Haberin Kapısı

Şeyh Seydâ (KS) El-Cezerî’nin Sünnete İttiba Görüşleri

TASAVVUF

Nakşibendî tarikâtında sünnete ittibâ, hak ile bâtılı ayıran bir ölçüt olmuştur. Tasavvuf yolunda ilerlemek için Hz. Peygambere ittibâ etmek en önemli şartlardan biri olarak kabul edilmiştir. Şeyh Seydâ’da bu görüşte olduğunu hem eserlerinde hem de pratik hayatta göstermiştir.

Sünnet sözlükte “tâkip edilen yol, örnek alınan davranış, âdet, gelenek” gibi anlamlara gelir. Istılahta ise “Hz. Peygamber’den sâdır olan söz, fiil ve takrirlere” [1] verilen ortak addır. [2] Tasavvufun temelinde Kur’an ve sünnet modeli vardır. Çünkü Hz. Peygamber yazılı emirlerden oluşan Kur’an kitabının en önemli ve en büyük uygulayıcısı olmuştur. Bu yüzden tasavvuf ehli kişiler, aslî kaynak olan Kur’an-ı Kerim’i sünnete ittibâ ederek anlamaya ve yaşamaya çalışmışlardır. [3]

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden bir peygamber göndermiştir. O peygamber, onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları tezkiye eder, onlara kitabı ve hikmeti öğretir.” [4] Yine başka bir ayet-i kerîme de “Ey şanlı Peygamber, Rabbının katından sana indirilen şeyleri tebliğ et!" [5] buyurarak Hz. Peygamber’den Kur’an ayetlerini tebliğ etmesi ve hikmeti öğretmesi istenmiştir. Hikmetin ifâde ettiği manâ ise Hz. Peygamber’in ahlâkı, âdâbı, hâlleri yani kısaca sünnetinidir. “Allah’a ve Rasûlü’ne itâat edin/”; “Rasûle itâat eden Allah’a itâat etmiş olur.” gibi ayet-i kerimeler, bütün insanlığın Allah Teâlâ’ya itâatini emrettiği gibi Peygamberine itâati de zorunlu kılmıştır. [6] Hz. Peygamber’in getirdiğini kabul etmeyi, yasakladığından da kaçınmayı yine Kur’an ayetlerinden öğrenmekteyiz. “Peygamber size neyi verirse alınız/ O sizi neden men ederse ondan uzaklaşınız.” [7] ayet-i kerimesi de buna delil kabul edilmiştir. [8]

Allah Teâlâ inananlara, Hz. Peygamber’in ahlâkına (üsve-i hasene) uymayı, onun yolundan (sırât-ı müstakîm) gitmeyi ve izini tâkip etmeyi emretmiştir. Bunu birçok ayet-i kerime ile de delillendirebiliriz. [9] Hz. Peygamber’in sünnetine ittibâ etmeyen kimse, Kur’an’a da ittibâ etmemiş, aykırı hareket etmiş sayılır. [10]

İmam Rabbânî’nin oğlu Muhammed Ma’sûm, sünnete ittibâ etmeyi, hak ile bâtılı ayıran bir ölçüt olarak kabul etmiştir. Ona göre tarîkat şeyhi olan birinin, sünnete ittibâsı söz konusu değilse ondan uzaklaşmak gerekir. Cüneyd el- Bağdâdî de sünneti terkeden ya da hafife alan bir kimsenin ârif ya da zâhid görünmesine itibâr edilmemesi gerektiğini bildirmiştir. [11] Yine konuyla ilgili Muhammed b. Abdullah el-Hânî “bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görseniz onun bu hâline aldanmayın. Kendisinin Allah ’ın emir ve yasaklarına nasıl uyduğunu ve ilâhî hududu nasıl koruduğunu görmeden bu tür hâllerine itibâr etmeyin.” demiştir. [12-4-5-6-7-8-9-10-11-12]

Hz. Peygamber’e tâbi olmadan uygulanan “zühd, tevekkül ve tebettül" [13] uygun değildir. Bu kavramlar Hz. Peygamber’e ittibâ etmedikçe müride fayda sağlamaz. [14]

Gerek ilk devir sûfileri gerekse tarikat dönemi sûfilerinin sünnete ittibâ konusunda ortak bir fikir sahibi olduğu görülmektedir. Bu sûfilerin birçok olumlu söz ve tavsiyeleri aktarılmıştır. Çünkü tasavvuf yolunun esâsında sünnete ittibâ vardır. [15] Bu yolda şer’î kuralların dışına çıkarak hiçbir hedefe ulaşılamayacağı anlaşılmaktadır.

