Haberin Kapısı

Şeyh Seydâ'ya Göre; (KS) "Rabıta" Allaha Varmak İçin Bir Vasıtadır

TASAVVUF

Tasavvuftaki terbiye yollarından biri olan râbıta, insân-ı kâmil konumundaki şeyh ile kalbî irtibat kurmaktır. Şeyh, kendisine bağlanan mürîdi, önce Hz. Rasûl’de fâni olmaya sonra da asıl gâye olan Allah Teâlâ’da fâniliğe ulaştırır. Bu noktalar göz önüne alındığında râbıta, tasavvufta bir amaç değil, Allah’a ulaşmakta bir araç ve eğitim metodu olarak kullanılmaktadır.

Râbıta Arapça r-b-t kökünden türetilmiş ve “rabt eden” anlamına gelen bir kelimedir. Rabt ise “bağlamak” manasına gelir. [1] Kurân’da aynı kökten “ribât’, “murâbata”, “rabt-ı kalb şeklinde muhtelif kavramlar yer almaktadır. Ribât ve murâbata, “nöbet beklemek, cihada hazırlıklı olmak ve nöbet bekleme yeri” gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin sözlük anlamı dışında ıstılahî ve tasavvufî anlamları da mevcuttur. [2] Tasavvufî bir terim olarak râbıta “müridin ruhî terbiyesi için feyz alacağına inandığı kâmil bir şeyhin sûretini ve sîretini hayal gücünü kullanarak zihninde tasavvur etmesidir.” [3] Bu uygulamadan maksat şeyhin râbıtası yapılarak diğer dünyevî râbıtalardan kurtulmak ve mürîdin dâimâ huzûr-i ilâhîde bulunduğu duygusunu sağlamaktır. [4] Tasavvuftaki terbiye yollarından biri olan râbıta, insân-ı kâmil konumundaki şeyh ile kalbî irtibat kurmaktır. Şeyh, kendisine bağlanan mürîdi, önce Hz. Rasûl’de fâni olmaya sonra da asıl gâye olan Allah Teâlâ’da fâniliğe ulaştırır. [5] Bu noktalar göz önüne alındığında râbıta, tasavvufta bir amaç değil, Allah’a ulaşmakta bir araç ve eğitim metodu olarak kullanılmaktadır.

Râbıta

Geçmişten günümüze, üzerinde yoğun tartışmalar yapılmış ancak hakkında bir türlü ortak kanaate varılamamış bir konudur. Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyük bir kısmı müsbet yaklaşımda bulunsa da küçük bir kısmı da muhalefet etmiştir. Kimileri için vazgeçilmez bir terbiye metodu kimileri için de şirke götürecek kadar tehlikeli bir uygulamadır. Etrafında kıyametler koparılan bu tasavvuf meselesi, ilk devir sûfîlerince pek kullanılmayan bir kavram olduğu için bu kavrama bid’at gözüyle bakıldığı anlaşılmaktadır. [6-7]

Râbıtanın şeriate göre hak olduğunu ve uygulanabilir olduğunu doğrudan ya da dolaylı olarak gösteren çok sayıda âyet-i kerîme ve hadîs-i şerif vardır. Bunlardan biri “Ey iman edenler, Allah ’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” [7] ayetidir. Ayetteki “beraberlik” mutlak olarak ifade edildiğinden burada hem fiilî (gerçek) hem de hükmî beraberlik söz konusudur. Fiilî beraberlik sâdıklarla fizikî olarak aynı ortamı paylaşmak, aynı mecliste bulunmaktır. Hükmî beraberlik ise, onlarla aynı mekânda bulunmanın mümkün olmadığı zamanlarda sûret ve sîretlerini hayal ve düşünce yoluyla algılayıp fikrî, zihnî ve kalbî olarak onlarla birliktelik sağlamaktır. İşte bu ikinci birliktelik râbıta olarak yorumlanır. [8] Müridin şeyhinden istifadesi için sürekli onunla aynı mecliste olması ve zâhirî olarak görüşmesi şart değildir. Yani hükmî birlikteliği sağlayan mürid, şekilden mânâya geçişi sağlayarak, mürşidiyle manen bir beraberliği ve râbıtayı yakalamış olur. [9]

