Haberin Kapısı

Kardeşinin Vefatı Üzerine Bir Kardeşimize Yazılan Bir Mektubun Mukaddimesidir

TASAVVUF

Gerçek vatanımdan ayrı olmanın üzüntüsü için­de bulunan, dünya hayatı ile dünya duvarları arasın­da kalmaktan dolayı âh-ü zor ile dolu olan kalpten, sizlere selam olsun.

Allah’a ve O’nun takdirine iman eden, manevi, aleme, yepyeni ve ebedi hayata gidiş sırasını bek­leyen gönülden sizlere selam olsun beklenilen bu manevi belde öyle bir yerdir ki, bu üzgün kalbin en değerli saydığı zatlar, dedeleri, üstatları ve dostla­rı hep oraya göç ettiler. Eğer önümüzde bu manevi alem olmasaydı, yemin ederim ki, bu zavallı kal­bim, özlem ve iniltiler içerisinde helak olup giderdi.

Bu fani toprak üzerinde secdeye kapanmak gerektiğini kesinlikle bilen, nefsini Allah’ın tak­dir ettiği kadere teslim eden, Allah’tan geldiğini, O’nun kudreti ile var olduğunu ve yine O’na döne­ceğini tasdik eden, O’nun hükmü ile sükunet bulan ve O’nun hikmetinin gölgesinde istirahat eden bir kalpten, size selam olsun.

Evet, zavallı kalb ile aciz, akıl, helak olmak is­temiyorlarsa, hadlerini bilsinler.

Ey ahmak nefis, senin vazifen amirlik değil, memurluktur, ilahlık değil, kulluktur: hakimlik de­ğil, mahkumluktur. Eğer Allah’ın bakasınm cilvesi olmasaydın, yokluk içinde yokolurdun. O halde sen, ey deli nefis, emir altında görevli bir askersin. Bir kalıptan diğer bir kalıba, bir halden diğer bir hale girersin. Senin bir dummdan diğerine geçişin, bir elbiseden çıkıp, diğer bir elbiseye girişin, genel bir göçe işarettir. Senin burada kalıcı olmadığını hatır­latan, bir şifredir. Senin yokluğun ve ölümün ise, vazifeni tamamlamış olman, gerçek vatanına, aile­ne, babalarına ve dostlarına dönmendir.

Çünkü anlar, bir askerin terhisini bekleyen aile­si gibi seni beklemektedirler.

Madem ki aklın başındadır, o halde bu gaflet, bu körlük ve bu ıstırap neden Deliliklerin, sana hiç bir fayda sağlamaz.

Emir sahasına çıkışın, fıtri ve cebrî bir ibadet, aradan gidişin ise manevi bir itaattir. Seni haşir ve neşir meydanına, ilahi adaletin ortaya çıkacağı mah­kemeye götüren hayat gemisinde başın döndüğü için Esma-i Hüsna kavramını hissedemiyorsun.

Ey cahil nefis, eğer birşey bildiğini iddia edi­yorsan, ölümünü yokluk zannetme. Çünkü ölüm, başı dumanlı felsefeci aklın zannettiği gibi ebedi bir yokluk değildir. Onu ebedi yokluk kabul edenlere yazıklar olsun.

Felsefeci akıl, insanlığa ve hayata karşı cinayet işlemiş, onlan incecik ipi ile idam etmiş, kör bıçağı ile beşeriyetin binlerce kabiliyetini kesmiş, uçlarını ebediliğe ve sonsuzluğa doğm uzatan fıtri arzuları­nın dallarını kırmıştır.

Ey zavallı nefis, bir taraftan vatanından gelişin itibariyle dostların seni aziz sayarken, diğer taraf­tan alnındaki şeref mührü mesabesinde olan kulluk sahasına gelişin itibariyle seni tebrik etsinler. Sana mhsat verilmesi ile de ailen seni aziz sayıp kutlasın, Ama sana gelince, eğer vazifende hıyanet etmemiş­sen, ne mutlu! Yok, eğer gerçekleri bildiğin halde, vazifende tembellik yapıp gaflete düşmüşsen, çok yazık sana!

