Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla...
Allah’ın adıyla demek: “Onun zaman dairesi üzerindeki egemenliğinin, kainat üzerindeki hakimiyet mührünün, bütün varlıkların kaynağı üzerindeki imzasının şümulü ile, herşeyin Onun izninden, ruhsatından müşahade ve yardımından istimdat etmesiyle ” demektir.
O, kainat sultanı, hükümdarı, sahibi, idarecisi, düzenleyicisi, hakimi ve hakemidir. Herşeyin anahtarı onun elindedir. Herşeyin tasarrufu, kapılan, teftişi, idaresi, geçimi onun emrindedir. Bütün işlerin sonu, Ona döndüğü gibi, başlangıçları da Ondan başlar. O, kendisini arayanlara lütûfta bulunur onların şükrünü kabul eder.
Elinizdeki bir yazı üzerinde sahibinin ve yetkilisinin ismi ve mührü olmadığında hiç bir anlam taşımadığına göre, herşey ancak ve ancak herşeyin maliki ve hakimi, Rahman ve Rahim olan, kullarına bol bol ihsanda bulunan, hayatın başında ve bütün devrelerinde kendisini taleb edenlerin şükrünü kabul eden Allah’ın ismiyle olur. Çünkü, bütün işlerde Onu zikretmezseniz bile O, zaruri ve tabii olarak o işlerle beraberdir.
Suyun toprak zerreciklerinden bitkilerin incecik damarlarına akışı, ağaçların damarlarında hızla yürüyüşü, hava zerreciklerinin ve güneş ışınlarının yumuşacık hareketi hep Onun ismiyle, Onun izniyle, Onun emriyle, Onun gözetmesi ve yardımıyla olur. Öyleyse Onu zikredelim ki, korktuğumuzdan emin olalım, kapılar yüzümüze kapanmasın. Onu her zaman ve her yerde, zamri olarak zikredildiği gibi biz de zikredelim.
Bilinmeli ki, nimetlerdeki birlik, o nimetleri verenin, mahlukata muhtaç olmayışı ve nimetleri kudret eliyle yaratması, Ona en mükemmel şekilde hamd ve şükretmemizi gerektirir. Nitekim terbiyedeki hikmet de, sıhhati temin edecek olan hekimin iğnesinin acısına tam mânasıyla dayanıp, teslim olmayı gerektirir.
Hamd; hürmet arzetmek, İhsam bilmek, tazim göstermek, gayreti huy edinmek, hükmü kabul etmek, nimete nankörlük etmekten uzak bulunmak ve tertemiz, duygular taşımaktır.
MUNACAT
Allah’ım! muhabbet iksirim kaybetmiş olan kalbim için, senin zikrine ve cennetine duydukları özlemle kalplerinin her köşesi nurlanan aşık velilerinin şefaatlerini diliyomm.
Allah’ım, ufukları, senin çeşit çeşit tecellilerinle aydınlanan peygamberlerin mhları hürmetine, hayatımn gıdası kesilmiş olan mhumun halini sana arzediyor, sana sığınıyorum. Yaş akıtmayan kum gözlerimin halini de sana arzediyor, onlar için huşu içerisinde kanlı gözyaşları döken, yataklarında yatmayan büyük zatların gözlerinin şefaatini diliyomm. Onlardan uzakta oluşuma ve onların yalnızlığını çektiğime acı; çok üzgün ve gerçek vatanından uzakta bulunan bu garibe merhamet et...
Bilinmeli ki, insan hayatı, gayet kısadır. Ama insan, diğer mahlukatlara hakim oluşu dolayısıyla, en şerefli varlık oluşunun hükmü gereğince, en yüce gayeler için yaratılmıştır. Kendisine en değerli ve en güzel hediye olarak hayat bahşedilmiştir. Diğer canlılar içerisinde akıl ve idrak gibi en önemli değerlere sahip oluşuyla özellik kazanan insan, en mümtaz ve en seçkin bir varlıktır. Sanki o hülasanın hülasası ve özün özüdür. Çünkü o, kendi aleminin aynası durumundaki bir ağaç; çekirdeğiyle büyük kainat kitabının en önemli noktalarından ve sırlarından seçilen kısacık bir nüsha gibi toplayıcı ve oldukça geniş kapsamlı bir varlıktır.
Bütün bunlar ise, insanın, önemli olmayan şeylerden son derece uzaklaşarak, en önemli olan şeylerle, en önemli konularda ve en önemli gayeler için meşgul olmasını gerektirir.
Evet, şüphesiz ki, en önemli şey, mülke değil, mülkün sahibine (Allah’a) hizmet etmektir. Çünkü hizmetin şerefi, hizmet edilene, ilmin şerefi de, bilinene bağlıdır.
Allah’ım, her biri denizlerin içinde, vadilerin derinliklerinde, dağların başlarında, bulutların katlarında, havanın zerreciklerinde, ışık, başak, çiçek, meyve, bitki, ağaç, su ve topraklarda dağınık bulunan zerre ve atomlarımızla yoktan varoluşumuz sebebiyle sana ibadet ederiz. Bütün bunların birleşip toplanması, hikmetli bir kanun üzere yine hikmet ipine dizilmeleriyle, ilahi tecellilerin gerdanlıklarında tertiplenmeleriyle ve kendilerine mahsus görevlerle “Kün : OL” emrinin rahmanı sırlarını kabullenmeleriyle meydana gelmiştir. Onların hepsi de senin gizli sırlarını kapsayan, kendileri için tayin ettiği ve görünmeyen son gayeye ulaşmak için çalışırlar. Yine onların hepsi, “EMİR-ALEMİ”nden gelen görünmez itaat boyasıyla boyanmışlar, senin ezeli hâzinende hazırlandığı şekillerle şekillenmişlerdir. Gelişip büyümeleri de, ebedilik sergisinde dilediğin sonucu doğuracak ilahi ve ezeli cetvellerin şifrelerindeki çizgiler üzere olmaktadır.
Bütün bunların birleşip bir araya gelmesi, senin cabbar olan muradınla binalarının ezeli bir temel üzerine inşa edilmeleriyle oluşmuştur. Yoksa kendilerinin kadim ve ezeli oluşlarıyla değil. Aksine senin ezeli olan iraden ve onlan yaratma isteğin, irade hâzinende bulunan, ilerde var olacak şeyleri olmuş gibi kabul etmiştir. Onların her birinin varlık alemine çıkması, “Ben, gizli bir hazine idim. Beni bilsinler diye mahlukatı yarattım. (1)” fermanının derinliklerinde gizli bulunan önemli gayeler içindir.
Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Çekirdekler ve Gerçekler
Tercüme: Abdullah Yücel
-----------------------------------------------
(1) Bu sözün kutsi hadis olup olmadığı ihtilaflıdır.
Fakat mâna olarak sahihtir. Keşfül-hafa’da nakledildiği gibi: “Ben, insanları ve cinleri, bana ibadet etsinler, beni tanısınlar, diye yarattım” (Zariyat: 56) ayetine de uygun düşmektedir.