Uhud savaşı, hicret’in üçüncü yılında Uhud Dağı civarında müşriklerle yapılan bir savaştır. Uhud savaşından önce Kureyş’in öfkesi kabarmış, kin ve intikam duyguları artmıştı. Bedir’de yakınlarını kaybeden Utbe kızı Hind “Muhammed’le arkadaşlarından öç almadıkça içim rahatlamayacak, Muhammed’le savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!” diyordu. Müşrik kadınlar böyle bir intikam yemini ettiler mi, intikamları alınmadıkça saçlarını yıkamazlardı. Böylece kinleri hep taze kalırdı. Hind’de böyle yapmıştı.
Ebu Süfyan ve arkadaşları da buna benzer şekilde and içmişlerdi. Ebu Süfyan’ın yönettiği kervanın malları Dar’un-Nedve’de topluca durmaktaydı. Müşriklerin ileri gelenleri, herkese katılma payını verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureyş büyüklerini öldürmüşlerdi, onların intikamını almak gerekliydi. Bedir’de yakınları öldürülenler karalar giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşıyor, şairler mersiyeler söyleyerek Arapları savaşa teşvik ediyorlardı.
Putperest Kureyşliler Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılmasıyla 3.000 kişilik bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700 zırhlı, 200 atlı süvari, 300 deve vardı. Aralarında, başta Ebu Süfyan’ın karısı Hind olduğu halde 14 tane de kadın vardı. Bedir’de babasını ve öteki yakınlarından bazılarını kaybetmiş olan Hind’in kalbini iğrenç bir intikam duygusu bürümüştü.
Amcası Abbas (r.a.) Hz. Muhammed (s.a.s.)’i çok severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureyş’in savaş hazırlıklarını yeğenine bildirdi. Peygamberimiz (s.a.s.) amcasından gelen mektubu okuttu ve mektupta bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi. Keşifçilerin getirdiği haberler mektupta amcasının bildirdiklerine aynen uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamıştı ve Medine’ye doğru ilerliyordu.
Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a.s.) bir savaş meclisi kurarak meseleyi ayrıntılı olarak ashabıyla görüştü. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanı şehrin dışında karşı- lamayıp şehri içerden savunmak görüşündeydi. Bu kararda iki önemli sebep vardı: Medineliler daha önce böyle bir savunma savaşı yaptıkları için bu hususta tecrübeli idiler. Diğer bir sebep ise şehir içeriden savunulurken kadınlar ve çocuklarda harbe iştirak edip evlerin damından düşmana taş atabilirlerdi.
Fakat özellikle Bedir savaşına katılan gaziler hakkında nazil olan övücü ayetlerin etkisinde kalan gençler, düşmanın dışarıda karşılanmasından yana idiler. Düşmanla bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) ashabın isteklerini kırmayarak düşmanı karşılamak üzere kılıcını kuşandı ve zırhını giydi.
Tam Uhud meydanına doğru yola çıkılmıştı ki, münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak savunma yapılmadığını bahane ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi. Müslümanları düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000’den 700’e düşmüş bulunuyordu.
Hz. Peygamber önce şehri içerden savunmak istemişti. Planlı olan bu olay müminlerde moral bozukluğu yapınca bazı sahabiler geri dönüp ilk kararı uygulayalım, yani şehri içerden savunalım dediler. Buna karşılık Hz. Peygamber “Bir peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz.”(Zâdü’l-Meâd, 2/231; İbnü’l-Esîr, 2/150) “Eğer sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah’ın yardımıyla zafer bizimdir” dedi.
İslam Ordusunun Savaş Alanına Hareketi
Düşman, Medine’nin yegâne açık sahası olan kısımdan içeriye sızarak karargâhını Uhud Dağının Medine’ye bakan eteklerinde kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) 700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud dağına ulaştı. Sırtını dağa vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana karşı saf tuttu. Düşmanın düşüncesi Müslüman ordusunu mağlup ettikten sonra şehri yağmalamaktı. Bunun için, Medine’nin yakınında Uhud önleri savaş sahası seçilmişti.
Rasûlullah (s.a.s.) Bedir’de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre yerli yerine yerleştirdi. Düşmanın sızabileceği, kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr kumandası altında elli kişilik, okçu birliğini bıraktı ve “Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız.” (Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457, Hadis No: 1269) diye tembihte bulundu.