İşte şu anda vazife alamndasın. Henüz ölme­din. Uyan, gözünü aç, ölüm gelinceye kadar Rabbi- ne kulluk yap. Kendisinde hiç şüphe olmayan ölüm, iki dostun kavuştuğu anda bilinir. Yoksa mantık hü­kümleri, istidlal terkipleri, felsefe hayalleri, babala­rı ve komşuları tâki i d etmekle anlaşılmaz.

Ey kör nefis, eğer babalar ve dostlarla birlikte haşrolmayı şüphe ile karşılıyorsan, gözünü kaldır da bir defa zamanın gece ile ölüp, gündüzle dirildiğine bak, işte bu, senin de öldükten sonra bir gün dirile­ceğine güzel bir örnektir. Gece ile gündüzü öldürüp diriltmek, seni diriltmekten daha kolay bir iş değil­dir. Buna kadir olan, seni diriltmeye de kadirdir.

İstersen, gözlerinin önündeki bahar ve ağaç sayfalarına bir bak. Bunlar, güneş memum vası­tasıyla ölüp, toz duman oluyorlar. Bunu görünce ilkbaharın tekrar dirileceğini düşünebiliyormusun? Ama bahar gelince, binlerce madde, binlerce unsur, binlerce birleşim, binlerce manzara, bitki ve çiçek nasıl meydana geliyor?

Ey nefis, sen bu gaflet içindeyken, bulutlardan oluşan ordunun her bir eri, rüzgârların emri ile ko­şuşup, komutanların emrini beklercesine zerrecikler kışlasında saf tutarak, kucaklaşıp dizilirler,

Derken, suratları asılır, kararır ve ağlamaya başlarlar. Yeryüzü gemimizin kuruyan tarlalarına rahmet ve şefkatle, yumuşaklıkla seslenirler. Son­ra da binlerce çiçek, binlerce bitki ve binlerce ağaç çeşitleri için bir kabristan haline dönüşen yer kü­resinin asık yüzü üzerine hayat ve şefkat dolu se­def gibi gözyaşları akıtırlar. Böylece bir zamanlar ölü halindeki yüz, bir müjde almışçasına tebessüm etmeye başlar. Meltemler, ona hayat getirir, güneş ışınları ise mh verir. Bu binlerce çeşit bitkilerde ya­vaş yavaş bir canlanma görülür. Yeni bir şekil alır­lar. Renk, madde ve birleşme açısından öncekilerin aynı olan elbiselere bürünürler. Bu ölü askerler, bir anda daldan ayaklan üzerine dikilip, çeşitli madde ve unsurlannın lisanı haliyle, başlangıç ve bileşim­lerinin şaşırtıcılığı ile, ölüm ve dirilişlerindeki deği­şiklikle şöyle seslenirler:

“Bizi yeniden dirilttiği gibi, insan kardeşleri­mizin ölülerini de diriltecek olan, bizim toplanıp dağılmamızı, yaratılış itibanyla hemcinsimiz olan insanlan tekrar diriltme kudretine bir işaret kılan Allah-ı Teala’yı teşbih ederiz. O, herşeye kadirdir.”

Ey kendisini yine kendi nefsiyle anlatan, ismini resmine, resmini de ismine uygun olarak gösteren insan, az ve yetersiz olan aklını değiştirme. Aksi halde ona sahip olamaz, kaybedersin. Düşün ki, bir hükümdarın hizmetçisi, ileri gelen kişilerden oluşan bir toplum içerisinde, hükümdarın kendisine verdiği ikram ve ihsanlar dolayısiyle gafletinden dolayı o nimetlerin kendisinden olduğunu zannederek, ken­disini ismi ve cismi ile tanıtır. Oysaki o hükümdarın şöhreti ile vardır ve onun gücü ile yaşamaktadır.

Bu gafil bilmez ki “Ben, hükümdarın hizmetçi- siyim, O’nun gücüne dayanıyorum” dese ve ismini de O’nun hizmetçisi olarak takdim etse daha güç­lü, daha dolgun, daha büyük olur, hükümdar da ona daha çok lütufta bulunurdu...

Ey doğru yolu arayıp bulmak isteyen kişi, eğer sen kendi nefsini yaratıcın olan Allah’a nispet eder, kulluğunu O’na olan ihtiyacını ve zayıflığını bilir­sen, bu, senin için daha faydalı ve daha yararlı olur.