İnceleyebildiğimiz kadarıyla Şeyh Seydâ, mektup ve eserlerinde genellikle ayet ve hadis referanslı tavsiye ve ifadelerde bulunmuştur. Dualarını Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaptığı dualarla yapmıştır. [16]

Halifesi ve oğlu Şeyh Muhammed Nurullah’a yazmış olduğu bir mektubunda bolluk, bereket ve afiyetin zirvesinde olduğunu belirtmiştir. Bu güzel hallerin sebebini ise şu şekilde açıklamıştır: “Allah ’ın hamdi ve Rasulü’nün bereketi ayrıca mâlum olan bu kudsî vazifenin sırrı, ilim ve amelin, sünnet-i seniyyeye dört elle sarılmanın bereketi sayesindedir.” [17]

Şeyh Seydâ, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e vahyin gelişini de şu şekilde düşünmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vahyi Cebrail (a.s.)’ın kendisine inzâl etmesinden önce bu hükümleri Allah’tan aldığını belirtmiştir. Cebrail (a.s.)’in zâhiri bir vasıta olduğunu düşünmektedir. Bu düşünceye delil olarak da Askalani’nin Mevâhibu’l-Ledunniyye ve başka hadis kitaplarında bulunan şu hadis rivâyetini belirtmiştir: “Rabbim bana sual etti, ben ona cevap veremedim. Şekilden ve sınırdan berî olarak iki elini iki omzuma koydu. Soğukluğunu boynumda hissettim. Beni evvelînin ve âhirinin ilmine vâris kıldı. Bana çeşitli ilimleri öğretti. Bir ilmi gizlememi emretti. Benden başka hiç kimsenin bunu kaldıramayacağını bana bildirdi  [13-14-15-16-17] ve bu konuda beni seçti. Bana Kuran’ı öğretti, Cebrail’de bana bunları anımsatıyordu. Bir ilmi de özel ve genel herkese tebliğ etmemi emretti.” [18]

Netice olarak Nakşibendî tarikâtında sünnete ittibâ, hak ile bâtılı ayıran bir ölçüt olmuştur. Tasavvuf yolunda ilerlemek için Hz. Peygambere ittibâ etmek en önemli şartlardan biri olarak kabul edilmiştir. Şeyh Seydâ’da bu görüşte olduğunu hem eserlerinde hem de pratik hayatta göstermiştir.

Fatih Musa ELMALI ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ 2019

----------------------------------

  [1] Takrir, bir konuda sukût ederek o işi sessiz bir şekilde onaylamak demektir.

  [2] Murteza Bedir, “Sünnet”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2004, c. 38, s. 153.

  [3] Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, s. 50.

  [4] Cum’a suresi, 62/2.

  [5] Mâide suresi, 5/67.

  [6] Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, ss. 50, 51.

  [7] Haşr suresi, 59/7.

  [8] Yılmaz, a.g.e. s. 50.

  [9] Ahzâb suresi, 33/21; Zuhruf suresi, 43/43.

[10] Yılmaz, a.g.e. s. 52.

[11] Muhammed Ma’sûm, Mektûbât, c. 2, mno: 110, ss. 184, 185.

[12] Hânî, Behcetü ’s Seniyye, s. 153.

[13] Tebettül, tasavvufta müridin her şeyden yüz çevirip Allah’a yönelmesini ifâde eden bir terimdir.

[14] Muhammed Ma’sûm, Mektûbât, s. 185.

[15] Yılmaz a.g.e. s. 56, 57.

[16] Farkınî, Mektubat, s. 143.

[17] Farkınî, Mektubat, s. 138.

[18] Farkınî, Mektubat, s. 173.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.