Katibin elinin kendi kendine hareket etmediğini bildiğimiz gibi, kendi başına meydana gelmediğini de biliriz. Fakat varlık aleminde idrak edilebilen ve edilemeyen herşey, Allah’ın vadiğına şahit olup O’nu tanıtmaya çalışınca ve O’na talip olunca, O’nun zuhum ve açıklığı o derece büyüdüki, his ve idrakin gözleri karardı ve dehşetinden dolayı kapandı. Çünkü aklımızın anlayamadığı şeylerin iki sebebi vardır:
- O şeyin esasen gizli ve kapalı oluşu. Bunun açık örneği, mikroptur.
- O şeyin son derece açık ve parlak oluşu. Bunun örneği de, yarasanın dummudur. Bilindiği üzere yarasa, gece görür, gündüz görmez. Bunun sebebi, gündüzün gizli ve kapalı oluşu değil, aksine çok açık ve parlak oluşudur. Yarasanın gözleri, çok zayıf olduğundan güneşin ışığı onu bastırıyor. Böyle olunca da gündüzün güçlü aydınlığı yarasanın zayıf olan gözlerinin görmemesine sebep olmaktadır. O, gerçekte mevcut olan şeyleri ancak ışığın karanlıkla karışıp zayıfladığı zamanlarda görebilir. Acaba gerçekte mevcut olan birşeyi yarasanın göremeyişi onu mevcut olmaktan çıkarır mı?
Evet, bunun gibi akıl cihazımızın dereceleri zayıf, Allah-ü Teala hazretlerinin cemali ise, son derece parlak olup, kainatı kuşatmış, atomları, hücreleri ve gezegenleriyle tüm evreni içine almıştır. Son derece açıklığı ve parlaklığı ise, gizliliğine, güçlü bir sebep teşkil etmiştir, Açıklığın sebep olduğu bu gizlilikten dolayı hayrete düşme. Herşey, kendi zıddı ile ortaya çıkar, açıklık kazanır Hiç bir zıddı olmayan ve varlığı umumi olanın idraki anlaşılması ise, gerçekten çok zordur.
Eğer mevcut olan şeyler çeşitli olup bir kısmı Allah’ın varlığına delalet etse de bir kısmi etmeseydi aralarındaki fark hemen anlaşılırdı. Ama mevcut şeyler, birliğe delalet konusunda hep müşterek olunca, işler güçleşiyor.
Mesela, yeryüzünü aydınlatan güneşin ışığını ele alalım: Biz biliyomz ki, bu ışık, yeryüzünde görülen geçici bir şeydir, Güneş batınca yokolup gidecektir. Şayet güneş, hiç batmadan devamlı ışık verseydi, biz cisimlerin Siyah-beyaz ve diğer renklerden başka bir görünümü olmadığını sanırdık,
Çünkü biz, siyahta siyahlıktan beyazda beyazlıktan başka birşey göremiyoruz. Işığa gelince, onu da yalnız başına idrak edemeyiz. Ama güneş batıp, ortalık kararınca aydınlıkla karanlık arasındaki farkı anlarız. Yani böylece cisimlerin bir ışıkla aydınlandığını güneşin batmasıyla kendisinden ayrılan bir özelliğe sahip olduğunu öğrenmiş oluruz. Aydınlığın varlığını da yokluğu ile anlarız. Eğer yokluğu olmasaydı, varlığını çok zor anlardık. Çünkü, biz cisimleri gerek aydınlıkta ve gerekse karanlıkta birbirine benzer bir halde görüyoruz. Oysaki aydınlık hissedilebilen şeylerin en açığıdır ki, görülebilen diğer şeyler de, onunla idrak edilip, anlaşılabilir.
Bakınız, nasıl da herşeyi açığa çıkardığı halde kendisini açıklığının şiddeti sebebiyle gizliyor. Herşeyi mutlak harekete sevkeden Cenab-ı Hak, en açık varlıktır ki, mümkün olan herşey, O’nun emriyle ortaya çıkmıştır.
Şayet O’nun yokluğunu, kayboluşunu veya değişikliğini düşünecek olursak, bütün kainat bozulur ve yıkılırdı.
O zaman da O’nun varlığı ile yokluğu arasındaki fark, tam olarak anlaşılırdı. Yine varlık alemindeki şeylerin bir kısmı O’nunla, diğer bir kısmı da başkasıyla mevcut olsaydı, ikisi arasındaki fark da idrak edilirdi. Fakat mevcut varlıklarda birliğe ve bu birliğin devamlılığına umumi bir işaret bulununca, bunun aksi de imkânsız, olunca, hiç şüphesiz ki, açıklığın şiddeti gizlilik doğuracaktır.
Bütün bunların yanında mutlak yaratıcının varlığını anlamakta aklın geri kalışının gizli bir sebebi daha vardır ki, o da şudur: idrak edilebilen bütün varlıklar, dokumasıyla, elementiyle, maddesiyle, birleşimindeki ölçüsüyle atomlarının ve hücrelerinin diliyle ezdi yaratıcının varlığına şahitlik etmektedir. İnsan, bu varlıkları çocukluk çağında aklı henüz gelişmeden de idrak edebilir. Sonra akıl, yavaş yavaş tedrici bir şekilde kökleşip yerleşir. Ama O, birtakım arzulara dalmış, gördüğü şeylerle dostluk kurmuş olabilir. Onlarla olan dostluğunun uzun sürmesi nedeniyle kalbinde meydana gelen fikir ve düşünceler kaybolur.
Fakat bu insan, birden garip bir şekil veya ola- ğanüs bir hareket gördüğü zaman dili marifetle çözülür ve kendine sahip olamayarak: “Subhanallah: Allah-ü Teala’yı, bütün eksiklerden tenzih ederim. ” der. Oysaki o insan, günboyu kendi nefsini ve dostluk kurduğu varlıkları görmekteydi. Onların hepsi de, insanı dehşete düşürecek garip varlıklar ve Allah’ın varlığını gösteren apaçık şahitlerdi. Ama o insan, uzun süre onlara alıştığı için bunu hissedememişti.
Evet, doğuştan âma alan bir insanın aklı başında büluğ çağına ulaştığını sonra gözlerinin önünde perdenin kalktığım ve bu insamn bir anda göklere, yerküresine ve bu iki fuarda bulunan varlıklara baktığım, acaip varlıktan, güzel sanat harikalarım gördüğünü farzedelim. Bu insamn gördüğü şeylerin büyüklüğü ve bu şeylerin bir yaratıcının varlığına şahitliği karşısında aklım şaşıracağından korkulur.
İşte bu ülfet, bu alışkanlık ve şehevi arzulara daima, çoğunluğun duyu cihazlanndaki eksiklikle birlikte bir çok kimsenin hakikat nurları ile aydılanmasını, engin hakikat denizinin dalgalan arasında yüzmesini engellemektedir.
Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Gerçekler ve Çekirdekler
Tercüme: Abdullah Yücel