Çünkü sen kendi nefsini değersiz sayar, Rabbi- ne boyun eğerek acizliğini ve Rabbine muhtaç oldu­ğunu bilirsen, Ona tazim göstermiş, Onun yüceliği­ni itiraf etmiş, Onun her türlü noksanlıklardan uzak olduğunu kabullenerek Ona hamdetmiş olursun. “Çünkü her kim, nefsinin zillet ve ihtiyacını bitirse, Rabbi ’nin büyüklük ve azametini de bilir. ”

Ben, yüce Mevlayı teşbih ederim ki, O, benim vücudumun haritasını en güzel şekilde çizmiş, be­denimin heykelini tanzim etmiş, akıllan şaşırtacak şekilde benim planımı yapmıştır. Yaratılışımı gayet ince bir şekilde düzenlemiş, miskinliğim içerisinde aklımı lâtif ve duyarlı kılmış, zenginliğimde fakir­liğimi, bileşiğimde güzelliğimi, tanzim edilişimde süsümü yaratmıştır. Yokolmam için hayatımı, ha­yatım için de ölümümü takdir etmiştir. Yaratılışım itibariyle yapacağım işler konusunda beni haşmet­li kıldığı gibi, tuğrası için bir cilve isimleri için bir ayna, sıfatlan için bir görüntü kılmıştır.

Beni imzasıyla mühürlemiş, yaratıcılığına sah­ne yapmış ve ilahlığına sergi edinmiştir.

Ey, beni kainat kitabının bir sayfası içerisinde bulunan bir cümlenin kelimesi için bir nokta halin­de var eden Allahım, seni teşbih ve noksanlıklardan tenzih ederim.

Ey yüce mabud, seni teşbih ve tenzih ederiz. Sana layık bir şeklide tazimde bulunamadık. Senin büyüklüğünü hakkıyla dile getiremedik. Sana ger­çek mânada hamd edemedim. Ama seni noksan sı­fatlardan tenzih ve teşbih ediyomz. Ey doğm yolu arayan kardeşim, şunu iyi bilesin ki, bir hükümdarı ve özelliklerini bilen, Onun özel işlerinde fikir yü­rütüp, bilgi sahibi olan ve onun önemli işlerini idare eden kimse, saraydaki hizmetçilerden daha önce ge­lir. Hükümdarın yanında daha büyük ve daha üstün tutulur.

Evet, öyle ise aşağıdaki özelliklere sahip bir in­san düşünelim: yer ve göklerin yaratıcısının büyük­lüğünü düşünür. Kainat kitabının satırları arasındaki hikmetin sonsuz güzelliğini anlar. Allah’ın hikme­tinin eserlerini görerek gece-gündüz O’nun cema­lini ve yüceliğini tefekkür eder. Kainat pazarında tellallık yapıp, Allah’ın ayetlerinin sırlarını orda- kilere açıklar. Bunu yaparken de tabiatın dayanağı olan kemal sıfatlarından deliller getirir. Ve onlan bu sıfatların sahibine itaat etmeye davet eder. Kai­nat kitabının kanun ve prensiplerini bilir, O kitabın sahibi olan yüce Mevla’nın onu ne derece sağlam ve düzenli bir şeklide tanzim ettiğini, bu konudaki hükmünü, hikmet ve adaletini kavrar. Bütün bunla­rı gözü kusurlu ve kalbi kararmış olanların dışında herkesin anlayacağı şekilde anlatmaya çalışır. Şahit­ler huzurunda insanlara Cenab-ı Hakk’ın kudretinin delillerini özlü bir şekilde arz eder. Ona itaati teşvik ve muhalefetten sakındırmak için ikram ve ihsanın bolluğunu saltanatının haşmet ve yüceliğini anlatır.

İşte böyle bir kimse, elbette yaratıcısı olan Al­lah nezdinde derece itibariyle daha yüksek, daha bü­yük ve daha sevimlidir. Çünkü, ilmin şerefi, bilinen şeye, hizmetin şerefi de hizmet edilene bağlıdır...

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Gerçekler ve Çekirdekler

Tercüme: Abdullah Yücel

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.