Norşin Dergâhı’nın kurucusu olan Abdurrahman-ı Tâğî (ö. 1886) babasının Tâğ Köyünde [1] ikamet etmesi nedeniyle Tâğî, [2] halifesi Şeyh Fethullah-i Verkânisî’nin köyü olan Verkanis Köyün [3] ziyaretinden sonra ise Seydâ unvanıyla anılmış ve tanınmıştır. [4] Seydâ kelimesi genellikle doğu medreselerinde ders veren müderrislerin ortak unvanı olarak kullanılmakla birlikte, Tâğ medresesi ve daha sonra Norşin Dergâhı’ndan yayılan kolların etkin olduğu yerlerde Seydâ denildiğinde öncelikle Abdurrahman-ı Tâğî akla gelmektedir. [5] Bu unvan aynı zamanda onun bölge âlimleri ve şeyhlerinin ilmî ve tasavvufî şahsiyetine büyük saygısını ifade etmektedir.
Ailesi
Abdurrahman Tâğî’nin annesi Hz. Hüseyin soyundan gelen Molla Muhammed’in kızı Meyasin Hanım, babası Molla Mahmud Efendi’dir. Babası aslen Siirt’in Şirvan kazasının Beroj nahiyesinin Mavit (Pirinçli)[6] köyünden ve Heseman kabilesindendir. Ailesi Kürtçe Mala Sofi (Sofigiller- Sofi evi) olarak tanınmıştır. [7] Babası Molla Mahmud, Nakşbendîlik Doğu ve Güneydoğuda yaygınlık kazanmadan önce Kâdirî tarîkatına müntesip iken Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından kurulan Basret Dergâhı [8] şeyhlerinden Şeyh Sâlih-i Sıbkî vasıtasıyla Nakşbendîliğe intisap etmiştir. [9]
Doğunun yaygın geleneğinde olduğu gibi eğitim çağı geldiğinde Molla Abdulğafûr en-Nuvînî ve Hınıs’da müderrislik yapan Molla İshak-ı Hizânî’den ders okumuştur. Belli kitapları okuduktan sonra Hizan ilçesine bağlı İspahirt nahiyesine giderek Tâğ köyünde derslerine devam etmiştir. O dönemde nahiyenin emiri olan Abdi Bey ve bölgede halen zühd ve takvası dilden dile anlatılan eşi Miranete Hanım [10] Molla Mahmud’un hal ve hareketlerini beğenerek onu kendi evlatları gibi himayelerine almışlardır. Miranete Hanım, Molla Mahmud’un medrese tahsili tamamlaması ve müderrislik düzeyine gelmesi ile kendi imkânlarıyla bir medrese yaptırmış ve medresenin devamı için arazilerinden bir kısmını vakfetmiştir. [11]
Molla Mahmud’un Abdurrrahman-ı Tâğî’den başka Meniş diye tanınan Hâlime isminde bir kızı vardır. Halime Hanım Tillo’lu Şeyh Hamza’nın müridesi olmuştur. [12]
Çocukluğu, Tahsil Hayatı ve Evliliği
Abdurrrahman-ı Tâğî, 1247/1831 tarihinde Siirt iline bağlı Şirvan ilçesinin Mavit (Pirinçli) köyünde doğmuştur. Doğumundan sonra bölgede özellikle ilmi geleneği olan ailelerde uygulanan çocuğun göbeğinin büyük âlimlerin eserleri üzerine kesme âdetine göre, Allah âşığı olması temennisiyle [13] Abdurrahman Câmî’nin Yusuf u Züleyhâ isimli eseri üzerine kesilmiştir. [14]
“Annemin güzel terbiyesi ile ervah âlemi ile ilişkim kesilmezdi. Allah’tan gafil olmazdım” [15] diyerek dile getirdiği gibi, özellikle çocukluk yıllarında annesinin büyük ilgisi ile büyümüştür. Annesi kendi ailesinin Hüseynî ve babasının da ilim ehli bir aileden müderris olması nedeniyle onu ailesinin geleneklerine göre hareket etmesi konusunda sık sık uyarmış hatta henüz ergenlik öncesinde “başka çocukların günahları yazılmaz ama seninki yazılır... Sen âlim bir ailenin çocuğusun” [16] diyerek küçük yaştan itibaren hassas bir eğitimden geçirmiştir. Ancak henüz on yaşında iken annesi vefat etmiştir. [17]
Tahsil hayatının başında geleneğe göre ilk olarak Kur’an öğrenir. Ardından babasının yanında Şafii fıkhı, Arapça sarf ve nahiv dersleri alır. Ahmed-i Hânî’nin Nubihar isimli manzum eserini okur. İlk ilim tahsilini aile çevresinde aldıktan sonra yine bölgede yaygın bir adet olan medreseleri dolaşarak ders okumaya başlar. Ders okuduğu kişiler ve medreseleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Molla Abdussamet-i İronî
- Molla Muhammed Ziyâeddin-i Arvâsî: Sıbğatullâh-i Arvâsî’nin yeğeni olan Molla Muhammed Ziyâeddin, Abdurrahman-ı Tâğî’yi çok iyi bir âlim olarak yetiştirmek için büyük gayret gösterir. Medresesi, Tağ köyünü de içine alan İspahirt mıntıkasında idi. Onun yanında ders okumaya başladığında 13 yaşında idi.
