Muhammed Nurullah Seyda lâ meşhude illallâh teorisini da savunmaktadır. Basireti kuvvetli, duyguları keskin olan kimselerin, orta yolu tutmuş olup Allah’tan başka hiçbir şey görmediğini ifade eder. Bu şuura ulaşanlar, fiillerinin Allah’ın kudretinin bir eseri olduğunu, Allah’ın kudretiyle meydana geldiğini, Allah’ın kudreti olmadan hiç bir değer ifade etmediklerini bilirler. Onlar, hangi şeye baksalar, onda mutlaka doğrudan doğruya etkili olan faili görürler. Yer, gök, hayvan, ağaç ve dağ gibi şeyleri görmezler, onlardan uzaktırlar. Gördükleri şeylere ancak hak ve bir olan Allah’ın sanatı, vitrini, fabrikası, ilahlığının müzesi, Rab oluşunun görüntüsü, tecellilerinin aynası olarak bakarlar. Böyle olunca da onların bakışı, Cenab-ı Hak’tan başkasına yönelmez.[1]
Bu gerçeği şöyle kıyas etmektedir; tıpkı bir insanın şiirine, yazısına, kitabına veya yaptığı binaya ve sanatına bakıp da bir ayna gibi onlarda şairi, yazarı, katibi, yapan mühendisi ve mimari görmeye benzer. Bu eserlere bakan insan, bunları yapanın eseri olarak görür. Yoksa beyaz bir sayfa üzerine dökülen mürekkep veya birbirine bağlanmış taş ve çamur olarak değil. Bu insan, yazardan, katip’ten, inşaatçıdan, mimardan ve mühendisten başkasına bakmış sayılmaz. Bütün kainat ve bütün varlıklar, Allah’u Teala’nın kitabı, haritası, sanatı ve yapısıdır. Dolayısıyla her kim, bunlara yaratıcının fiili olarak bakar, onu tanır, sevmeye ve ululamaya müstehak olan Allah’ın eseri olarak severse, yalnız Allah’a bakmış, yalnız O’nu tanımış ve yalnız O’nu sevmiş olur. Aynı zamanda bu insan, gerçekten düşünce sahibi ve gerçekten Allah’ın birliğine inanmış bir mü’min olur. Hatta bu insan, nefsine bile kendi nefsi olduğu için değil, yaratıcının bir dokuması ve yazması olduğu için bakar. Allah’ın varlığına gark olan bu mütefekkirin tevhid inancında fani olduğu söylenebilir.[2]
Nurullah Seyda’ya göre, anlayış ve vicdan, bu his ve düşünceden acizdir. Alimler de fıtrat ve vicdan içinde bulunan bu ince duyguyu açıklayamamışlar, daha aşağı seviyedeki şeylerle meşgul olmuşlardır. Bu da akıl ve idrakin, Allah’ın apaçık bilinen marifetini anlamada gecikmeleri için bir engel teşkil etmiştir. İnsanlar, yaratıcıyı tanıma isteklerinde merkebine binip onu aramaya çıkan ve darb-ı mesel olan bir şaşkın gibidir. Açık ve zahir olan şeyler, matlup olunca, anlaşılmaları zorlaşır. Müellif son sözü şöyle söyler:
“Şüphesiz ki, sen, kendisiyle açıkta bulunduğun şeyle perdelenmişsin. Tanımanın ve şöhretin perdesi altında örtünüp gizlenmişsin. Yemin ederim ki, âmâ bir kimsenin görmeyişi, ayın kıymetini düşürmez.”[3]
Midat TOKHTAROV Bursa/2012
------------------------------
[1] Muhamed Nurullah Seyda el-Cezerî, Çekirdekler ve Gerçekler, s. 77.
[2] Muhamed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 78.
[3] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, Tasavvufun Sırları, s. 79.