbanı destekleyecekler sonra ondan da vazgeçeceklerdir. Hala bu zihniyet için üniversitedeki başörtüsü sorunu "Türban sorunu" olarak nitelendirilir.
12 Mart muhtırasını izleyen yıllarda üniversitelerde başörtüsü Kızların solcuların saldırılarına uğraması gözden uzak tutulmamalıdır. 1979 yılında Gazi Eğitim’den çıkan 15 kadar başörtülü öğrenci yüzlerce yolcunun taslı-sopalı saldırısına uğramış, çoğu yaralanmış, başları yarılmıştır. Son zamanlarda isçi partisi ve SIP öncülüğünde fiili saldırılar yapılamasa da başörtüsü ve Müslümanlar aleyhindeki propagandalar bunun devamıdır.
Bu yıllarda Müslümanlar tesettür düşmanlığının altında İslam düşmanlığının olduğunu farkına varmışlardır. Demokrat partinin iktidara gelişiyle görmek zorunda kaldıkları İslami duyarlık sahibi Müslümanların varlığı, aleyhteki kampanyalara rağmen tesettürün yaygınlaşması egemenleri saldırılarında daha da pervasızlaştırmıştır. Bunun karsısında Müslümanlar da bir özeleştiri sürecine girmiş kendi kimliklerini netleştirmeye başlamışlardır. 1970'li yılların anarşik, anemik ortamından, sağ-sol çatışmalarının dışında kalmaya çalışmış, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hasan el-Benna vs. gibi yazarların tercüme eserleriyle evrensel İslami değerlerle tanışılmış, kültürel olarak, kimlik olarak bir yetkinlik kazanmışlardır. Başörtüsü düşmanlığı karsısında köktenci bir tutum içine girmişlerdir.
Başörtüsü düşmanlığında ilginç bur dönüşüm yaşanmıştır. Yıllarca başörtüsü cehaletin simgesi (!) olarak görülmüştür. Ama geçen yıllarla birlikte başörtülülerin lise mezunu, hatta üniversite mezunu, hatta memur, yazar-çizer olması başörtüsüne başka anlamlar yüklenmeyi gündeme getirmiştir. Artık başörtüsü cehaletin (!) simgesi değildir. Karanlık mihraklara (!), vatani bölmeye (!), rejimi değiştirmeye hizmet etmektedir. Artık "Biz köylünün, sokaktaki kadının başörtüsüne karışıyor muyuz ?" Hizmetçi, müstahdem olanlar kurtulmuştur ama başörtüsü sorunu üniversite, devlet daireleri boyutunda yasaklara konu olmaktadır. Tahsilli insanların başörtüsü kullanmaları "karanlık amaçlar" dışında ne ile izah edilebilirdi...!
1960 darbesinin ardından olduğu grubu 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da artarda memurlara yönelik başbakanlıktan kılık-kıyafet yönetmelikleri yayınlamaya başlandı. 1980 Ekimindeki başbakanlık genelgesinin ardından 1981 Aralığında öğretmen ve öğrencilere yönelik kılık-kıyafet genelgesi yayınlandı. Milli eğitim bakanlığı da ortaokul ve lise öğretmen ve öğrencilere yönelik artarda yönetmelikler yayınladı. Bunu 1982 Aralık ayında YÖK'ün üniversite öğretim üyeleri ve öğrencileri kapsayan genelgesi takip etti. Genelgeler nedeniyle ilk, orta, lise, özellikle kız İmam-Hatip liselerinde ve üniversitelerde yüzler kız öğrenci, başörtüsü memurlar mağdur oldu. Sakalları nedeniyle erkekler de bunlara eklendi. Her ne kadar genelgelerde kadınlar için aşırı makyaj, pantolon, uzun topuklar da yasaklansa da buna aykırı davranışlardan dolayı, sürgün edilen, memuriyetten atılan kadınlara rastlanmadı.