- Mevlânâ Abdurrahman en-Numeyrî el-Hizânî.
- Molla Abdurrahman el-Hizânî, et-Tîlî, el-Mollakendî.[18] Muş’un Til köyünde bulunan medresede Molla Cami ve Şerh-i Risâleti’ş-Şemsiyye’yi okur.
Bu müderrislerden tahsilini tamamlayan Abdurrahman-ı Tâğî, Tâğ köyünde babasına tahsis edilen Tâğ Medresesi’nde müderris olarak ders vermeye başlar. [19]
Abdurrahman-ı Tâgî, toplam altı evlilik yapmıştır. Eşleri Tillo’dan Mücâhidî Şeyhleri ailesinden Fatma Hanım, Ğeberhan (Nenapaşo) Hanım, Amine Hanım, Fâtıma el-Bitlisî Hanım, Zeynep Hanım ve Perihan Hanım’dır. Bu eşlerinden toplam 6 erkek 6 kız çocuğu olur. Bunların isimleri annelerine göre sırayla şu şekildedir: Fâtıma Hanımdan, Muhammed Ziyauddîn (Hazret olarak tanınacaktır), Abdurrahim, Tayyibe,[20] Muhammed Râşid ve Hatice olmak üzere beş çocuk. Ğeberhan Hanım’dan Aynulhayât ve Zeynep; Amine Hanım’dan Muhammed Eşref; Zeynep Hanım’dan Muhammed Saîd, Habîbe ve Züleyha; Perihan Hanım’dan Derviş Muhammed. Sadece Fâtıma el-Bitlisî Hanım’dan çocuk dünyaya gelmemiştir. [21]
Tarikata Girişi ve Tasavvufî Hayatı
Abdurrahman-ı Tâğî medrese derslerini sürdüren bir öğrenci iken dahi onun fıtratı tasavvufa meyilli idi. Özellikle edeb ve muhabbetullah konusunda hassastır.[22] Bu nedenle bir tarîkata girerek manevî eğitim almayı arzular. Bunun üzerine ilk olarak Kerkük ve Bağdat’ta kendisine bağlı tanınmış tekkeleri bulunan Kâdirî tarîkatından Şeyh Abdurrahman Halis et-Talabânî (ö. 1858)’nin[23] halifesi Şeyh Hacı Emin Şirvânî’ye vararak ilk tarîkat dersini alır. Ancak bir süre sonra Hacı Emin Şirvânî’nin, şeyhi Abdurrahman-ı Halis Talabânî tarafından irşad hizmetleri yürütmekten men edilmesi üzerine, büyük bir aşk ve şevkle ibadet ve zikirle meşgul olan Abdurrahmân-ı Tâğî boşluğa düşer ve yeni bir mürşid arayışına girer. Kardeşi Halime’nin de mürîdesi olduğu, Tillo’lu tanınmış Kâdirî şeyhlerinden biri olan Şeyh Hamza’nın yanına vararak ondan ders alır. [24]
Abdurrahman Tâğî için bu kapı da arayışın son durağı olmaz ve bir süre sonra başka bir şeyh arayışına girer. Birifkan seyyidlerinden Kâdirî tarîkatı meşâyıhından Şeyh Nureddin-i Birifkânî’nin halifesi Şeyh Abdulbârî-i
Çerçâğî’nin [25] yanına varır ve ona intisab eder. Şeyhi ona az yemek, az uyumak, oruç tutmak, yarı kirli elbiseler giymek, sık sık mezarlık ziyareti yapmak gibi dersler verir. Bu vazifelere riayet eden Abdurrahman-ı Tâğî, bazı geceler birkaç saat mezarlıkta kalır ve boş bir mezarda sabahlar. [26] Şeyhi tarafından günlük vird olarak tek ayak üzerinde günlük kelime-i tevhid zikri verilmiş bunun hikmeti kendisine şu şekilde ifade edilmiştir:
