Haberin Kapısı

Kulluğun Hakikatı ve Maksadı

TASAVVUF

Günahlardan sıyrılmak, haramlardan kaçınmak veya vehbi olan amelleri devam ettirmek ve artırmak gibi ameller de kesbidir. Bunları artırmanın yolu ise; riyazet, mücahede ve manevi tedavidir.

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim, Cenab-ı Hakk (c.c.) Seni de bizleri de hakka ve doğruya kavuştursun, Amin! Bilesin ki, Şeriatın “tarikat” ve “hakikat” diye adlandırılan dallarının ulaşmak istediği tek hedef; kâmil manada ubudiyettir. Başka bir şey değildir. Oda kulun kendi arzularını Hâkim olan Rabb’ının arzuları içerisinde eritmesi, külli ve cüz’i tüm amellerini Allah (c.c.)’ın emirlerine tabi kılmasıdır. Onun içindir ki, bu kurbiyet ve vuslat islam’dan başka bir yolla gerçekleşemez. Çünkü Allah (c.c.)’ın emirleri ve O’nun razı olduğu şeylerin bilinmesi, ancak İslam dininde mevcuttur. Eğer İslam’a uymadan bir yakınlık hasıl olursa onun misali padişahın yanına normal olmayan yollardan girip, kendini padişahın yakınlarından sayan hırsızın durumu gibi olur, Halbuki bu yakınlığa padişahın güler yüzü ve memnuniyeti refakat etmedikçe, beğenilen bir yakınlık sayılmaz. Kendisine Allah (c.c.)’ın rızası refakat etmeyen vuslat da aynen böyledir, insanı alem-i ervahtan alem-i ecsada nakletmeden başka birşey değildir. Bütün bunlar, Allah (c.c.)’ın yüceliğini açığa çıkarmak ve rububiyet sırrın ifşa etmek içindir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Rabb’ından rivayetle naklettiği kudsi hadiste:

“Ben gizli bir hazineydim, bilinmek ve tanınmak için mahlukatı yarattım” (1) buyurmuştur. İnsan alem-i ervahtan, alem-i eşbaha taleplerden amel doğsun, amellerden de ilerleme ve terakki etme kapısı açılsın diye gönderilmiştir. Aslında Allah (c.c.) cisim değildir ki bir mekânda bulunsun da, dünya mesafelerini aşıp da O’na ulaşalım.

O’na yakınlık ancak rızasını ve rahmetini kazanmakla mümkündür. İşte Allah (c.c.)’a yakınlığın manası budur. Onu da bir tek şeye irca etmek mümkündür ki, o şey salih amellerdir. Nitekim Cenab-ı Hakk, Kuran-ı Kerim’inde:

“Muhakkak Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır.” (2) buyurmuştur. Kulun salih amelleri çoğaldıkça Allah (c.c.)’ın inayeti ona meyleder. Nitekim ayet-i kerime’de Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur.

“İman edip de güzel güzel amel ve hareketlerde bulunanlara gelince, hiç şüphe yok ki bunlar da yaratılanların en hayırlısıdır. Onların Rabb’ları nezdinde mükafatı, altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Hepsi de içlerinde ebedi, daimi kalıcıdırlar. Allah bunlardan razı olmuştur, bunlar da O’ndan hoşnud olmuşlardır. İşte bu Rabb’ından korkanlara mahsustur.” (3)

Kurbiyetin Allah (c.c.) rızası olduğunu, onun da salih amellere bağlı bulunduğunu öğrendiğimizde, amellerin iki türlü olduğu ortaya çıkar.

1-) İnsanın kalbiyle ilgili olan ameller.

2-) İnsanın kalıbıyla ilgili ameller. Bir başka yönden ameller yine iki kısımdır

A-) Vehbi ameller.

B-) Kesbi ameller.

Asli muhabbet hakiki haşyet, tabii şevk fıtri güzel ahlak gibi ameller vehbidir.