11 Şevval (27 Mart 625) Cumartesi günü savaş başladı. Bu savaşta Bedir’de olduğu gibi önce belli kişilerin vuruşması olmamıştır. Toptan hücumvari bir saldırı söz konusudur. Sonra savaş kızıştı. Rasûlullah (s.a.s) almış olduğu askerî tedbirler ve uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk safhada müslümanlar galip geldiler.
Hz. Hamza’nın Şehid Edilmesi
Rasûlullah (s.a.s.)’ın amcası Hz. Hamza kükremiş bir aslan gibi düşmana kılıç sallayarak ilerliyor, hasımlarını kırıp geçiriyordu. Diğer Müslümanlar da ellerinden gelen çabayı gösteriyorlardı. Düşmanlar da olanca gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak askerlere moral veren düşman kadınları bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı. Bununla beraber henüz kesin netice alınmış değildi; düşmanın hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya kadar kovalanması gerekiyordu.
Hâlbuki bu inceliği ve harp usulünün bu yönünü bir an unutarak gaflete düşen ve dünyalığa meyleden müslümanlar kılıçlarını bırakıp ganimet toplamaya koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da kumandanlarının ısrarlarına rağmen Rasûlullah (s.a.s.)’in kesin emrini unutarak “Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım” dediler. Yerlerinden ayrıldılar ve ganimet toplamaya giriştiler. Abdullah b. Cübeyr: “Arkadaşlar, Rasûlullah (s.a.s.)’in emrini unuttunuz mu? O’ndan emir almadıkça yerimizden ayrılmayacağız.” diye ısrâr ettiyse de dinlemediler.
İşte bu sırada böyle bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği komutanı Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek İslâm ordusunu arkasından vurmaya başladı. Bunu gören müşrikler geri döndüler ve yeniden hızlı bir saldırıya giriştiler. Böylece Müs- lümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü sağlamışken dünyalığa dalmaları ve Peygamber’in emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler. İşte bu safhada, Hamza (r.a), Ebu Süfyan’ın karısı Hind’in kölesi Vahşi tarafından mızrakla vurularak şehid edildi.
Bedir Savaşı’nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe’yi kaybetmiş olan Ebû Süfyân’ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza’dan öç almak istiyordu. Hamza’nın karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr b. Mut’im’in kölesi ve iyi bir nişancı olan Habeşli Vahşî’ye Hamza’yı öldürdüğü takdirde, büyük menfaatler vaat etmiş, efendisi Cübeyr de âzâd etmeğe söz vermişti.
Vahşî, Hz. Hamza’nın karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Bir taşın arkasına gizlenip, Hamza’nın önünden geçmesini bekledi. Hamza ise savaş alanında durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri tepeliyordu. O gün tam 8 müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu’l-Uzza oğlu Sibah’ı öldürdüğü sırada, Vahşî’nin tam önünde bulunuyordu. Vahşî fırsatı kaçırmadı. Ha- beşlilerin çok iyi kullandığı harbesini (kısa mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı; kahraman Hamza’yı kasığından vurarak şehit etti.( Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75) Hz. Hamza’nın ölümünü duyan Hind, koşarak geldi. Hz. Hamza’nın ciğerini çıkartarak eline aldı ağzında çiğnemek istiyordu, fakat içine gelen aşırı bir tiksinti sebebiyle bunu başaramamıştı. Vahşi’yi mükâfatlandırdı ve kölelikten kurtardı.
Savaşın en şiddetli anında Hz. Hamza’nın şehit düşmesi, Müslümanlar için büyük kayıp oldu. Esasen, ansızın önden ve arkadan uğradıkları hücûm sebebiyle ne yapacaklarını şaşırmışlar, birçok şehid vererek, şuraya buraya dağılmışlardı. Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)’ın etrafında sadece, ikisi muhâcirlerden, yedisi ensârdan olmak üzere 9 kişi kalmış, bunlar da birer birer şehid düşmüşlerdi. (Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789)
Rasûlullah (s.a.s.)’ın Hicretten evvel Medine’ye gönderdiği ilk öğretmen Mus’ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada şehid düşenler arasındaydı. Mus’ab (r.a) sima itibariyle Rasûlullah’a benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden kişi Rasûlullah (s.a.s.)’ı öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum müslümanların daha da dağılmasına sebep oldu. Ancak kısa zaman sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in sağ olduğu anlaşıldı. Uhud Dağının hemen eteklerinde bulunan Rasûlullah (s.a.s.)’ın çevresinde büyük çarpışmalar meydana gelmiştir. Müslümanlar O’nun etrafında dönüyorlar gerektiğinde kollarını, bacaklarını kalkan yerine kullanıyorlardı.
Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmişti. Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a)’a ise Rasûlullah ok veriyor ve: “Anam babam feda olsun, at Yâ Sa’d” diyor, oklarının isabet etmesi için Allah’a dua ediyordu. Müşrikler Rasûlullah (s.a.s.)’ı öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalmışlar ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada denk bir duruma geldi.
Müslümanların bu dağınık durumlarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah (s.a.s.)’in yanına kadar sokuldular. Atılan bir taşla Peygamber Efendimizin dudağı yarıldı, dişi kırıldı ve İbni Kamie’nin kılıç darbesiyle yere yıkıldı. Zırhından kopan iki halka yanağına battığından yüzünden de yaralandı. (Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84)
Ashâb-ı Kirâm, savaş alanında Rasûlullah (s.a.s.)’ı bir türlü bulamıyordu. Hâlbuki Rasûlullah (s.a.s.) bulunduğu yerden hiç ayrılmamıştı. Nihayet Hz. Peygamber Efendimizi Ka’b b. Mâlik gördü ve:
-Ey mü’minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykırdı. Ka’b’ın sesini duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)’ın etrâfında toplanarak, müşriklerin saldırılarını durdurdular. (İbnü’l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâ- dü’l-Meâd, 2/235)
Ebu Süfyan karşı dağa, Rasûlullah (s.a.s.)’da Uhud’a doğru tırmandı ve bugün hâlâ ziyaret edilen mağarada dinlendi. Rasulullah (s.a.s.)’ın dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fatıma onu tedavi etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sağ olup olmadığını kesin olarak öğrenemediğinden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç defa:
İçinizde Muhammed (s.a.s.) var mı? Ebû Bekir var mı? Ömer var mı? diye seslendi. Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmişti. Kimseden ses çıkmayınca, müşriklere dönerek:
"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüş. Artık iş bitmiştir, diye söylendi. Hz. Ömer dayanamadı.
”Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, sorduklarının hepsi sağ, hepside burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân:
Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir’in öcünü aldık, üstünlük bizde... diye gururlandı. Ömer:
Bizden ölenler Cennet’de, sizinkiler ise Cehennem’de diye cevap verdi.
Ya Ömer, Allah aşkına gerçeği söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) ‘i öldürdük mü?
Rasûlullah (s.a.s.) sağ ve senin bu sözlerini de işitiyor.
Ya Ömer, ben senin sözlerine İbni Kamie’nin sözünden daha çok inanırım. Ölülerinize yapılan fenalıkları ben emretmedim, fakat çirkin de görmedim. Gelecek yıl Bedir’de buluşalım, dedi. Hz. Ömer de: “İnşallah”, diye cevap verdi. (Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü’l-Meâd, 2/236-238)
Hz. Ömer’le Ebû Süfyân arasında yapılan bu konuşmadan sonra, müşrikler Uhud’dan ayrıldılar. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i öldürmek, Medine’yi basıp müslümanları imha etmek, müslümanlığı ortadan kaldırmak için Mekke’den gelmişlerdi. Fakat Allah kalblerine korku saldı. Üstünlük kendilerinde olduğu ve Rasûlullah (s.a.s.)’in de sağ bulunduğunu öğrendikleri halde, savaşa devam etmeğe cesaret edemediler. Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler.
Kureyşli müşrikler bu savaşta o kadar vahşice şeyler yapmışlardı ki, belki tarihte benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar bu savaşta 70 şehid vermişlerdi. Düşmanlar özellikle de müşrik kadınlar şehid Müslümanların burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebu Süfyan’ın karısı Hind ve öteki bazı müşrik kadınları müslüman şehidlerin organlarından yaptıkları gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı.