“Kalbini ateş taşı, Lâileheaillallâh kelimesini de demir bir parça say. Kalbini bununla cezbe ve muhabbetle döv. Böylece demir darbeleri altında kalan taşlarda olduğu gibi kalbinden kıvılcımlar çıksın.”[27]
Abdurrahman-ı Tâğî, bu dersi yerine getirdiğini ve neticede kendisinde büyük bir cezbe ve kemâl halinin hâsıl olduğunu söyler. [28]
Bu sıkı riyâzât ve manevî eğitiminin sonunda şeyhinin şeyhi Nureddin-i Birifkânî tarafından haber gönderilerek kendisine hilafet verilmesi istenir.[29]Bunun üzerine Şeyh Abdulbârî-i Çerçâğî kendisine hilafet verir. Bu esnada, son şeyhi olacak Gavs veya Gavs-ı Hizânî olarak bilinen Sıbğatullah-ı Arvâsî, Külat Köyünde [30] ikamet etmekte ve irşad hizmetlerini oradan yürütmektedir. [31]
Bu dönemde Sıbğatullah-ı Arvâsî’nin müridlerinden Süleyman Erbûsî adında bir kişiyle konuşması neticesinde, bir gün sonra seher vaktinde onunla birlikte Külat Köyüne gider. Sıbğatullah-i Arvâsî’yi ilk olarak bir akşam namazını müteakip talebeleriyle birlikte camide râbıta halinde görür. O an orada bulunan herkesi arşın etrafında saf tutmuş meleklere benzetir. [32] Daha sonra “dillerin ifade edemeyeceği ve kulakların duyamayacağı acayip haller duydum ve gördüm” [33] diyerek ifade ettiği üzere Sıbğatullah-ı Arvâsî’nin tasarrufu altına girer. Burada üç gün kalır ve kendisine Lafza-i Celal zikri vird olarak verilir. Ardından köyüne döner. Bu sırada hilafet aldığı Kâdirî şeyhi, Şeyh Abdülbâri-i Brifkânî’nin yanına vararak durumu anlatır ve ondan izin ister. O da Abdulkâdir-i Geylânî ve kendi şeyhi Nureddîn-i Brifkânî’yi inkâr etmemek üzere izinli olduğun söyler.[34]
Bu olaydan sonra her gün daha fazla görme arzusu duyduğu Sıbğatullah-i Arvâsî’nin yanına gider. O güne kadar bildiklerinin ve yaşadıklarının boş olduğunu düşünür ve henüz tanıştığı ve etkisinden kurtulamadığı Arvâsî’nin yanında Külat’ta kalmaya karar verir. Orada evine hiç gitmeden dokuz ay kalır. Bu süre içerisinde kendisine Lafza-i Celal zikri çektirilir. Nihayet bir gün şeyhine “Ben her şeyde Lafza-i Celâl’in zikrini duyuyorum. Hatta önümden yürüyen hayvandan bile o zikri duyuyorum” [35] deyince, kadılık yapmasını emrederek İspahirt’e [36] gönderir. Bu görev ile şeyhinin, onda dünya azizliğini gördükten sonra zelilliğini yani yokluğu yaşatmak ve ondaki hasret, iştiyak ve aşk duygusunu artırmak gayesinde olduğu düşünülür.[37] Bu görev, esnasında sürekli şeyhine şiirler yazan Abdurrahman-ı Tâğî, yaklaşık iki yıl sürdürdüğü kadılık görevini şeyhinin isteği üzerine bırakarak tekrar onun yanına döner. Bu dönemde evli ve iki hanımı bulunmaktadır. [38]