Günahlardan sıyrılmak, haramlardan kaçınmak veya vehbi olan amelleri devam ettirmek ve artırmak gibi ameller de kesbidir. Bunları artırmanın yolu ise; riyazet, mücahede ve manevi tedavidir.

Gerçek şu ki, hakiki ameller; iktisab ve ihtiyarın yani cüz’i ihtiyar ile sonradan kazanmanın rol oynadığı amellerdir. Vehbi amellere gelince, bunlara ancak mecazi manada amel denir.

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim, Allah (c.c.) seni de bizleri de doğru yola iletsin, hakka ve doğruya kavuştursun. Amin! Bilesin ki, amelleri; insan yaratılışının gayesi, yükselişinin ve ilerlemesinin merkezi kılan din, bütün salih amelleri, iman ve hidayet ışığında asli ibadet sayar. Hatta salih amelleri, namaz, oruç ve benzeri meşhur ibadetlerden ibaret kabul etmez. Bilakis tüm ameli hayatın bölümleri olan ferdi, içtimai ve ahlaki iş ve muamelata hatta oturma ve kalkma gibi cüz’i ve adi işlere de şamil kılar. Bütün bunlar, kulun hidayet ve irşadına inkiyad halinde yükselmesine vesiledir. Tasavvuf da dinin bu derece kemalinden başka bir şey değildir. Tasavvufun iman-ı kamille beraber amelde kemale ulaşmaktan başka ne manası olabilir?..

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim, yine bilesin ki, kulluğun kemali insanın Allah (c.c.) ve Resulünün (s.a.v.) tüm emirlerine kayıtsız şartsız uyması, rızasını onların rızası potasında eritmesi ve bunu, tahkik edip, gözleriyle görmüş gibi inanmasıdır.

Şer’i hükümlere karşı durumumuz, aşığın maşukuna, kölenin efendisine karşı durumu gibi olmalıdır. Hikâye ederler ki, adamın biri bir köle satın almış, kölenin adını sormuş; köle: “siz ne dersiniz o” demiş. Efendi, hangi kumaşlardan elbise istediğini sormuş, köle: “siz ne layık görürseniz” cevabını vermiş. Efendi, hangi yemekleri yemek istediğini sormuş köle: “siz ne verirseniz” demiş işte kulluğun hakikatını da, kendi arzu ve isteklerini, hakiki seyyid olan Yüce Mevla’nın arzu ve isteklerinde yok etmekte bilmelisin..

Böylece anladık ki, bu dünyada insanın yaradılış gayesi, işte bu ubudiyyet halini elde etmektir. Yani insan bu dünyada Allah (c.c.)’ın emir ve nehiylerine uymak için gönderilmiştir. Ve bunu tamamladığı nail olur. Gerçek şu ki, mesele kal meselesi değil hal meselesidir. Allah (c.c.)’ın zatı göz önünde bulundurulunca, o gözün sahibi ne kendi varlığını ne de başkasının varlığını hissedemeyen bir yok hükmüne girer. Mesela, bir insan hayal âlemine dalsa, diğer hayal âlemlerine iltifat etmediği gibi farkına da varamaz. Hatta kendisini çağıranların sesini bile duymaz. Bazen hayaline öyle dalar ki, biri başında durup çağırsa veya bir başkası yanıbaşında da dursa onu hissetmez. Hatta farkına da varmaz.

