Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla ve Bektaşî dergâhlarına Nakşî-Hâlidî şeyhlerin tayin edilmesiyle devlet ricâli ve sultanların da bu tarîkata ilgisi artmıştır. Böylece Hâlidîliğin önemi daha da fazla hissedilmiştir. 19. Yüzyıldan sonra Nakşîlik, Irak, Suriye, Anadolu ve Balkanlar’da Hâlidîlik şekline bürünmüştür. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (1826)’den sonra Nakşî-Hâlidîlik’e doğru bir dönüşüm yaşanmıştır.
Bugün Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerindeki en yaygın tarikat Nakşibendîyyenin Hâlidîyye kolu olmuştur. Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî ile (öl. İstanbul 1893) yeni bir ivme kazanan Hâlidîyye, bölgede hızla yayılmış ve İmam Rabbanî’ye (öl. Hindistan 1625) nisbet edilen Müceddidiyye’yi adeta içinde eritmiştir.[1]
Hâlidîlik’in bu kadar tutulmasında tarikat şeyhlerinin genellikle medrese eğitimli ve şeriata çok bağlı kişiler olmasının önemli bir rolü olmuştur. Hâlid-i Bağdâdî ilim ve irfânı birleştiren bir tasavvuf anlayışı ortaya çıkarmış bu iki unsurun aynı kişide toplanmasını sağlayan bir usul geliştirmiştir. Kendisinin yetiştirmiş olduğu iki yüze yakın talebesi hem ilimden mücâz hem de tasavvufî sülûku tamamlayıp icâzet almış kişilerdir. Günümüzde Türkiye’deki birçok tarîkat, köken olarak Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye dayanmıştır.[2] Tekkelerin kapanmasına yakın yıllarda İstanbul’da bulunan tekkelerin büyük bir kısmının Nakşî-Hâlidî olması da bunu teyit etmektedir.[3]
Anadolu’daki Nakşî kollarının neredeyse tamamının merkezi Güneydoğu Anadolu Bölgesi olduğu görülmektedir. Şırnak ilinin Cizre ilçesi de bu bölgenin en önemli irfan merkezlerinden biridir.[4]
Nakşî Hâlidî kolunun kurucusu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin de bu tarihî şehre irşâd ve ziyaret için sık sık geldiği anlaşılmaktadır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Hindistan’daki şeyhi Abdullah Dehlevî’nin dergâhını ziyaretinden sonra Cizre üzerinden Şam’a dönerken Cizre’de Molla Hâlid-i Cezerî adındaki zât ile tanıştığı ve onu çok sevdiği nakledilmektedir. Bu sebeple Molla Hâlid-i Cezerî de Hâlid-i Bağdâdî ile beraber Şam’a gitmiş ve orada bir müddet kaldıktan sonra seyr u sülûku tercih etmiştir. Seyr u sülûkunu tamamladığında Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Molla Hâlid-i Cezerî’ye halifelik vermiş ve kendisi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin sağlığındaki son halifesi olmuştur. Hâlid-i Cezerî halife olduktan sonra tekrar Cizre’ye gönderilerek burada irşad ve hizmetle görevlendirilmiştir. Mevlânâ Hâlid’in onu Cizre’ye gönderirken şöyle dediği nakledilmektedir: “Cizre halkı irşad olmadan senin Cizre ’den ayrılmana izin yoktur.” Bu görevi gereği Hâlid-i Cezerî Cizre halkının irşâd olduğuna kanaat getirene kadar Cizre’den ayrılmadığı bilinmektedir. [5] Hâlidîlik’in bölgede ilgi görmesi ve yaygınlaşması bu bölgedeki tarîkatlaşma potansiyelini de artırmıştır. Hâlidîlik’i Cizre ve çevresinde tanıtan, yaygınlaştıran Şeyh Hâlid-i Cezerî olmuştur.[6]
Fatih Musa ELMALI Erzincan, 2019
------------------------
[1] Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, Dergâh Yayınlan, İstanbul, 2002, s. 46.
[2] Müfid Yüksel, “Tarihimizde Kürt Mutasavvıflar”, Köşe Yazıları, 3 Ocak 2013, //mufidyuksel.com/
[3] Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezen, (Ed-Dabıta Fi ’r-Rabıta) Rabıtada Usul, (çev. Celal Yıldız), İstanbul 2009, s. 24.
[4] İbrahim Baz,” Güneydoğuda Bir İrfan Merkezi: Serdahl Tekkesi ve Külliyesi”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011/2 yıl: 2, cilt:2, sayı: 2, s. 16.
[5] Farkınî, Mektubat, s.4.
[6] Baz, Şeyh Seydâ ve Seydâî Kolu, s. 22.