Bu süreçte Abdurrahman-ı Tâğî, hocasının en yakın hizmetkârı olmuş, onun sohbetlerini aksatmamış, dergâhta kendisine yatacak özel yer dahi ayarlamadan bazen ayakları kanayıncaya kadar hizmet etmiştir. Geceleri hocasının penceresine bakan bir mekânı kendisine mesken edinir ve her
mevsimde mutlaka bu âdetini sürdürür. Çoğu zaman tek bir kıyafet ile yetinir, bazen onlar da tam bir takım olmaz. Bu şekilde aşk ve hizmet ile manevi eğitimi tam dokuz yıl sürer. Bu süreçte birçok zaman şeyhi ile olmak üzere yaz mevsimlerinde Berniş, kışın Külat, ilkbaharda Çemi Hani veya Kani Beruj bazen de Kasra’da geçirir. Bundan başka bir kış Gaydada bir yaz da Kudedan da hizmet yürütür. Bu hizmetlerin neticesinde sülûkunun dokuzuncu yılı tamamlandığında kendisine tasavvuf! hilâfet verilerek irşad ile görevlendirilir.[39] Hilâfet alması yaklaşık 1868 yılında gerçekleşir ve bu sırada o otuz yedi yaşındadır.
İrşad için birçok yer dolaşır. Verkanis köyünde, Fethullah-i Verkânisî’nin dedesi Şeyh Muhammed’in kabrini ziyaretinde kendisinin “Şeyda” adıyla tanınacağına dair bir işaret verildiği kaydedilir.[40] Abdurrahman-ı Tâğî, talebeleriyle birlikte Siirt bölgesine geçerek Veysel Karanî beldesini ve türbesini, oradan Arbo, Tap, Karamış köylerini dolaşır. Bitlis ve Muş’a bağlı birçok ilçe ve köyleri irşad için dolaşır. Bu irşad hizmetleri yaklaşık iki yıl sürer. Şeyhi Sıbğatullah-i Arvâsî’nin vefatından sonra kısa süre Gayda’da bulunan dergâhın şeyhliğini üstlenir. Ancak kısa süre sonra şeyhinin oğlu Şeyh Celaleddîn-i Arvâsî’ye dergâhı bırakarak ayrılır[41] ve bir süre daha Tağ Köyü başta olmak üzere değişik yerlerde yine irşad hizmetleriyle meşgul olduktan sonra Norşin’e giderek bundan sonra ömrünü geçireceği ve birçok büyük âlim ve sûfînin yetişeceği Norşin Dergâhı’nı ve medresesini kurar. Tarih tam olarak kesin değildir ancak yaklaşık 1875 yılı olduğu söylenebilir. Diyebiliriz ki Abdurrahman-ı Tâğî, hem zahiri ilimlerde hem de manevi
kemal yolunda, kendisini bütünüyle tatmin edecek bir kapının sürekli arayışı içerisinde olmuş ve bu kapıyı bulduğu andan sonra da oraya bütün varlığı ile teslim olmuştur.