Öğrenciler, veliler yetkililere günlerce postanelerde kuyruk oluşturularak yasağı protesto eden telgraflar, mektuplar gönderdi. Yaygın muhalefet nedeniyle YÖK'ün "Çağdaş bir kıyafet olan türbana izin vermesi olayı daha da karıştırdı. Öğrenciler türban giymedikleri için okullardan atıldıkları gibi, amaç İslami giyim kaygısı olduğundan türbana da yasak getirildi. Protesto telgrafları, oturma ve açlık grevleri sonunda YÖK 23 Mayıs 1987 tarihinde başörtüsü yasağının kademeli olarak kaldırılacağını ilan etti. Ancak kesin bir karar olmadığından yasak rektörlerin keyfi uygulamalarıyla devam etti. Başörtüsü yasağının halk nezdinde uyandırdığı rahatsızlık nedeniyle Meclis ANAP’lı milletvekillerinin önergesiyle "Anayasa’nın 174. maddesindeki inkılap kanunlarına aykırı olmamak kaydıyla, öğretim elemanları ve öğrenciler için yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbestisi olacağı ve bu konuda kişi ve kurumların kısıtlama yapamayacağına ilişkin bir karar alınıyor. Cumhurbaşkanı Kenan Evren öğrenci affına ilave edilen bu ifadenin bulunduğu yasağı önce veto ediyor, sonra kabul ediyor daha sonra da AKM’ne veriyor. AYM yasağı gerekçesini aylar sonra açıklayacağı kararla 8 Mart 1989'da iptal ediyor. İptal kararının açıklanması için 8 Mart dünya kadınlar gününün seçilmesi anlamlı bulunuyor. 10 Mart 1989 yurdun çeşitli illerinde Cuma namazı çıkışlarında kadınlı erkekli geniş katılımlı eylemler yapıldı. Çok sayıda insan gözaltına alindi, bir kısmı yargılanarak tutuklandı. Ertesi gün gazete manşetleri 11 Ekim 1998 günü yapılan "İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin Elele" eylemini takip eden günlerde kartel medyansın manşetlerinden farklı değildi. AYM 5 Temmuz 1989'da üniversitede başörtüsüne izin veren yasanın iptaliyle ilgili gerekçeli kararı açıklandı. Danıştay da AYM gerekçeli kararına dayandırarak 13 öğretim üyesinin başvurusu üzerine üniversitelerde türbana izin veren yönetmeliği iptal etti. Bu kararlar özellikle yaz ortasında verilmişti. 1989-1990 öğretim yılıyla yaygın protestoların başlaması başörtüsü karsısında tavizsiz düşmanlığıyla tanınan Kenan Evren'in görevinin bitimi ve yerine Turgut Özal’ın geçişiyle bu destekten mahrum kalan YÖK 28 Aralık 1989'da öğrenci disiplin yönetmeliğinin yasakla ilgili 7/h fıkrasını kaldırmasıyla türban yeniden serbest bırakıldı. Uygulama rektörlerin insafına bırakıldı. Bazı üniversitelerde uygulanırken bazı üniversitelerde uygulanmadı. 90'li yıllar boyunca genel olarak yasak uygulanmadı. Özellikle I.Ü. hemşirelik meslek yüksekokulu, I.Ü. Florance Nightingale hemşirelik yüksekokulu, Hacettepe Üniversitesi, gazi üniversitesi gibi lokal olarak başörtüsü yasağı ısrarla sürdürüldü. Bu arada 29 Ekim 1996'da gazetelere ilginç ayni zamanda trajik bir haber çıktı. I.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Şükran Erdem adli doktor başörtüsü olduğu için dört ay boyunca cerrahi müzeye kilitlenmişti. Sorumlusu cerrahi anabilim dalı Dekanı Kemal Alemdaroğlu’ydu. Daha sonra I.Ü. Rektörlüğüne seçilerek bu uygulamalarını Üniversiteye yayacaktır. (Başörtüsü sorunu, Mazlum-Der, 2. baskı, s. 166)
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi başörtüsü yasaklamaları tek parti dönemlerinde iyice şiddetlenmekteydi. 28 Şubat 1997 örtülü darbesiyle Müslümanlara yönelik her alanda kuşatma politikaları uygulamaya konuldu. Refah partisi iktidardan düşürüldü, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle İmam-Hatip liselerinin (IHL, M.K.) orta kısmi kapatıldı, lise kısımları da üniversiteye yönelik kısıtlamalarla cazibesini yitirdi, yeşil sermaye olarak nitelendirilen sermaye (ör. Kompassan Holding, Yimpaş A.S. Endüstri Holding, Sayha Holding vs., M.K.) kesimine savaş açıldı. Vakıflara, vakıf okul ve yurtlarına gece baskınları düzenlendi... Böyle bir ortamı bekleyen, arkasına zinde güçleri alarak ilerici! Uygulama yapmaya can atanlara gün doğdu. 1997-1998 öğretim yılında I.Ü. Rektörü Bülent Berkar’da üniversitede kimlik kart için bas açık fotoğraf alınacağını duyurdu. Özellikle Cerrahpaşa tip fakültesinde başörtülü kızlar staja alınmıyordu, sınavlara da alınmamaya başlandı. Öğrenciler bir ay süreyle her gün I.Ü. Merkez kampüs kapısı önünde yasağı protesto ettiler. 24 Şubat Salı günü I.Ü. yeni Rektörü sabık başörtüsü yasakçısı Kemal Alemdaroğlu’nun yayınladığı bir genelgeyle başörtülü, sakallı, uzun saçlı erkekler fakültelere, kampüslere alınmadılar. Amaç yasağın sadece başörtülülere yönelik olmadığı izlenimini yermek. Salı, Çarşamba, Perşembe protestocu öğrencilerin sayısı katlanarak çoğaldı. Cuma günü Otuz Beş Bin (35.000 !, M.K.) kişiye ulaştı. Beyazıt Meydanından Çapa'ya Cerrahpaşa’ya yürüyüşler yapıldı.
