Bilindiği gibi tasavvufu tenkit eden kişilerin dile getirdiği konulardan birisi de tasavvuf ehlinin, başta müspet ilimler olmak üzere, ilmin hemen her çeşidinden uzak kaldıklarını, dünya ile pek ilgilenmediklerini ve kendi köşelerine çekilerek sadece ibadet ve zikirle meşgul olduklarını söylemek olmuştur. Tarihte bu münekkitleri haklı çıkaran örnekler olmakla birlikte, Şeyh Seydâ gibi tersini ortaya koyan âlimler de az olmamıştır.[1]
Zaman içinde müspet ilimler okullarda, dinî ilimler medreselerde, tasavvufî ilim ve neşve de tekkelerde tahsil edilmiştir. Genel olarak durum böyle olmakla beraber, Doğu'da hem medreselerde tasavvufî neşve hem de tekkelerde dinî ilimler hep beraber yürütülmüştür. Talebe okutup icâzet veren âlim ve müderrisler olduğu gibi, tasavvufî ilimleri talebelerine aktarıp onları mânevî açıdan da yetiştiren âlim ve ârif medrese hocaları da olmuştur. Bunlar arasında eser kaleme alan ve birikimlerini gelecek nesillere bırakanlar da olmuştur. İşte Şeyh Seydâ el-Cezerî’de bunlardan birisidir.
Şeyh Seydâ’ dan söz eden kişiler, onun gerek medreselerde okutulan ilimler de gerekse İslamî ilimlerin hemen hemen hepsinde derin bir bilgiye sahip olduğu ve bunun yanında, Arap edebiyatına ve diline olan vukûfiyeti üzerinde âdeta ittifak etmişlerdir. Talebe ve müridlerine yazmış olduğu mektuplardaki belâgat, edebî sanat ve ilmî derinlik bunun açık bir göstergesidir. Bu özelliği vaaz ve sohbetlerine de yansıyarak ona ayrı bir seviye kazandırmış ve kendisi birçok kişinin hidâyet yoluna girmelerine vesile olmuştur.[2] Sahip olduğu edebî yönünü gerek risâleleri gerek mektupları ve gerekse şiirlerinde göstermektedir. Şiiri seven ve şiir kaleme alan bir mutasavvıftır.[3] Kaleme aldığı eserlerinde genellikle kolay ve akıcı [4] ibâreler kullanmıştır. Yazmış olduğu şiirlerden bir tanesini halifesi Şeyh Muhammed Emin Er’e göndermiş olduğu bir mektupta görmekteyiz. O şiir şu şekildedir:
-İnsanlar hüsn-i zan ediyorlar amma ben,
-En şerlisiyim, affetmezsen beni sen.
-Sû-i zan ile, amel etme, umumî olarak;
-Karıştır, fakat ekseriya hüsn-i zan yaparak
-Müslüman kullara ve kardeşlere
-Değil benim gibi açık habîslere
-Söyle, benimle ilgili aybı, ne dilersen
-Benden taraf helâldir, ne söylersen.
-Amma başkaları, makâma göre.
-Başkaca dilini tut, hâcet yoktur tekrara
-Şüphesiz Allah, fazl sahibidir ve minnet
-Ye ’se kapılma bu konuda, bana ittibâ et.
