Tasavvufî düşünce ve gelenekte varlık konusu, her zaman önemli bir yer tutmuştur. İslam’ın tevhîd ilkesi de bu konunun belirleyicisi olmuştur. Tasavvuf ilminde de bu ilke gereği “vahdet ve cem” anlayışı ortaya çıkmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Kaygılarını Tek’e indirenin diğer kaygılarına Allah Teâlâ’nın kefil olduğuna” [1] dâir hadisi de cem’ veya vahdet düşüncesinin temeline işaret etmektedir. [2]
Bir ile cem’ olmak ya da tevhid ve varlığın birliği ilkesi şeklinde ifade edilen düşünce “vahdet-i vücûd” ya da “vahdet-i şuhûd” adıyla meşhur olmuştur. Bu ifadelerden ilki, İbn Arabî (ö.638/1240)’ye ikincisi ise İmâm-ı Rabbânî (ö. 1034/1624)’ye izâfe edilmiştir. Her ne kadar bu düşünce İbn Arabî’ye izâfe edilmiş olsa da ilk dönem sûfilerinden de bu düşünceyi paylaşan ve kabul eden sûfiler de olmuştur. Muhammed b. Vâsi (ö. 127/744): “Hiçbir şey görmedim ki onda Allah’ı görmüş olmayayım.” Yine, Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 299/909)’de tevhîd için: “Kadîm’i muhdesten ayırmaktır.” Diye ifade ederek bu sûfilere örnek olmuştur. Gazzâlî’nin “O’ndan başka varlık yoktur" İfâdesi de adı konmamış bir vahdet-i vücûddur. Tevhid ve vahdet düşüncesi diğer bir adla “fenâ fillâh” olarak da ifade edilip anlaşılmıştır. [3] Ayrıca “vahdet-i vücûd”u sistematize ettiği öne sürülen İbn Arabî’nin kendisi de bu kavramı kullanmamıştır. Bu kavram İbn Arabî’den sonra ortaya çıkmıştır. [4]
Manevî kemâlât ve rûhî tecrübe neticesinde ulaşılan vahdet düşüncesi, genellikle vecd ve sekr hâlinde müşâhede edildiğinden, şeriatın zâhiri ile îzâhı zor terennümler şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim Bâyazid Bistâmî’nin “Ben kendimi tesbîh ederim, benim şânım ne yücedir.” Ya da “Cübbemin içinde Allah’dan başka bir şey yok.” gibi ifadeleri ve yine Hallac-ı Mansûr’un: “Ene’l Hak (Ben Hakk’ım)” ifadesi bu türden ifadelerdir. [5] Şeyh Seydâ, vahdet-i vücûdu; vakit seklinden ve hâl [1-2-3-4-5] galebesinden bilmiş ve bu hâl sahibini mazûr görmüştür. Ancak başkasının o kişiyi taklîd etmesini doğru bulmamıştır. Bu durumu sekr hâlinden bilip, şatahâttan etkilenmeyen kişiler haricinde olanların, konuya derinlemesine dalmasını uygun görmeyip haram olarak kabul etmiştir. [6] Ârifler sekr hâlinde söylenen sözlerin nakledilmemesi ve gizli tutulması gerektiğini ifade etmiştir. Ârif sekr hâlinden sahv hâline döndüğünde gerçekleşen tecrübenin ittihâda benzer bir hal olduğu bildirilmiş, ancak gerçek bir ittihâd olmadığı belirtilmiştir. Bu sekr hâlinin mecazî adı “ittihâd” olsa da hakîki adı “tevhîd”dir. Âriflerin bir kısmı, vahdeti ilim ve mârifet olarak bir kısmı da hal ve zevk olarak müşâhede etmiştir. [7]
Şeyh Seydâ, İmam Rabbânî’nin “Yer ile her şeyin Rabbi arasında ne ilgi var.” ifadesindeki düşünceyi benimsemiştir. Yaratan ile yaratılanın arasında asla bir ilgi bulunmadığını ifade etmiştir. Müridlerine; Allah’ı mahlûka benzetmekten sakınmaları ve tek müessirin Allah olduğunu unutmamaları hususunda çokça hatırlatmada bulunmuştur. [8]
Fatih Musa ELMALI ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ 2019
--------------------------------------
[1] İbn Mâce, Mukaddime, s. 23.
[2] Yılmaz, TasavvufMes’eleleri, s. 190.
[3]Yılmaz, a.g.e. ss. 191, 192.
[4] Yılmaz, a.g.e. s. 195.
[5] Yılmaz, a.g.e. s. 193.
[6] Farkınî, Mektubat, s. 204.
[7]Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, s. 195.
[8] Farkınî, Mektubat, s. 204.