Abdurrahman-ı Tâğî, Muş’un Til Köyünde Molla Abdurrahman-ı Mollakendî’nin yanında ders okurken Şeyh Said’in dedesi ve Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesi olan Şeyh Ali Palevî ile de görüşmüş, elini öpmüş ve onun hayır duasını almıştır.[42] 1290/1873-74 yılında Şeyhi Sıbğatullah-i Arvâsî’nin oğlu Şeyh Celaleddîn ve Fethullah-i Verkânisî başta olmak üzere bazı dost ve talebeleriyle Hac vazifesini yerine getirmiş ve orada Şeyh Hasan el-Metbûî eş-Şâzelî, İmam-ı Rabbânî neslinden gelen Şeyh Muhammed Mazhar ile tanışıp sohbet etmiştir.[43]
Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî, on yılını Norşin’de olmak üzere irşad hizmetini on sekiz yıl sürdürmüştür. Abdurrahman-ı Tâğî, vefatından iki yıl önce, bizzat başında durarak ve kontrol ederek Murat Nehri üzerinden üç gözlü bir taş köprü yapılmasına öncülük ve destek olması nedeniyle 1302/1884 yılında devlet tarafından Üçüncü Rütbeden Mecidî Nişânı ile ödüllendirilmiştir.[44]
Halifelerinden Şeyh İbrahim Çokreşî, onun sohbetlerinden derlediği sözlerini İşârât[45] başlığı altında toplamıştır. O na ait mektuplar da yine halifelerinden Şeyh Abdulkahhar-i Zokaydî tarafından derlenmiştir. Tercüme edilip basılmış olan eserde toplam 77 mektup bulunmaktadır.[46] Bu mektupların büyük çoğunluğu halifelerine tasavvufî hayatın esaslarını ve inceliklerini anlatmak için yazılmıştır. Bunun yanında, Şeyhi Sıbğatullah-i Arvâsî’nin hayatını anlattığı 43. mektup, Seyyid Taha Hakkârî’nin oğlu Seyyid Ubeydullah’ın Şii ve Râfizilere karşı yapmayı planladığı savaşı cihad olarak kabul eden ve müridlerini buna katılmaya teşvik ve davet eden 55. mektup, hanımı Fatıma’ya gönderdiği 60. mektup, cihada katılmak üzere asker toplaması için Mirza Ağa’ya yazdığı 15. mektup gibi çok farklı kişilere değişik amaçlarla yazılanlar da mevcuttur.
Vefâtı
Abdurrahman-ı Tâğî vefatından bir süre önce ağır hasta olur. Ancak bu dönemde dahi irşad hizmetlerinden geri durmaz ve nafile ibadetlerini aksatmaz. Akşam namazından sonra rabıta ve zikir yapar. Vefatı ettiği gecenin öncesi ikindi vaktinde eşi Seyyide Kadriye Hanım’ın eteğinden tutarak “Kabe hareminin harîmine vasıl olamazsın, eğer evlâd-ı âlinin eteğine yapışmazsan” beytini okur. Bu hastalığı esnasında “Allah’ı ve O’nun ra- sulünü sevmeyi, şeriata bağlanmayı ve hem halifesi hem de damadı Şeyh Fethullah-i Verkânisî’ye itaat etmeyi sakın ihmal etmeyin” diyerek, hem onlara vasiyetini hem de halefini beyan eder.[47] Oğlu Ziyaeddîn’i yanına çağırarak, “Oğlum! Şeyh Fethullah senin hakkında benden daha hayırlıdır. Çünkü ben seni başkalarından ayırmam ama o seni öbürlerinden üstün tutar” der.[48]
Gece aile efradını ile halifelerinden Molla Abdulkahhâr’ı yanına çağırır ve ondan Kur’an okumasını ister. Bu hal üzerine, 20 Rebiulevvel 1304/1886 Perşembe günü kuşluk vakti 75 yaşında vefat eder. Mezarı, kurucusu olduğu Norşin Dergâhının güney kısmında tepenin yamacındadır.
Doç. Dr. İbrahim Baz/Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
----------------------------
[1] Tağ Köyü: Bitlis’in Hizan ilçesine bağlıdır ve 38 km. mesafededir. Köy, Hizan’ın doğu istikametinde İspahirt olarak bilinen bölgenin merkezinde Arvas, Nurs ve Gayda yol kavşağındadır. Sıbğatullah-i Arvâsî’nin dergâhın bulunduğu Gayda’ya 25 km., Said Nursî’nin köyü olan Nurs (Kepirli)’a 4 km., Arvâsîlerin köyü Arvas’a (Doğanyayla) ise 26 km. mesafededir.