-Peygamberimize salât ediyorum, selâmla
-Güzellik yalnız O’nundur, bunu dedim, sen anla.[5-6-7]
Yetiştirmiş olduğu çok sayıda talebenin yanı sıra irili ufaklı bazı eserler de yazmıştır. Bunlardan ulaşabildiklerimizi kısaca tanıtmak istiyoruz.[6]
ed-Dâbıta fir-râbıta
ed-Dâbıta fir-râbıta, (Râbıtada usul) adını taşıyan on üç sayfalık risâle Molla Muhammed Şerif adında bir zâta yazılan uzunca bir mektup görünümündedir. Eserin ilk sayfasında yazılış sebebi şu şekilde açıklanmıştır: “Molla Muhammed Şerif’e selam ederiz. Râbıta-i Şerifenin Nakşibendiyye tarîkatında yeri çok önemli ve ehlinin nezdinde meşhur olup, kaynaklarda yeterince açıklanmıştır. Fakat biz burada kalbinize sebat ve itminanı kazandırmak ve şüphelerinizi dağıtmak üzere bazı eserlerden faydalanmak suretiyle kısaca anlatmaya çalışacağız.”[7]
Şeyh Seydâ, risâlesine Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin kardeşinin oğlu olan Şeyh Es’ad Sahip tarafından yazılmış “Nûru’l-hidaye ve’l-irfan” eserinden yararlanarak sonra meşhur bazı tasavvuf erbâbının eserlerinden nakillerde bulunmuştur. Bu nakillerde râbıtaya delil gösterilen âyet ve hadîslere işaret etmiş ve özellikle tasavvuf ehlinin konuyla alâkalı görüşlerine yer vermiştir. Hem aklen, hem kıyas yoluyla, hem de tasavvuf ehlinin icmâsıyla râbıtanın sabit ve tasavvufî eğitimde tecrübe edilen en faydalı metotlardan biri olduğunu da belirtmiştir.[8]
Eser 1956 yılında yazılmış, 1957 yılında basılmış ve Celal Yıldız tarafından tercüme edilmiştir.[9]
Kitâbu't-te 'lîf fit-te 'lîf
Hicrî 1376 tarihinde yazıldığı belirtilen yirmi altı sayfalık bir risaledir, Şeyh Seydâ'nın içinde yaşadığı topluma nasihatlerini ihtiva etmiştir. Birlik ve beraberliği bozulan, bu yüzden de güç kaybedip düşmanlarının oyuncağı haline gelen İslâm âleminin kanayan yaralarına vurgu yapan risâlenin adının, "ayrılan ve birbirine düşman kamplara bölünen toplum katmanlarının kalblerini telif etmek ve kalb vahdetini sağlamak" mânâsına gelmesi zaten konuyu iki kelimeyle özetlemiştir.[10]
Eserde birlik ve beraberlik vurgusu yaparken takvânın da önemine işaret ederek; onu her hayrın başı ve çıkış noktası olarak nitelemiştir. Hakikatı anlamanın en güzel yolu olarak kabalık ve şiddetten uzak durup güzel ve yumuşak bir üslup kullanmayı tavsiye etmiştir.[11]
et-Tasavvuf
Şeyh Seydâ'nın en hacimli çalışması olan bu eserin asıl adı 'Mâ Yetealleku bi't- tasavvufi mine'l- fetâvâ el-Halîliyye' dir. Adından da anlaşıldığı gibi eser, Kudüs müftüsü ve dönemin Şeyhülislâm'ı olan Şeyh Muhammed el-Halil'in (h. 1147) el- Fetâvâ el-Halîliyye adlı hacimli eserinde bulunan tasavvufla ilgili fetvâların bir araya getirilmesiyle oluşmuştur.[12]
Eser elli beş sayfadan oluşmuştur. İçeriğinde kerâmet, tevessül, raks ve deverân, ayakta zikir yapmanın hükmü, sesli zikir yapmak ve zikir esnasında deverân yapmak, sûfilere evliya denilmesi, kutup ve evtâd kavramları hakkında olmuştur.[13]
Tenbîhü'l-müsterşidm
Bu eserin tam adı şu şekildedir: Tenbîhü'l-müsterşidm ale'l-menâfii ve'l- mehâliki ala meytin min elfiyeti İbn Malik. Adından da anlaşılacağı gibi çalışma, meşhur dilbilimci İbn Malik'in (672/1274) gramer kaidelerini veciz bir şekilde işlediği Elfiyye adlı manzûm eserinin bir beytinin tasavvufî yorumudur. Toplam on sekiz sayfadan oluşmuştur.[14] Gazâlî’nin İhya eseri başta olmak üzere klasik tasavvuf eserlerinden yararlanarak hazırlanmıştır.[15]