Şeyh Seydâ’ya göre de tasavvuf ve tarîkat eğitiminde râbıta uygulamasının önemi büyüktür. Onun kaleme aldığı “Ed-Dâbita Fi’r Rabıta” adlı risâle de bu konuyu detaylı olarak açıklamıştır. Şeyh Seydâ, risâlesine Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin kardeşinin oğlu olan Şeyh Es’ad Sahip tarafından yazılmış “Nûru’l-hidâye ve ’l-irfân”eserini kaynak göstererek konuya girmiştir. Şeyh Seydâ, râbıta için hem aklî hem de naklî delillerin mevcut olduğunu ve bununla ilgili âyet, hadis ve tasavvuf ehlinin icmâsının da olduğunu bildirmiştir. [10]

Şeyh Seydâ, Kuran-ı Kerim’den râbıtaya delalet eden delilleri şu şekilde açıklamaktadır: Maide suresinin 35. Ayet-i kerimesinde: “Allah’a ulaşmak için her türlü vesileyi/sebebi arayınız” ifadesinde geçen vesile kavramının umûmi olduğunu ve bütün vesile, sebep ve araçların bu kavramın içine girdiğini belirtmiştir. Allah’a varmak için şüphesiz en büyük vasıtanın Hz. Peygamber ve onun yolunu takip eden vârisleri ve insan-ı kâmil olan evliyâlar olduğunu belirtmiştir. Yusuf suresinin 108. Ayet-i kerimesinde: “De ki insanlara benim yolum şudur. Ben ve bana ittiba edenler açık ve net delillerle insanları Allah’ın dinine davet ederiz.” İfadesiyle Allah Teâlâ, başta Peygamber ve onun yolundan giden salih kulların takip ettiği yoldan gidilmesi gerektiğini emretmiştir. [11]

Şeyh Seydâ, sünnetten râbıtaya delâlet eden delilleri şu şekilde açıklamaktadır; Sahabeden Abdullah bin Amr bin el-As tarafından nakledilen sahih bir hadiste Hz. Peygamber mealen şöyle buyurmuştur: “Müminlerin ruhları bir günlük mesafe kadar birbirinden uzak da olsalar ve daha önce birbirlerini görmemiş de olsalar yine birbirlerini bulup kaynaşırlar.” (Müsned-i Ahmed bin Hanbel). Şeyh Seydâ, bu hadisin ifade ettiği anlamı, kalbî muhabbet ve ruhanî birliktelik olarak açıklamış ve tarîkat dilinde buna “râbıta” denildiğini ifade etmiştir. [12]

Şeyh Seydâ, icmâdan râbıtaya delalet eden deliller için şu açıklamada bulunmaktadır: “Râbıta tasavvuf ehlinin çoğunluğunun karar ve görüşüdür. Çünkü bunların cumhuru ve özellikle Nakşî tarîkatının önderlerinden Müceddidiye-Hâlidîye kolunun manevi liderlerinin tamamı icmâ halindedirler.” diyerek ifade etmiştir. [13]

Râbıta da son şer’î delil olarak ele aldığımız kıyas metodu için Şeyh Seydâ, şunları beyan etmektedir; vesile açısından abdest ile râbıta arasında ortak bir payda bulunduğunu ve rabıtanın abdeste kıyas edilmesinin gayet yerinde bir düşünce olacağını belirtmiştir. Tecrübe ve deneyimlerin fıkıhta önemli bir delil olduğunu da ifade eden Şeyh Seydâ, râbıta ile ilgili olarak daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanların Şeyh Es’ad Sahip Efendi’nin “Nûru’l-hidâye ve’l-irfân” adlı eserine başvurmalarını tavsiye etmiştir.[14]

Nakşibendî Tarîkatı önderlerinden Ebu’l Beha Diyauddin Şeyh Hâlid en- Nakşibendî el-Müceddidî, dostlarına gönderdiği bir mektubunda râbıta ile ilgili şu ifadelerde bulunmuştur: “Kulağıma ilişmiştir ki, hakikat sırlarından gafil olan bazı kimseler Nakşî tarîkatında râbıtanın yeri olmadığını ve sonradan, sözü edilen tarîkata bidat olarak sokulduğunu iddia ediyorlar. Yani râbıtanın aslı ve hakikatı yoktur diye tamamen inkâr ediyorlar. Hayır, hayır öyle değildir. Onun aslı ve esası bizce çok büyüktür. Nakşî tarîkatının vazgeçilmez kurallarından birisidir. Kur’an-ı Kerim’e ve Resul-i Ekrem’in sünnetine bağlılıktan sonra Allah ’a ulaşmanın en büyük sebeplerindendir. Önderlerimizin bir kısmı müridin seyr u sülûkunda sadece râbıtaya yer vermişlerdir. Bir kısmı da râbıtayla birlikte başka kuralları da devreye koymuşlardır. Ama hepsi ortak kanaat olarak; Fenâfillâh makamının mukaddimesi sayılan Fenâfişşeyh makamına ulaşmanın en yakın yolunun râbıta olduğunu beyan etmişlerdir.” [15]