Uhud’tan ayrılan Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine’ye saldırmak ve başladıkları işi tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen böyle bir durumu, Rasûlullah (s.a.s.) tahmin etmiş, 70 şehid ve yaralıya rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar vermişti. Rasûlullah (s.a.s.) 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. kadar müşrikleri takip etti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak düşmana savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, Rasûlullah (s.a.s.)’i gördükten sonra Ebu Süfyan’a giderek onun arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerini söylemiş, Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı göze alamayarak Mekke’ye yönelmiş ve Medine’ye saldırmaktan vazgeçmişti. Düşmana karşı azimli, kararlı ve cesaretli olmakkısa zamanda sonuç verdi.
Böylece Müslümanlar, bu savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana uğratılarak mağlubiyet acısı kendilerine tattırılmış, fakat üçüncü safhada durum denkleş- mişken Rasûlullah (s.a.s.)’in cesaretle takibi neticesinde düşman korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmişti.
Ebu Süfyan savaş neticesinde her ne kadar ordusunu Mekke’ye doğru çe- virse de bazıları, hani biz Müslümanları yok edecektik? Savaşı kazandıysak nerde ganimetlerimiz, esirlerimiz? vb. sorular sormaya başladılar.
Müslümanlar açısından çok önemli bir ders alınacak noktada “Ayneyn Tepesindeki” okçuların mevzilerini terk etmeleridir. Hz. Peygamber’in bir sözünün terk edilmesi, savaşta komutana itaat etmemenin ne kadar ağır sonuçlar doğurabileceği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Burada bir önemli değerlendirme daha yapmalıyız. Müşrikler Bedir’e gelirken yanlarında kendilerine yardım etmesi için putlarını da getirmişlerdi. Fakat savaş sonucu yenilmişlerdi. Uhud’a gelirken ise putları getirmemişler ve (kendilerine göre) yenmişlerdi. Bu olay müşriklerin zeki yöneticileri arasında şok etkisi yapmıştı. Putların kendilerine fayda vermediğini anlamışlardı. Bu savaştan sonra İslam’a yönelme müşrikler arasında daha da artmaya başladı.
Savaştan Bazı Tablolar
Enes bin Nadr (r.a.), bedir savaşına katılamamış ve şahadet arzusuyla kavrulurken: “Eğer Allah, bana Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte müşriklerle savaşmak nasip ederse, Allah (c.c.) ne yapacağımı görecektir!” diyerek büyük bir iddiada bulunmuştu. Hemen yakın zamanda Uhud savaşı meydana geldi. Cenâb-ı Hakk Enes b. Nadr efendimizi Uhud savaşında bu iddiasıyla imtihana tabi tuttu.
Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca: “Ey Allah’ım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!” dedi ve kılıcını çekip ilerledi. Karşısına Sa’d b. Mu’âz çıkmıştı: “Ey Sa’d! Cenneti istiyorum! Nadr’ın Rabbine yemin olsun ki ben, Uhud’un önünde cennetin kokusunu duyuyorum!” dedi.
O günü anlatan Sa’d b. Mu’âz (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’a: “Ey Allah’ın Rasûlü! (O gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi (diyeyim o kadar)” dedi. Enes b. Mâlik, Sa’d b. Mu’âz (r.a.)’i te’yiden dedi ki: “Amcam Enes b. Nadr’ı Uhud meydanında öldürülmüş olarak bulduk; üzerinde 80 kadar kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler işkence yapmış olduklarından, kimse onu tanıyamadı. Ayrıca biz onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kız kardeşi (halam Rübeyyi’) -bedenindeki bir ben’inden veya- parmağının ucundan tanıdı.
Enes b. Nadr, Uhud’da herkesin şaşkın hale düştüğü bir anda tek başına ilerler, bu şaşkınlığın şoku içinde olan Muhacirlerden bir gruba rastlar. “Sizi böyle hareketsiz kılan nedir?” diye sorar. “Rasûlullah (s.a.s.) şehit edilmiş!” cevabını verirler. Enes b. Nadr: “Ondan sonra yaşamayı ne yapacaksınız? Onun öldüğü dava uğruna siz de ölün!... Ey kavmim! Muhammed öldü ise, Muhammed’in Rabbi (davası) ölmedi, Muhammed’in kavga verdiği dava adına siz de kavga verin!” demiştir ve kendisi müşriklerin üzerine atılarak çarpışmış ve şehit olmuştur.