Böyle dalgın ve şaşkınlık içerisinde olan bir kimse, bütün hislerini kaybedecek derecede içerisine dalıp gark olduğu birşey için, “falan şeyden başka bir varlık yoktur.” diyebilir. Böylece anlaşıldı ki, büyük gaye ve asıl hedef Allah (c.c.) ve Resulünün (s.a.v.) emirlerine kâmil manada itaatten ibaret olan ubudiyyettir. Bu ünvan, tabir ve ıstılahların yüce gayesi; kul ile Rabb’ı arasındaki bu kuvvetli alakayı göstermektir.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (4) ayet-i celilesinden anlaşılan teslimiyyeti, Allah-u Teâlâ ile alakamız her an efendisinin emrine amade olmak için çırpınan itaatkar bir kölenin durumu gibi olsun ki, böylece

“Her ne kadar sen, O’nu görmüyorsan da, O seni görür.” (5) hadis’inden anladığımız mutlak ihsan, Allah (c.c)’ın zat ve sıfatlarını bilerek O’na yakın ve beraber olma derecesi elde edilsin.

Bir şair mealen şöyle der: “Senin cefan benim nefsime leziz, acın ise tatlıdır. Canım, kalbe eziyet eden sevgiliye feda olsun. Yalnız düşmanın nasibi, senin keskin kılıcınla helak olmak olmasın. Kılıcını onlarda imtihan etmesi için Allah (c.c.) aşıkların boynuna hayat versin. Firak ve visali bırak Sevgilinin rızasından başka birşey isteme. Zira ondan kendisi haricinde bir şey istemen haramdır.”

İşte, sahabe hayatında Allah (c.c.) ve Resulü’ne (s.a.v.) duyulan ameli muhabbetten (6) kaynaklanan bir aşıkın ölçüsü bu idi. (Allah c.c. hepsinden dolayısıyla bizden razı olsun. Amin!)

Onlar Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.v.) uğrunda kelleyi koltukta taşırlar, ne kılıçtan ne de oktan korkarlardı. Çoluk çocuk sevgisi, onları itaatten engellemez ve geciktirmezdi. Vatan ve memleket sevgisi onları gurbete çıkmaktan, hicret etmekten alıkoymazdı. Demek oluyor ki, kulluk için aşktan, muhabbetten, vücudiyet ve şuhudiyetten en büyük gaye, ameli hayattır. İhsan ve rızanın kazanılmasında kemalin husulünü istemektir. Bu da, Allah (c.c.)’tan başka bütün varlıkların insan nazarında kaybolup, izmihlale uğraması, itaatine nisbetle Allah (c.c.)’ın dışındaki bütün ümid ve korkuların zail olmasıyla mümkündür.

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim, tekrar edelim ki, amelden kastımız amel-i salihtir. Yani, insanın kendisi için yaratıldığı amelin gayesi, bu ızdırap ve başıboşluk değildir. Aksine amel-i salihten murad, şüpheli bilgilerde bulunan gaflet ve ızdıraptan insanları kurtaran ameldir. Bu amel onları nesillerinin rengine, memleket ve milletlerinin farklılığına bakmadan, zengin ve fakir ayırımı yapmadan parlak hakikate ve tek cihete yöneltir. Öyle ki, tek ve Hakk olan; yerleri, gökleri ve onlar arasındaki herşeyi yaratan Allah (c.c.)’a inanmadan, insan için kurtuluş düşünülemez. Tıpkı Hz. İbrahim’in (Ona ve Efendimize salât ve selam olsun) nefsini kafirlerin zulmünden sıyırıp hakka ve doğruya yönelterek:

“Şüphesiz ki ben, muvahhid olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a yönelttim.

Ben müşriklerden değilim.” (7) buyurduğu gibi.

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Tasavvufun Sırları

Tecüme:İbrahim Öztürk

---------------------------

(1) Keştü’l Hafa c. 2, s. 132.
(2) El-Hucurat: 13

(3) El-Beyyine: 7-8

(4) Ez-Zariyat: 56

(5) Sahih-i Buhari. Muh. Tecrid-i Sarih Terc. c. 1, s. 58.
(6) Ameli muhabbet Allah (c.c.) ve Resulüne (s.a.v.) duvulan sevginin gereği
olan amelleri bilfiil tatbiki olarak hayatında göstermek, sadece “seviyorum” demekle
kalmamaktır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.