İstiğase (sığınma) ve istimdat (yardım) konularında olduğu gibi râbıta konusuda da şirke sebep olacağı yönünde iddia da bulunup yayınlar neşredenler de olmuştur. Gerekçe olarak müridin şeyhini zihninde canlandırması ona ibadet ediyormuş gibi algılanmakta olup, o kişiyi şirke ve küfre soktuğu düşünülmektedir. Ancak Şeyh Seydâ’nın da ifade ettiği gibi râbıta, tasavvuf dilinde bir vesile ve sebep olup asla ibâdet değildir. [16]

Râbıta ile tarîkat pirleri ve Hz. Peygamberi derece derece düşünmek ve zihnî olarak tasavvur etmek, vesile açısından yapılmaktadır. Allah’ın huzuruna varmaya uygun bir hale gelinmesi ve kalbin temizlenmesi için bu sebeplere tevessül edilmiştir. Fıkıh kaynaklarında “Vesileler (araçlar ve sebepler) maksatların hükmünü kazanırlar” kuralı gereği, râbıtada maksat Allah’a ulaşmak ise -ki öyledir -buna vesile olan unsur olarak râbıtanın önemi ortaya çıkmaktadır. Vasıtalar da amaçlar kadar önem kazanmaktadır. Yine, tarîkat önderlerinden olan Şeyh Abdulgani en- Nablusî; “Mürid, şeyhinin suretini hayal ettiğinde ondan gerekli medet ve yardımı sağlama noktasında azami gayret göstermelidir. Çünkü müridin bağlı bulunduğu mürşid-i kâmil onunla Allah arasında vasıta ve vesilesidirdiyerek râbıtanın yapılışı ve maksadıyla ilgili açıklama da bulunmuştur. [17] Şu da var ki, ilâhî feyizleri doğrudan alan kimselerin mürşid râbıtasını terk etmesi vaciptir, yoksa bu onun terakkisine engel olur. Vuslata erdikten sonra da artık vasıtaya ihtiyaç kalmamaktadır. Fakat râbıtayı terk etmekle beraber mürşidine olan sevgi ve muhabbetini terk etmemelidir. Ona mensubiyetini devam ettirmelidir. Zira mensubiyet ve muhabbeti korumak; müşahedeyi artırarak Allah’la mükâleme (konuşma) ve ünsiyet makamına erdirir. [18]

Râbıta her ne kadar Nakşibendîyye Tarîkatı’na özgü bir uygulama olarak dikkat çekiyorsa da, aslında bütün tarîkatlarda uygulanan bir yöntemdir. Hatta insanın olduğu her yerde râbıta vardır diyebiliriz. Çünkü râbıta fıtrî ve tabiî bir olgudur. Tasavvufta râbıta, kâmil ahlâk sâhibi kişilerle kurulması istenen bir sevgi bağıdır. Sevenle sevilenin manevî birlikteliğidir. [19] Mürîd bu yolla suretten sîrete ulaşır ve şeyhinin hâliyle hâllenir. Nakşibendî Tarîkatı’nın, diğer tarikatlardan daha fazla önem verdiği râbıta, “şeyhin gıyabında şeyhle beraber olma” şeklinde özetlenebilir. [20]