Ahzâb sûresinin 23. âyet-i kerimesi, işte zikri geçen bu sahabe efendimiz hakkında inzal olmuştur: “Müminlerden Allah’a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canım vermiş, kimi de beklemektedir, ahitle- rini hiç değiştirmemişlerdir.”( Buhârî, Megazî. 1 )
Nesîbe Hatun(r.anh.), Kâ’b’ın kızı ve ensârdan Zeyd b. Âsım’ın hanımıdır. Uhud harbine kocası ve iki oğluyla berâber katılan İslâm’ın bu mücâhide kadını, kahramanlıkta herkesi hayretler içinde bırakmıştı. Hatta Rasûlullâh (s.a.s.) Efendimiz’in üzerine hücum eden fedaîlerden bir süvarinin ayağını kılıçla ikiye ayırdı ve atından aşağı düşürüp öldürdü. Kendisi de birkaç yerinden yaralanıp her tarafı kana boyandığı halde, kocasını ve çocuklarını harbe teşvik ediyordu.
Bu sırada Kureyş’in azılı meşhurlarından İbn-i Kamie; “Bana Muhammed (s.a.s.)’i gösteriniz; ya o, ya ben!” diyerek bizzat Rasûlullâh (s.a.s.)’a saldırmıştı. Bunun üzerine Nesibe Hatun, hemen yetişti. İbn-i Kamie’ye üç kere kılıç çaldı. Fakat kestiremedi. Çünkü İbn-i Kamie’nin üzerinde iki zırhı vardı. İbn-i Kamie ise, kılıçla Nesibe Hatun’u omzundan yaraladı.
Düşman, her ne taraftan Rasûlullâh (s.a.s.)’ın üzerine hücum etse, Nesîbe Hatun, hemen kocası ve oğulları ile birlikte yetişip müdâfaa ederdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), O’nun hakkında şöyle buyurur: “Uhud gününde, sağa sola her baktığımda Ümm-i Ümâre’yi (Nesîbe Hatun’u) yanımda savaşır gördüm.” Yine bu gayretli hizmetlerinden dolayı, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz, bu mübarek aile hakkında: “Yâ Rab! Bunları bana cennette komşu eyle!..” diye duâ buyurdular.
Hz. Hanzala (r.a.) henüz yeni evlendiği günün gecesiydi. Sevgili Peygamberimiz, ashâbını toplayarak İslâm’a saldırmak ve müslümanları yok etmek için bütün savaş hazırlıklarım tamamlayan Mekkeli müşriklere karşı harp yapılması kararını vermişlerdi. Harbe katılacak sahâbiler tek tek evinden çağırıldı. Harp haberini duyuran haberci, Hanzala’ın evine uğradı. Bu karar ve Rasûlullah Efendimizin emri ona da ulaştı. Emri duyan Hanzala, boy abdesti alma fırsatını bulmadan Uhud’a gitmek üzere hemen sahabenin arkasından koşmaya başladı ve eshâbının arasına katıldı.
Harp sona erince müslümanlar Medineye dönmeye başladılar. Harbe iştirak edenlerin yakınları acaba bizden geriye dönen olacak mı heyecanı içerisinde yollara sıralanmışlardı. Bunların arasında henüz bir günlük evli olup, gece yarısı sevgili Peygamberimizin emrine uyarak harbe giden ve şehitlik şerbeti içen Hz. Hanzala’nın dul hanımı da vardı. Herkes büyük bir heyecanla harpten dönenlere yakınlarını soruyor, fakat hiç kimse kimseye cevap veremiyordu.
Ancak sorulan soruları Sevgili Peygamberimiz cevaplıyordu. En son olarak soru sorma sırası, şehit olan Hanzala’ın hanımına gelmişti. Rasûlullah Efen- dimiz’e yaklaşarak:
Ey! Allah’ın Rasûlü! Hanzala nerede, demesi üzerine sevgili Peygamberimiz cevabında:
“Hanzala şehit oldu”, buyurdu. Bunun üzerine Hanzala’nın hanımı:
Yâ Rasûlullah, şu anda söyleceğim bir aile sırrıdır. Sizler de biliyorsunuz ki, kocamla daha henüz ilk evlendiğimiz geceydi. Kocam Hanzala, sizin mü- bârek emrinize uyarak boy abdestini alamadan harbe katıldı. Bildiğiniz gibi şehit oldu. Bu sebeple, emir veriniz de kocamı bulsunlar ve yıkasınlar, dedi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz yarı hüzünlü bir şekilde “Sen Hanza- la için hiç merak etme! Ben Hanzalayı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm.” buyurdu. Bunun üzerine bütün sahâbiler Uhud yolunu tuttu ve herkes Hanzalayı aramaya başladı. Daha sonra sahâbiler Hanzala’yı henüz vücûdu kurumamış ve ıslak bir şekilde buldular.