Bu kitlesel öğrenci eylemleri sonunda Rektörlük geri adim attı, genelgenin kimliklerin hazırlamasında bir gecikme olduğunu söyleyerek ikinci bir emre kadar durdurduğunu açıkladı. Cerrahpaşa ve Çapa tip ile diş hekimliği fakültelerinde uygulanmaya devam etti. Eylemler öğrenciler gözaltına alindi, disiplin cezalarıyla yıldırılmaya çalışıldı. Disiplin soruşturmalarında birçok usulsüzlükler vardı. Cerrahpaşa ve Çapa eksenli eylemler devam ederken 24 Şubat dönemindeki eylemlere katılma, yönlendirme, okul boykotuna katılma gibi gerekçelerle fen fakültelinden yedi öğrencinin atılması, bazı öğrencilere uzaklaştırma verilmesi üzerine eylemlerin tansiyonu yükseldi. Öğrenciler iki gün fen fakültesi önünde bir gün de I.Ü. merkez kampüs kapısı önünde toplanarak okuldan atılmaları protesto ettiler. Oturma eylemi yapan öğrencilere polis cop, göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Buna karşılık öğrenciler Fatih yönüne doğru gösterilerini sürdürdü. Edirne Trakya üniversitesinde de yasak uygulanmaya başlandı.
11 Ekim 1998 Pazar günü yapılan "Başörtüsüne Özgürlük İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin Elele" eylemi Türk ve dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Bir gün öncecisinden eylemin yasadışı ilan edilmesine rağmen İki Milyona (2.000.000 !, M.K.) yakın kişi İstanbul’dan Anadolu'nun Doğu illerine kadar Elele tutuştu. Bu katilim halkın başörtüsü yasağına karşı tepkisini göstermesi açısından ilginçti. Eylemde vatandaşların hiçbir taşkınlık ya da saldırgan bir tutuma girmemeleri, trafiği engellememelerine rağmen emniyet ve jandarmanın yersiz müdahaleleri olmuştu. Elâzığ’da Jandarma halkın üzerine ateş açmış bir kişi ölmüş, üç kişi yaralanmıştı. Böyle bir katilim egemenleri korkuttu. Gazetelerin de karalama kampanyalarıyla birlikte aralarında Ahmet Tasgetiren, Abdurrahman Dilipak gibi yazarların, gazetecilerin de olduğu çok sayıda kişi gece baskınlarıyla gözaltına alindi.
1989-1990 öğretim yılıyla ilgili olarak yapılan rektörler toplantılarında başörtüsünü yasaklayıcı açıklamalar yapıldı. Öğretim yılının başında İstanbul Üniversitesinde başörtülü öğrencilerin kayıtları yapılmadı. Yasak Sivas! Cumhuriyet Üniversitesi, Trabzon KTÜ, Edirne Trakya Üniversitesi ve daha birçok üniversiteye yayıldı.
Başörtüsü neyi ifşa ediyor? Sorusuna verilecek cevaplar rejimin gerçek yüzünü ifşa etmek Müslümanların konumunun netleşmesinde hayatiyet taşıyor. Görülmüştür ki başörtüsü yasakların ardında İslam düşmanlığı vardır. Yine görülmüştür ki binlerce öğrenci mağdur edilmiş, okullarından, islerinden ayrılmak zorunda kalmış ama toplumumuzda üniversitelerde tesettüre yöneliş hızla devam etmiştir. Başörtüsü rejimle Müslümanların çatışma alanı olmuş, rejim gerçek yüzüyle halka ifşa edilmiştir.
Başörtüsü sorunu günümüze kadar olduğu gibi bundan sonra da çeşitli şekillerde devam edecektir. Başörtüsü egemenlerin maskelerini düşürecek, gerçek ve çirkin yüzlerini ifşa edecektir.
Kaynak: Yürüyüş dergisi, sayı 1, Aralık 1998
Hazirlayan: Muhammed Faruk