Ey irşad talebinde bulunan mes’ud kardeşim, Allah (c.c.) seni de bizleri de hakka ve doğruya kavuştursun. Âmin! Bilesin ki; imanın ve amel-i salihin kemali üç şeye bağlıdır:
İLİM, AMEL, HAL.
Din bu üç şeye de şamildir. İlim olmasaydı, ilahi hükümleri öğrenemeyecektin. Amel olmasaydı, ilahi hükümleri öğrenmiş olmanın faydasını göremeyecektin. Şayet amel bulunursa, ilk bakışta yeterli gibi görünüyor. Ama meseleyi görüp idrak ettikten sonra onun da fayda vermediğini görürsün. Zira amelden; ihlâs, istikamet ve halden kastedilen gaye beklenemez. Şöyle ki, bir adam bir başka adama sevdiğinden dolayı baksa, ona yemeğini yedirip suyunu içirirse, gerekli olan hizmetini yapsa, bu onun amelidir. Ama onun için acı duyup ızdırap çekse, bu onun hali olur. Dolayısıyla halden yoksun olan amel sebat bulup devam etmez. Ama hal bulunursa kuvvet bulup sağlamlaşır. Aynen oruç tutup, namaz kılan adam gibi. Eğer hal sahibi değilse, zamanla bu ibadetlerini kendini zorlaya zorlaya ancak yapabilecek, devamlı olarak gevşekliğiyle mücadelede bulunacaktır. Dolayısıyla herhangi bir vakitle ilgili ibadetini kaçırsa, pek önemseyip, teessüf etmez. Ama “hal” ve meleke sahibi bir kimse, herhangi bir amel veya ibadeti kaçırsa gam ve kaderinden hayatı zehir olur.
Bir şair mealen şöyle der: “Salikin kalp bahçesinden değersiz bir zaman çöpü veya basit bir dal eksilse kıyameti kopar..” Bu hal okuma ve kültürle elde edilemez. Ancak hakim bir mürebbininin sohbeti ve eğitimiyle elde edilebilir. Çünkü hal, bir melekedir. Meleke ise ancak sohbetle meydana gelir. Nitekim bir adamın hatt sanatıyla ilgili herhangi bir kitabı eline alıp kendi kendine talim yapmasıyla, usta bir hattatın dizi dibine oturmakla edineceği meleke hasıl olmaz.
Ey hakkı taleb eden kardeşim, kalp kabarıp katılaşmadan bu tarafa geçmeye çalış. Nitekim Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
“İman edenlerin zikir için kalblerinin saygı ile yumuşama zamanı, hala gelmedi mi?” (1) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ın ahlakından sorulduğu zaman Hz. Aişe validemizin de işaret etmek istediği buydu. Nitekim,
“O’nun ahlakı ancak Kur’an’dı” (2) cevabını vermişti. Demek istiyordu ki Kur’an hayatı onun için tabileşmişti, dolayısiyle Allah (c.c)’ın sevdiğinden başkasına gönül kaptırmazdı. Hali bu olanın ise, amelde gevşeme ve gerileme durumu olamazdı. Aksine yürümeye ve ilerlemeye devam edecekti..
Ey akıllı kardeşim, eğer sözü geçen şeyleri iyice öğrenip zihnine yerleştirmişsen, kurbiyetin, imam-ı kâmil ve amel-i salih diye isimlendirilen şeyden ibaret olduğunu bilirsin. Özellikle bu kurbiyet tabii bir hal alırsa, dini hayata itaat, Allah (c.c.)’ın emirlerine itaat ve inkıyad, Resulullah (s.a.v.)’ın ahlakıyla ahlaklanmak külfetsiz bir iş haline gelir. Öyleki hayatı çeşitli işleri arasında Allah (c.c.) ve
Resulünün (s.a.v.) sevdiğinden başkasını sevmez, sevk-i tabiisi ve arzusu gayr-ı ihtiyari oraya kayar, işte o zaman dinden yüz çevirme, veya gerileme korkusu olmaz.
Hatta bu yoldaki istek ve arzusu artar. Dini hayatın ferdi ve ictimai herhangi bir derecesinde kalmaya razı olmadığı gibi hal böyle olduktan sonra Allah (c.c.)’a vusul derecelerinin hududunu tayin edemezsin.
Kanun ve düsturlar; ilim, emir ve irade mecmumasının, neviler, cinsler ve fertler üzerinde tecelli eden isimlerinden başka bir şey değildir. Tıpkı sevdiğini aynadan bir bina içinde gören aşık gibi, onu binanın her zerresinde görür ve gördüğü her yerde parıldar. Öyleki artık onun için o binada sevgiliden başkasını görmek mümkün olamaz. Ve sevgiliyi görüp, hayranlıkla seyretmeye devam eder. Neticede sevgilinin şekil ve sureti aşıkın gönlüne o derece nakşolur ki, kafasında başka bir varlık, başka bir suret kalmayacak şekilde onda fena bulur.
Aynen;
“Evvel O’dur, Ahır O’dur. Zahir O’dur, Batın O’dur, ‘Mabud O’dur, her gerçekte Meşhud O’dur.” ifadesinde manasını bulduğu gibi, her an ve her zaman sevdiğiyle beraberdir.
Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Tasavvufun Sırları
Tercüme: İbrahim öztürk
-------------------------
(1) El-Hadid: 18
(2) Ramuz ül ehadis s. 543, Hadis No. 358, Tefsiru İbn Kesir c. 4, s. 402