Zikir kelime olarak anmak, zikretmek, hatırlamak demektir. Istılah olarak Allahın isimlerini, belli duaları, çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmektir.[1]
Allah (c.c)’ı zikretmek, Allah (c.c)’a inanmanın neticesidir. Zikir ruhi bir gıdadır. İnsan nefsinin dertlerine deva ve kalbine de huzur bahşeder. İslamın Allahın zikretmeye verdiği büyük önemin sebebi; Allah Teala insanı Rabbine yaklaştıran namazı, çeşitli zikirlerle şamil kılmış ve onu günde beş vakit olarak emretmiştir. Bundan fazla olarak sünnetleri istemiştir. Her zikrin kalbde muşahede edilebilen tesiri vardır. Çokça nafile ibadet yapmak, tevazu meydana getirir. Çok Kur’an okumak ruhun temizliğini ve kalbin parlaklığını artırır. Bütün bunlar Allah Tealayı kalbde hazır bulundurmak için birer sebeptir. İbadetleri çok tekrarlamakl, kalbleri Allah (c.c)’ın muhabbetine yönelterek, nefisleri ilim ve ma’rifete hazır vaziyete getirir.[2]
Ruhi hayatın hedeflerinden biri, insan nefsine huzur ve sükunet vermek, üzüntü, sabırsızlık ve ızdırabı atmaktır. Çünkü bunlar nefsin en azgın duşmanlarıdır. Allah (c.c)’ı zikretmek, bu kainatın tasarrufunu elinde bulunduran Allah (c.c)’a kuvvetli bir iman ve sonsuz bir tevekkül kazandırır.[3]
Ona göre zikirler, murakabeler ve riyazetler ancak insanın manevi yönünü ıslah etmeye yarayan tedbir ve vesilelerdir.[4]
Müellife göre gerçek zikir, sebeplerle değil, sebepleri varedenle meşgul olmak ve nimetleri, gerçek sahibi olan Allah’tan bilmektir. Bunu bir misal vererek şöyle açıklar: Güneş nasıl bitki unsurlarını harekete geçiriyorsa, aynı şekilde zikir de, ruhi unsurları harekete geçirmektedir. Bitki unsurları, nasıl su ile gelişiyorsa, aynı şekilde ruhi unsurlar da, murakabe ve tefekkürle gelişir. Zikir, gönül alemini aydınlattığı gibi insanlık alemini de aydınlatır. Böylece nur ile karanlık ruhlar alemini temizler ve görülmemiş cazibesiyle parlatır. Tabiatın kirli işlerine köle olmuşken, hürriyetine kavuşur da Cenab-ı Hakk’ın sırlarını keşfederek, kainat bahçelerinde, basiretinin nuru ile dolaşır. Kişi Allah’ın cemal sıfatının tecellisi olan nurlara gark olarak, o mutlak varlığın nizam ve intizamındaki incelikleri: “Yer ve gökler, beni içine alamadı. Ama mü’min’in kalbi aldı.” Sırrı gereğince, hayranlıkla seyreder.
Nurullah Seyda’ya göre, Tarikat; kalb ve gönül aynalarının ruha açılan bütün kapılarla birleşmesi ve Allah’ın cemali ile yüce kudretine yönelmede sarfedilen gayret ve çabadır.
Hakikat ise, bu durumun iyice yerleşip devam etmesi, ölçülü davranma ve hayatın bütün safhalarında ilahi nizama yöneliştir ki, buna “ihsan” denir. Evet, insanın yaratılışındaki asıl gaye kulluktur. Bunun da özü, bütün varlığı ve benliği ile daima ve heryerde Allah’ın huzurunda olduğunu bilmek ve şu ayetin sırrına boyanmaktır: “Nereye dönerseniz, Allah’ın yüzü (ibadet yönü ve rızası) oradadır."[5]
Müellife göre, ruhi hastalıkları ve kalbi kötülükleri ortadan kaldırmanın çaresi, murakabe, tefekkür ve tezekkür olduğunu vurgular. Çünkü Allah’ın kendisini heryerde gördüğü inancı kalbinde nakşederse, ruhuna işlerse, o zaman “ihsan” denilen hakiki iman tecelli edeceğini bildirir.[6] Muhammed Nurullah Seyda zikrin hakikatini şu ayetle te’yit eder: “Bunlar, Allah’ın zikriyle kalbleri huzura kavuşarak iman edenlerdir. Evet bilin ki ancak Allah’ı anmakla kalbler yatışır ve huzur bulur.“[7]
Midat TOKHTAROV Bursa/2012
-----------------------------
[1] Musatafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yay, İstanbul 2006, s. 156.
[2] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, Tasavvufun Sırları, s. 111.
[3] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 106.
[4] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 108.
[5] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezeri, Çekirdekler ve Gerçekler, s. 30.
[6] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, Tasavvufun Sırları, s. 105.
[7] er-Rad 13/28.