[2] Tâğ kelimesinin telaffuzundaki farklılıklardan dolayı Tâğî veya Tâhî şeklinde kaydedilmektedir. Tâğ bölgesinde halkın daha ziyade Tağ olarak telaffuz etmesi nedeniyle bir de bu şekilde kullanmayı tercih ettik. Farklı kayıtlar için bk. Abdurrahman-ı Tâğî, işaretler, haz. Mehmet
Ildırar- Ali Okur, Ümran Yay., İstanbul 1989; Abdurrahman-ı Tâhî, işaretler, haz. Selahaddin Kınacı, Sey-Tac Yay., İstanbul 2013; Şeyh Abdurrahman-i Tâhî, Şeyh Abdurrahman-i Tâhînin Mektupları, trc., Ahmet Yıldırım-Enbiya Yıldırım, Sey-Tac Yay., İstanbul 2007; Seyyid Sıbğa- tullah Arvasî, Minah, der. Hâlid-i Ölekî, trc. Yahya Pakiş, Er-Tu Matbaası 1982, s. 12; Seyyid Sıbğatullah Arvasî, Minah, der. Mevlânâ Hâlid-i Şirvânî Olekî, trc. Siraceddin Önlüer-Hüse- yin Okur, İstanbul: Semerkant Yay., 2013; Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî, s. 159, s. 21; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, Türkiye Gazetesi Yay., I, 79.
[3] Verkanis Köyü bugün Siirt’in Baykan ilçesine bağlı ve 25 km. mesafededir.
[4] Abdurrahman-ı Tâğî, şeyhi Sıbğatullâh-i Arvâsî tarafından irşad ile görevlendirilip Verkanis köyüne gittiğinde, Şeyh Fethullah-i Verkanisî’nin dedesi Şeyh Muhammed Emin Efendi’nin Kara Kubbe (Kube Reş) diye bilinen türbesini ziyareti esnasında, şeyhin ruhaniyetinden “Ey Seydâ” diye bir hitap duyduğunu etrafındakilere ve halifesi olacak Fethullah Verkânisî’ye söyler. Bu olaydan sonra, şeyhi Sıbğatullah-i Arvâsî nasıl ki Gavs veya Gavs-i Hizânî diye anılmış ise, o da kendi çevresinde Seydâ diye anılmıştır. Bk. Tâğî, İşaretler, s. 9-18; Korkusuz, Şefik, Nehri’den Hazneye, s. 86.
[5] Seydâ kelimesi, “Seydagiller” yahut “Seydânın evi (hanedan)” anlamına gelen “Mala Seydâ” şeklinde kullanılarak onun dergâhı ifade edilir. Seyda unvanı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Abdurrahman-ı Tâğî’den başka Pervari’li Şeyh Müşerref için Seydâ-i Şeyh şeklinde, Cizreli Şeyh Muhammed Said(ö. 1968) için ise Şeyh Seydâ şeklinde kullanılmıştır. Cizreli Şeyh Seydâ için kullanılan bu unvan, o denli yaygın hale gelmiştir ki çoğu kimse onun gerçek adını bilmemektedir. Bk. İbrahim Baz, “Şırnak Bölgesinde Yaşayan Nakşî Şeyh Aileleri ve İdil’de Yaşayan Mutasavvıflar”, Geçmişten Günümüze İdil Sempozyumu ”, İstanbul 2011, s. 347361; a. mlf., Güneydoğuda bir irfan merkezi: Serdahl Tekkesi ve Külliyesi, Şırnak Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 2, 2011/2, s. 25.
[6] Mavit köyünün günümüzdeki ismi Pirinçlidir. Şirvan’a 23 km. mesafededir.
[7] Tâğî, İşaretler, s. 9; Necmeddin b. Muhammed en-Nakşibendi, Altın Silsile: Hulâsâtul- Mevâhib, haz. İbrahim Tozlu, İstanbul: Semerkant Yay., 2012, s. 371; Korkusuz, age, s. 75; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79.
[8] Basret Dergâhı ve şeyhleri için bk. İbrahim Baz, “Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Halifelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî ve Basret Dergâhı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2013, sayı: 32, s. 139-167; Abdulkadir Bingöl, Kulîlken Baxe Botan, İstanbul 2008, s. 179.