Sevgili Peygamberimizin müjdesini bizzat gözleriyle gördüler. Bunun için o ölümünde sonra anılırken “Gasil’ül-melâike” yani Meleklerin gusül ettirdiği diye anılırdı. Bu evlilikten ashâbın büyüklerinden Hanzala b. Abdullah dünyaya geldi.
Abdullah b. Cahş (r.a.) ile Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.), dayı-hala çocuklarıdır. Harbin alabildiğine kızıştığı bir sırada, ikisi bir aralık karşı karşıya geliverir. Hadisenin bundan sonrasını Sa’d b. Ebî Vakkas bize şöyle nakleder:
“Abdullah b. Cahş (r.a.), beni elimden tuttu ve hızla bir yere doğru sürükledi... Büyükçe bir taşın altına gelmiştik. Bana, ‘Sen dua et, ben âmin diyeyim; ben dua edeyim, sen âmin de’ dedi. Önce ben dua ettim ve duamda şunları söyledim:
“Allah’ım, benim karşıma güçlü bir kâfir çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım. Sonra onu mağlup edip selebini (ganimetini) alayım ve Rasûlullah’ın karşısına gazilik şerefiyle çıkayım.. “O, benim bu duama derinden “amin” dedi. Ancak onun bakışları, daha başka bir noktadaydı. Zaten az gören gözleri âdeta etrafında olup bitenleri görmüyordu. Dua etti ve duasında şunları söyledi:
“Allah’ım, benim karşıma da güçlü bir kâfir çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım ve önce gazilik ünvanını alayım. Ardından, o beni şehid etsin. Ağzımı, burnumu, gözümü, kulağımı kessin ve Sen’in huzuruna öyle geleyim. Sen bana sor: ‘Abdullah, ağzını, burnunu, gözünü, kulağını ne yaptın?’ Ben de Sana cevaben diyeyim ki: “Allah’ım, ben onlarla dünyada iken çok günah işledim. Huzuruna öyle günahkâr azalarla gelmek istemedim ve onları dünyada bırakıp öyle geldim.”
Sa’d b. Ebi Vakkas: “Ben de” diyor “beynimi donduran bu duaya “âmin” dedim. Sonra her ikimiz de düşman saflarına dalıverdik. Allah’a kasem ederim, ben ne için dua etmişsem, onu aynen gördüm. Savaş bitince de Abdullah b. Cahş’ı aradım. Baktım o da duasından istediklerini aynen elde etmişti.” Abdullah b. Cahş, hayat şiirini şehâdet kafiyesiyle bitirmiş ve bu dünyadan öyle göçmüştü. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-/âbe, 3/195; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9/301)
Sümeyra binti Kays (r.a.). Uhud’da gösterdiği örnek davranışıyla unutulmayan bir hanım sahabi! “O (s.a.s.) sağ olduktan sonra her musibet hiç gelir bana” diyebilen bir iman eri! Uhud günü Allah (c.c.) Rasûlünü dünya gözüyle görebilmek için çırpınan ve bir an önce ona sağ olarak kavuşabilmek hasretiyle yanan bahtiyar bir hanım!
Sümeyra Hatun’un Uhud günü gösterdiği örnek davranışı bizler için önemli bir derstir. Onun bir hanım olarak ortaya koyduğu sabır, metanet ve muhabbet kıyamete kadar gelecek müminlere bir meş’ale olacaktır. Kendi şehitlerinin acılarına aldırış etmeden ısrarla Rasûlullah efendimizi araması, sorması peygamber sevgisine dair en güzel örnekler arasında zikredilecektir. Onun ibret dersleri veren bu güzel davranışı şöyle nakledilmektedir:
Sümeyra Hatun Uhud Savaş’ında müslümanların mağlubiyet haberini alınca çok üzülmüştü. Babası, kocası, kardeşi ve iki oğlu da savaşa katılmıştı. Acaba durumları ne olmuştu? Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz hakkında da öldü diye bir takım şayialar duymuştu. Merak içerisinde kalmıştı. Rasûlullah (s.a) Efendimiz hakkında sağlam bilgi alabilmek için hanım sahâbîlerden bir gurub ile Uhud’a koştu.
