Bilinmeli ki, insanlık alemi, bütün vücudu yara bere içinde, kalbi rahatsız bir hasta gibiydi. Peygamberler ise, herşeyin sahibi olan yüce bir sultanın gönderdiği doktorlar ve hekimlerdi. Bu doktorların yetiştiricisi olan yüce sultan, onların her birine çeşitli metodlar, ilaçlar ve müdahale yollan öğretmiştir.
Meselâ onlann bir kısmı sadece bumn, boğaz ve diş tedavisinde ihtisas sahibiydi. Bir kısmı, öncekilerden daha üstün olup, bütün baş ve baştaki organlarla ilgili konularda ihtisas sahibiydi. Bunlann herbiri, kendi ihtisas dallarında bu hasta beşeriyet aleminin tedavisine koyuldular. Bütün zorluklara ve engellere rağmen gece-gündüz durmadan çalıştılar. Bu hastanın tedavisi yolunda bir çok zorluklara katlandılar.
Kulak mütehassısı, bu hastanın kulağım, göz mütehassısı, gözünü, diş mütehassısı, dişini tedavi ederek vazifesini yerine getirip kendilerini gönderen yüce sultanın huzuruna döndüler. Orada vazifelerini yaptıklarını ve kendi ihtisas dallarına ait olan şeyleri tamamladıklarını anlatarak, güzel bir şekilde kabul edildiler. Sonra kulak-burun mütehassısı geldi. O da gücü nispetinde vazifesini yaptı. Herşeyi bilen Mevla’dan aldığı bilgilerle hastasını tedavi etti.
Ne zamanki durum, başlangıçtaki haline döndü ve insanlık alemi, çocukluk devrini yaşayan bir insan mesabesine düştü, işte o zaman yüce Mevla, yeni tabibler gönderdi. İlk zamanlarda bu aleme gelen misafirlerden herşeyin yapılması istenmedi. Aksine bu dünya oteline gelen elçi, önce bu otelin bir sahibi ve hükümdarı olduğunu anlatmaya ve onu tanıtmaya çalıştı. Bunun yanında onlardan başka birşey istemedi. Daha sonra gelen ikinci elçi vasıtasıyla işler biraz artırıldı. Meselâ otel sahibiyle, otelin bir kısım odalarında oturanlar arasında arasıra da olsa O’nun ismini anmak gibi küçük ilgiler kuruldu.
Sonra bir diğeri geldi, bir şeyi yasakladı. Daha sonra gelen bir başkası da, başka bir şeyi yasakladı. Hastaya ilâç ve perhizleri bir defada vermediler. Bu kainat otelinin sahibinin hikmeti, bunun böyle olmasını gerektiriyordu ki, bu da gerçekten çok hikmetli bir yoldu.
Fakat bütün emirlerin tebliği bir anda olmamıştır. Bu dünya otelinin misafirleri durumundaki insanların omuzuna aniden yüklenmemiş, haslığın ortadan kaldırılması ve bütün vücudun tedavisi bir defada yapılmamıştır. Gelen emirler, otelin tüm odalarına birden ulaşmamıştır. Bu nedenle elçilerin geldikleri yere geri dönmeleriyle hastalık yeniden başgösteriyor, hasta kısımları aşarak, sağlıklı bölgelere de bulaşıyordu. Çünkü vücudun zayıf oluşundan ve ilk tedavilerin kısa süreli oluşundan dolayı tüm hastalarda görüldüğü üzere bu ezici hastalığa karşı koyacak bir kuvveti bulunmamaktaydı.
Öyle ise bütün hastalıkların tedavisinde maharetli, ilahi üniversiteden mezun, her türlü hastalığın tedavisinde ihtisas sahibi olduğuna dair kutsal bir diplomanın sahibi olan bir tabibe ihtiyaç vardı. Bu tabib, güçsüz düşen insanlık aleminin hastalığım bir anda ortadan kaldıracak ve maharetiyle ona engel olacaktı. Şifaya kavuşan bölge, bir daha hastalanmayacak, giden hastalık, tekrar geri gelmeyecekti.
İşte bu yüzden Peygamberlik görevi sona ermemiş, hizmette kendisinden soma başka nizam ve prensiplere ihtiyaç duyulmayacak şeklide zirveye ulaşmamıştı. Bu bakımdan peygamberliğin, kendisiyle sona ereceği bir elçinin gönderilmesi zaruri bir dumma gelmişti.
Bu peygamber kainat otelinde bütün oda ve katlardaki misafirlerin tümü ile otel sahibi arasında bir vasıta olacak, hepsi de orada kaldıkları sürece otel sahibinin emir ve direktiflerini bu elçiden alacaklardı. Sonrada bu elçi, tebliğ kapılarım kapatıp, bu alemden ayrılacaktı.
İşte peygamberlerin çeşitli bölgelere ve çeşitli milletlere ardarda gönderilişinin sırrı ve hikmeti budur. Bu peygamberler dairesi, hikmet, ilim, siyaset, tatbikat ve haşanda hepsinin önderi dummunda bulunan ve peygamberliği kainat otelinin tüm odalan- m kapsayan, yer ve göklerin peygamberi efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ile mühürlenmiştir.
Diğer peygamberlerin belirli bir zaman için belirli bir bölgeye gönderildiklerine, efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in peygamberliğinin ise, bütün zaman ve mekanlan kuşattığına işaret eden hususlardan biri de Kur’an-ı Kerim’in dışındaki diğer ilahi kitaplarda bulunan hükümlerin ve emirlerin belirli bir çevreye hitap etmesi ve onlarla sınırlanmasıdır.
Evet, biz reçetesinde yalnız bir çeşit ilaç yazan, mesela kulak Haçından başka bir ilâç tavsiye etmeyen veya iç hastalıkları gibi bir çeşit hastalıkla meşgul olan bir doktor gördüğümüz zaman, anlarız ki, o doktor, sadece bu konuda ihtisas yapmıştır. İç hastalıklarında ihtisas yapmış bir doktor harici hastalıklarla meşgul olmaz. Vücudun her bir hastalığı için çeşit çeşit ilâç yazmaz. Onun muayenehanesinin kapısında bir kulak hastası veya bir cilt hastası
göremeyiz.
Aynı şekilde bir beldenin talebelerinin bir okulda ders gördüklerini ve bir hocadan yalnız bir konuda ilim öğrendiklerini görsek, buradaki talebelerin yalnız bu okuldaki bilgileri öğrendiklerini ve hocalarının da aynı konuda ihtisas sahibi olduğunu anlarız.
Ayrıca reçetenin, hastalığın ve hastanın durumu ile talebelerin durumunu bildikten sonra o hocanın ve doktomn hangi dallarda ihtisas yapmış olduklarını sormaya ihtiyaç duymayız.
Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Gerçekler ve Çekirdekler
Tercüme: Abdullah Yücel