[9] Tâği, İşaretler, s. 9; Tâhî, Mektuplar, s. 5; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79; Mehmet Çağlayan, Şark Uleması, [ts.], s. 71.
[10] Tağ Köyü’nü ziyaretimizde köy civarında karşılaştığımız birçok kişi Miranete Hanım’ın müderrislere ve medrese talebelerine karşı çok müşfik ve zâhide bir kadın olarak anlatmışlardır. Mezarı, günümüzde yeniden yapılan caminin girişinde sağ taraftadır. (25.05. 2012 tarihli ziyaretimiz)
[11] Mezarı bu medresenin çevresinde olup, Molla Mahmud ailesinden gelenler o tarihten itibaren halen devam eden bir gelenek olarak Miranete Hanım için her yıl Ramazan ayının 27. Gecesi bir hatim okumaktadırlar.
[12] Korkusuz, age, s. 77.
[13] Bu geleneğe göre, yeni çocuğu olanlar evlatlarının kahraman olmasını istiyorsa kılıç, âlim olmasını istiyorsa sevdiği ve saydığı bir âlimin eseri yahut bu örnekte olduğu gibi Allah âşığı
olmasını arzu ediliyorsa ilâhi aşkı anlatan bir kitap üzerine çocuğunun göbeğini kesmişlerdir.
[14] Tâğî, işaretler, 10, 12; Korkusuz, age, s. 77; Tâhî, Mektuplar, s. 6; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79; Memiş, age, s. 159.
[15] Tâğî, işaretler, s. 10.
[16] Tâğî, age, s. 12-13.
[17] Tâğî, age, s. 10; Tâhî, Mektuplar, s. 6; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 80.
[18] Tâğî, İşaretler, s. 10-11, Korkusuz, age, s. 79.
[19] Tâğî, age, s. 11; Korkusuz, age, s. 79-80; Tâhî, Mektuplar, s. 6-7; Nakşibendi, Altın Silsile, s.
371; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79.
[20] Şeyh Fethullah Verkânisî’nin eşidir.
[21] Korkusuz, age, s. 110-112.
[22] Hocalarından Mevlânâ Abdurrahman-ı Hizânî’nin yanında ders okurken, bazı talebelerin hocalarına karşı tavırlarını beğenmeyerek onlarla aynı yerde ders okumak istemez ve “Talebeler üstatlarına karşı babaları kadar saygı duymalı, hatta daha da fazla. Çünkü ruhu terbiye eden baba cesede sebeb olan babadan daha fazla saygıya layıktır” der. Korkusuz, age, s. 79.
[23] Abbas Azzâvî, Aşâirul-Irak, I-II, Beyrut: Mektebetu’l-Hadârât, [ts.], I, 343.
[24] Tâğî, işaretler, s. 13; Tâhî, s. 9; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79.
[25] Irak’ın Duhok iline bağlı Brifkan köyüne nispetle Brifkânî olarak tanınan ve Duhok, Musul, Hama, Diyarbakır, Erzurum, Ahlat, Adilcevaz ve Erciş’te yaşayan Seyyid neseb ve tarih boyunca ilimle iştigâl eden bir aileden olan Şeyh Nureddîn-i Brifkânî’nin, bilinen 33 eseri ve 33 halifesi vardır. Şeyh Abdulbârî-i Çerçâğî de bunlardan biridir. Çerçağ Köyü, Bitlis’in Hizan ilçesine bağlıdır ve günümüzde ismi Kalkanlı şeklindedir. Bk. Seyyid Mahmut Bırifkanî, Bı- rifkan Seyyidleri, Ankara 2011, s. 22, 188-190.
[26] Tâğî, işaretler, s. 14; Korkusuz, age, s. 77; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 83.
[27] Nakşibendi, Altın Silsile, s. 371; Korkusuz, age, s. 81.
[28] Korkusuz, age, s. 77.
[29] Korkusuz, age, s. 77.
[30] Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı ve yaklaşık 8 km. mesafededir.
[31] Tâğî, işaretler, s. 14.
[32] Tâhî, Mektuplar, s. 11; Korkusuz, age, s. 77.