Kitabu ahkami’l-envat
Altın ve gümüş olmayan paraya da zekâtın düştüğüne dair bir risâledir.[16] Genel olarak Şafii fıkhına göre hazırlanmış eser 59 sayfadan oluşmaktadır. Eserin tam ismi Kitabü ahkâmi’l- envât limen yündü ’l-ıttılâa alâ mâ fhi’l-verâu ve ’l-ihtiyât şeklindedir.[17]
el -Mecmeu ’s-sağir
1963 yılında Dımeşk’te Matbaatü’t-terakkide basılmış, altmış üç sayfadan oluşan bir eserdir. Günlük hayattaki karşılaşılan soru ve sorunlarla ilgili Şafii fıkhının fetvâlarından oluşmaktadır. Hacminin küçük olması nedeniyle el-Mecmau ’s- sağîr isminin verildiği belirtilmiştir. Eser, telef edilen emanetler ve malın tazmini, ortaklık, karz (ödünç verme), hibe akdi ve hediye, bey akdi (alışveriş), nezir (adak), helal ve haram gibi konuları içermektedir. Günümüz meselelerinden olan sigara ve hükmü hakkında şu ifadeler yer almaktadır: “Hakkında haram olduğuna dair bir delil olmadığı için içilmesi mubahtır ve bu cihetle alınıp satılan bir şey olduğu için kendisi müntefeun bihtir ve satışı sahihtir,”[18]
et-Tıbbu’n-nebevî
Rasulullah (s.a.v) Efendimizin tıpla ilgili hadislerinden bahseden bir risâledir.[19] Toplam yirmi üç sayfadan oluşan eser 1966 yılında İstanbul’da basılmıştır. [20]
Şeyh Seydâ el-Cezerî’nin bu risâle ve kitaplarının dışında şiirleri ve manzûmeleri mevcuttur. Bunlardan birinde, tasavvuf sistematiği içinde önemli bir yere sahip olan ve kısaca Ricâlu'l-gayb diye isimlendirilen, başta kutup olmak üzere üçler, yediler, kırklar şeklinde sıralanan mânevî şahsiyetlerden söz edilmiştir. Diğerinde ise, başta az yeme, az uyuma ve az konuşma olmak üzere, mânevî kemalât basamaklarını aşmak için uyulacak bazı temel prensipler ele alınmıştır. İki manzûmede de belâgat, dile hâkimiyet ve şiir kabiliyeti açık bir şekilde kendini göstermiştir. [21]
Fatih Musa ELMALI ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ 2019
-----------------------------
[1] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45, 46.
[2] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45, 46.
[3] 01/07/2018 tarihinde Samandıra İlim ve Sanat Vakfında Ömer Faruk Seyda ile yapılan mülâkat.
[4] Farkınî, Mektubat, s. 206.
[5] Farkınî, Mektubat, s. 165.
[6] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss.43, 44, 45,
[7] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 37.
[8] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45,
[9] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 11.
[10] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45,
[11] Baz, Şeyh Seydâ ve Seydâî Kolu, s. 85.
[12] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45, 46.
[13] Baz, a.g.e. ss. 85, 86.
[14] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ”, ss. 43, 44, 45,
[15] Baz, Şeyh Seydâ ve Seydâî Kolu, s. 86.
[16] Farkınî, Mektubat, s. 47.
[17] Baz, a.g.e. ss. 86-87.
[18] Baz, a.g.e. s. 87.
[19] Farkıni, Mektubat, s. 48.
[20] Baz, Şeyh Seydâ ve Seydâî Kolu, s. 88.
[21] Yüce, “Cizreli Şeyh Seydâ", ss. 43, 44, 45,