Sümeyra Hatun savaş meydanına girince babasının, kocasının, kardeşinin ve oğlunun şehid olduğunu öğrendi. Hatta ok ve kılıç darbeleriyle param parça olmuş cesetlerini gördü. Sahâbîler Sümeyra Hatun’a baş sağlığı diliyor, sabır tavsiyesinde bulunuyorlardı. Bu şekilde onu teselli etmeye çalışıyorlardı. O ise metanetini bozmadan, vakur bir şekilde, ısrarla Rasûlullah (s.a.s.)’ı soruyordu. Onun sağlığı, sıhhati hakkında bilgi almak istiyordu. Kendisine sabır dileyen sahâbîlere:
“Rasûlullah ne yapıyor? Nasıldır? diye sorular yöneltiyordu.
Ashâb-ı kiram onun acısını paylaşmak istiyor o ise bir an önce Rasûlullah’ı görmek istiyordu. Sümeyra Hatun’un bu engin muhabbetine hayranlıkla şahid olan ashâb-ı kiram onun suallerine şöyle cevap veriyorlardı:
“Allah (c.c.)’a hamd olsun o iyidir. Senin istediğin gibidir.” Fakat bütün bu gayretler onun kalbindeki ıstırabı bir türlü dindirmiyordu. Bizzat kendisi Sevgili Peygamberimizi dünya gözüyle görmek istiyordu. Gözleri savaş meydanında hep onu arıyordu.
Sümeyra Hatun kendisini teskin etmeye çalışan ashâb-ı kirama adeta yalvarırcasına: “Onun bulunduğu yeri bana bildirin. O’nu bana gösterin de Ona bir bakayım!” dedi. Sahabiler iki cihan güneşi Efendimizin bulunduğu tarafı işaret edince Sümeyra Hatun derhal o tarafa yöneldi. Koşarak hızlı bir şekilde oraya gitti. Efendimizin sağ olduğunu görünce Rabbimize şükretti ve :
“Anam - babam sana feda olsun Ya Rasûlullah! Sen sağ olduktan sonra her türlü musibet hiç gelir bana.” diyerek gönlündeki derin muhabbet ve hasreti dile getirdi.
Hz. Hamza’nın kız kardeşi, Müslümanların bozguna uğradığı haberini alınca Medine’den savaş alanına gelmişti. Bunu fark eden Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Zübeyr’e, Hamza’nın cesedinin parçalanmış vaziyette ona gösterilmemesini tembih etmişti. Bunu hisseden Safiyye, “Kardeşimin şehid olduğunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakârlıklar her zaman gerekir” demiş ve parça parça edilmiş kardeşinin cesedini görünce de, Hepimiz Allah’ın mülküyüz ve O’na döneceğiz” demek suretiyle büyük bir teslimiyet örneği gösterebilmiştir.
İslâm şehidleri ikişer ikişer toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi. Hz. Hamza (r.a) kaftanı ile toprağa veriliyordu. Hz. Peygamber’in hicretten önce Medinelilere İslâmî öğretmesi için tayin ettiği ilk öğretmen Mus’ab b. Umeyr (r.a) toprağa verilirken üzerindeki elbise kısa gelmişti. Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt kısmına örtülünce de göğüs kısmı açıkta kalıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) örtünün alt kısmına örtülmesini üst kısmına da izhir denilen kokulu otlardan konulmasını emir buyurmuştu.
Müşriklerin Uhud’dan ayrılmasından sonra Rasûlullah (s.a.s.) şehitleri yıkanmadan, kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi. (İbnü’l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü’l-Meâd, 2/246) Cenâze namazlarını ise, bu târihten 8 sene sonra kıldı. (Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 Hadis No: 661)
Rasûlullah (s.a.s.) Uhud Şehitleri Hakkında Şöyle Buyurmuştur:
“Uhud harbinde kardeşleriniz şehit olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir takım yeşil kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet ırmaklarına gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuşlar, arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere konup tünerler. Şehid ruhları artık böyle mesut bir hayata erişince; bizim cennetteki bu halimizi dünyadaki kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler de cihatdan çekinmesinler demişlerdi.”
Bünyamin Albayrak
------------------------
Kâinatın Kalbine Yolculuk "HAC" 101