[33] Tâğî, İşaretler, s. 15.
[34] Korkusuz, age, s. 83.
[35] Tâhî, Mektuplar, s. 11.
[36] Kaynaklarda farklı şekillerde kaydedilen İspahirt içerisine Tâğ ve Nurs köyünü de alan bölgenin adıdır. Kelimenin farklı şekilde yazılması Tağ kelimesinde olduğu gibi teleffuz farklılığı ve yazıya aktarımdaki zorluktan kaynaklanmış olabilir. Ancak bölgeyi bilmeyenler bu kelimeyi Said Nursi’nin bir dönem İsparta’da bulunması nedeniyle, yanlışlıkla İsparta şeklinde kaydetmişlerdir. Bk. Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul: Envar Neşriyat, 1995, s. 53. İspahart şeklinde kaydedenler: Nakşbendî, Altın Silsile, s. 370; Tâhî, Mektuplar, s. 7; Tâğî, İşaretler, s. 11; Memiş, age, s.160; Heyet, Doğu Anadolu Evliyaları, I, 79. Sıbayret şeklindeki kayıt: Şeyh Alâeddin Haznevî, Hazret ve Şah-ı Hazne, trc. Abdullah Demiray, İstanbul: Semerkant Yay., 2012, s. 18.
[37] Tâhî, Mektuplar, s. 11.
[38] Tâğî, İşaretler, s. 16; Tâhî, Mektuplar, s. 11.
[39] Tâğî, İşaretler, s. 18; Tâhî, Mektuplar, s. 13; Korkusuz, age, s. 84-85; Sıbgatullah Arvasî, Mi- nah, der. Mevlânâ Hâlid-i Şirvânî Olekî, trc. Siraceddin Önlüer-Hüseyin Okur, İstanbul: Se- merkant Yay., 2013, s. 20.
[40] Tâğî, İşaretler, s. 18.
[41] Bu ayrılmadan bir süre sonra Abdurrahman-ı Tâği, Şeyh Celaleddîn-i Arvâsî’nin Muş’un Bulanık ilçesine bağlı Koğak (Dokuzpınar) köyüne geldiğini duyar ve onu ziyaret için bulunduğu Bulbılık köyünden oraya gider. Ziyarete vardığında, Şeyh sohbet etmektedir ve kendisinin oturmasını söyledikten sonra sohbete devam eder. Sohbet sonrası herkes ayrılınca şeyh ayağa kalakarak kendi oturduğu yere Abdurrahman-ı Tâğî’yi ısrar ederek oturtur ve kendisi geri geri çadırın kapısına kadar çıkar ve girmek için ondan izin ister. İçeri girince de onun Gay- da’daki dergâhı bıraktığı gibi Şeyh Halid-i Olekî’nin Şirvân’a, Abdurrahman-ı Meczub’un Bo- tan bölgesine gittiğini ve kendisinin yalnız kaldığını söyleyerek, onun tekrar dergâhın başına dömesini ister. Tâğî, bunun üzerine dergâhın Gavs’ın evlatları tarafından idare edilmesinin daha münasip olacağını ifade eder. Korkusuz, age, s. 89.
[42] Korkusuz, age, s. 81.
[43] Korkusuz, age, s. 97-100.
[44] BOA. İDH. 76124; Korkusuz, age, s. 121.
[45] Bu eser, tercüme edilerek yayınlanmıştır. Abdurrahman-ı Tâğî, işaretler, haz. Mehmet Ildı- rar-Ali Okur, İstanbul: Umran Yay., 1989; Abdurrahman-ı Tâhî, işaretler, haz. Selahaddin Kı- nacı, İstanbul: Sey-Tac Yay., 2013.
[46] Tâğî, Şeyh Abdurrahman-i Tâhfnin Mektupları, trc. Ahmet Yıldırım-Enbiya Yıldırım, İstanbul: Sey-Tac Yay., 2007; Şeyh Alâeddin Haznevî, Hazret ve Şah-ı Hazne, s. 18.
[47] Tâğî, İşaretler, s. 22-23; Tâhî, Mektuplar, s. 16.
[48] Tâğî, İşaretler, s. 23, 217.