Yunus Emre bu gerçeğe işaretle:
“Evvel bize farz olan lailaheillallah
Farzdan evvel farz olan lailaheillallah
Dört kitabın mânâsı lailaheillallah
Siler kalplerden pası lailaheillallah" demektedir.
Burada önemli bir hususa da değinmemiz gerekmektedir. Günümüzde, zikrullah ibadeti nafile ibadetler nevinden faziletli bir ibadet olarak kabul edilmektedir ki, bu çok yanlış bir telakkidir. Yüzlerce âyet-i kerime, zikri bir emir olarak vurgulamaktadır:
“Rabbinin ismini zikret, yalnız O’na yönel.”
“Sabah ve akşam Rabbinin ismini zikret.”
“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikrediniz.”
“Rabbini içinden, korkarak, yalvararak, fakat yüksek olmayan bir sesle, sabah ve akşam zikret, gafillerden olma.”
“Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı zikirle yatışır, sakinleşir.”
“Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzere yatarken Allah’ı zikrediniz.”
“Siz Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim.”
“Allah’ı zikretmek, elbette en büyük ibadettir.”
“Allah’ın güzel isimleri vardır. O’na, onlarla dua ediniz.”
“Allah’ı çok zikreden erkeklerle, Allah’ı çok zikreden kadınlar için, Allah bir mağfiret, pek büyük bir ecir ve mükafat hazırlamıştır.”
“Ey müminler! Allah’ı çok zikrediniz ve O’nu sabah ve akşam tesbih ediniz.”
“Hacca müteallik ibadetlerinizi bitirdiğinizde, zaman-ı cahiliyette babalarınızı andığınız gibi ve hatta daha kuvvetli bir surette Allah’ı zikrediniz.”
“Müzdelife’de de Allah’ı zikrediniz. Size Allah’ın bu güzel menasiki hidayet ettiği gibi, siz de O’nu zikrediniz.”
“Rabbinin ismini sabah akşam zikret habibim, Allah’ın zikrine bütün vakitlerde devam et.”
“Ey iman edenler, düşmanla karşılaştığınız vakit sabredin ve Allah’ı çok zikredin.”
“Rabbini çok zikret ve akşam sabah tesbih eyle.”
Zikrin bir emir olduğunu açıkça beyan eden ve sadece bir kaçını sıraladığımız bu âyet-i kerimeler zikrullahın önemini apaçık anlatmaktadır. Mesela sadece tek bir âyetle sabit olan abdest emrine uymamak, abdesti terketmek ve bunda isyan etmek kişiyi küfre bile götürecek kadar büyük bir günah iken, bu kadar sayıda âyet ile emredilen zikrullahı terketmenin hiçbir mazereti olmaz. Bu hakikatlerin ışığında nasıl, nerede, ne kadar zikretmeliyiz? gibi suallerin cevaplarını tespit etmek yerinde olur.
Kur’an-ı Kerim bize, ayaktayken, otururken ve yatarken olmak üzere üç halde zikri emrediyor. İnsan yaşantısı boyunca bu üç halden başka bir halde olamayacağına göre, buradaki nükte hayatımızın her anını zikirle geçirmemizin gerekliliğidir. Ruhu’l-Beyan tefsiri bu gerçeği şöyle ifade eder: “Allahu Teala’nın zikrine devam ediniz, murakabesini muhafaza ediniz ve her halde dua ve münacaatta bulununuz. Hatta kılınç çalarken ve düşmanla çarpışırken de. Nitekim diğer âyet-i kerime’de Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Düşmanla karşılaştığınızda onu durdurunuz, yakalayınız ve Allah’ı çok zikrediniz ki felah bulasınız.”
Netice olarak, anlaşılan şudur ki, zikrin belli bir şekli yoktur. Her zaman, her halde ve her şart altında yapılabilir. Bu yalnız zikrullah ibadetine mahsus bir haldir.
Kur’an-ı Kerim zikrin miktarını “kesira-çok çok” ifadesiyle anlatıyor. Bu ifade bize zikrullaha bir sınır korulamayacağını göstermektedir. Kul, takati, gücü kuvveti elverdiği kadar zikretmelidir. Çünkü her ibadete bir sınır konduğu halde, zikre hiçbir sınır çizilmemiştir.
Zikir için ne belli bir zaman, ne de belli bir mekan kaydı yoktur. Her zaman ve her yerde zikir yapılabilir. Hiçbir şart zikre engel teşkil edemez. Çünkü her zaman her ve her yerde hazır, nazır olan, Cenab-ı Hak’tır. O her yerdedir. O’na ne bir zaman, ne de bir mekan tayin edilebilir. O halde zamanın zamanı, mekanın mekanı olan Cenab-ı Hakk’ı zikretmenin de yeri, zamanı olmaz. Her yerde ve her halde yapılabilir.
Zikrullah, yüce mertebesi, insan üzerindeki müsbet tesiri, Allah katındaki değeriyle bütün ibadetlerin üzerinde bir yere sahiptir. Zaman ve mekanla kayıtlanamayan kulun Allah’la her an murakabe halinde olmasını temin eden bu büyük nimet, Cenab-ı Hakk’ın kullarına bir lütfudur.
“Allah’ı zikir, taatlerin efdalidir. Çünkü zikrin sevabı Allah’ın kulunu zikretmesidir. Nitekim bunun delili, ‘Siz Beni zikrediniz ki, Ben de sizi zikredeyim.” âyetidir. Diğer bir delili de şu hadis-i kudsîdir: Kulum Beni zikrettikçe, Ben onunla beraberim."
“Sabit-i Benani, ‘Rabbimin beni ne zaman zikrettiğini ben bilirim.’ dedi. Halk başına toplandı ve ‘Bunu nasıl bilebilirsin?’ dediler. O, ‘Kolay bir şeydir. Ne zaman ben Rabbimi zikredersem, Rabbim de beni zikreder.’ Dedi”
Kurtubi, bu âyetin tefsirinde, “Zikir unutmanın zıddıdır. Cenab-ı Hak Beni İsrail’e âyet-i kerimesiyle, ‘Size verdiğim nimetleri yadedin.’ buyurduğu halde, Ümmet-i Muhammed ise nimeti veren Zat-ı Bâkî’yi zikre davet etmekle şereflendirmiştir.” demektedir.
Rabbü’l-Âlemin’in kulunu zikretmesi, kul için bir af ve mağfiret sebebidir ki, bu en büyük şeref ve fazilettir.
İnsanın iç âlemine zikir kadar tesir eden hiçbir şeyin olamayacağı fıtrî bir hakikattir. İnsan zikrullaha devam ettiği müddetçe şeytanî ve nefsanî vesveselerden uzak olur, huzur ve sükun bulur. Böyle bir kimselerin yanında Allah anıldığında kalbi korkuyla ve heybetle titrer.
“Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah (cc) zikredildiği zaman kalpleri korkarak ürperir, onlara âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.”