Şeyh Seydâ’ya göre Rabıta

Râbıta Allah’a varmak için bir sebep ve vasıtadır. Hiçbir zaman amaç ve gaye olmamıştır. Maksat, Allah’a varmak için râbıta ile kalbi gaflet ve havatırdan kurtarmaktır. [21] Râbıta yapılırken ağyardan, mâsivadan ve Allah’ın dışındaki her şeyden arınma gerçekleşir. Ancak silsile yoluyla Hz. Peygambere kadar uzanan tarîkat pirlerini hayal etmek ve düşünmek bu mâsivaların dışında kabul edilmiştir. Bir müddet sonra bunlardan da uzaklaşarak Allah Teâlâ’ya ulaşma gerçekleşir. Böylelikle vasıta ve aracı olan her şey ortadan kalkar ve Allah’ın dışında hiçbir şey düşünülmeden tevhid inancının gereği meydana gelir. İlk etapta tarîkat pirlerinin zihinde canlandırılması kalbi gaflatten temizlemek amacıyla yapılmaktadır. Bu amaca ulaştıktan sonra görevleri biter ve asıl gaye olan Allah Teâlâ’ya yakınlık ve kurbiyet gerçekleşmiş olur. Eğer hedef Allah Teâlâ’dan başka bir varlık olursa o zaman bu uygulama şirke dönüşür. Tevhid inancına sahip olan bir kimseden asla böyle bir düşünce beklenemez. Râbıta uygulamasında tarîkat pirleri ve Hz. Peygamberin hayali bile vasıtadan öteye geçmemektedir. Râbıtanın, sağ ya da ölü olsun, bütün peygamberlerin ve evliyâların arasında mevcut olduğu ve devam ettiği de bildirilmektedir. [22] Râbıta uygulamasının süresi, tarîkat önderlerinin belirttiği gibi en az beş dakikadır ancak daha uzun da yapılabilmektedir. [23]

Râbıtanın başlangıç, gelişme ve sonuç evrelerini Şeyh Seydâ şu ifadelerle anlatmaktadır: “Her kim Allah ’u Teâlâ’ya ulaşmak için, O ’nun son Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 'yi vesile kılarsa ya da sahabelerini, vekillerini veya varislerini vesile kılarsa mutlaka, hedefindeki eve pencere ya da dam tarafından değil de normal ana kapıdan girmiş ve amacına ulaşmış sayılır. Kim hedefteki eve girmişse maksudu gerçekleşir. Maksudu hâsıl olan kişinin de vuslatı gerçekleşir. Vuslatı gerçekleşenin de mahbubuyla birleşmesi hâsıl olur. Birleşmesi hasıl olan da ana yörüngeye girmiş olur. Bu sefer ana yörüngeden sapmadan yücelmeye başlar ve makamları kat eder. Makamlara ulaştıkça da Allah’u Teâlâ’dan feyiz almaya başlar.” [24]

Şeyh Seydâ, deneyim ve tecrübelerini belirterek, “Rabıtada her ne kadar tarîkat pirleri ve Hz. Peygamber zihnen hayal edilse de, yaşayarak gördük ki bunların aracılığıyla mâsivadan sıyrılıp tamamen Allah ile birlikte olmaktayız, ruhumuz ve nefesimiz ondan başka hiçbir şey düşünmemekte ve hayal etmemektedir" diye ifade etmiş ve hedefe varmak için vasıta olan râbıtaya sarılmanın gerekliliğini bildirmiştir. Bu manada düşünüldüğünde, râbıtanın asla bir şirk, yani Allah’a ortak koşma eylemi değil, Allah’a ulaşmak için bir vesile olduğu ortaya çıkmaktadır. [25]

Şeyh Seydâ râbıta konusunda İmam Şa’ranî’nin “Nefahat" adlı eserine atıfta bulunmakta ve zikrin adâbını anlatırken yirmi kuraldan bahsetmektedir. Bu kuralların dördüncüsünde; “Mürid, zikre başlarken şeyhinin ve mürşidinin himmetini kalben talep ve istimdat etmelidir.” der. Beşinci kuralda da; “Mürid, şeyhinden himmet talep ederken bu talebin hakiki manada Hz. Peygamber (s.a.v) ’den olduğunu bilmelidir. Çünkü şeyh, müridin Peygamberle olan vasıtasıdır. Önce vasıtadan başlar, maksut olan Peygambere ve onun vasıtasıyla da Allah’a ulaşmaktır.” der. Yedinci kuralda ise; “Mürid, şeyhinin suretini düşünmeli ve gözü önüne almalıdır. Bu, Nakşî Tarîkatı nezdinde en kuvvetli zikir kurallarındandır.” diye ifade ederek, râbıtanın tarîkattaki önemine ve zikir metodlarından biri olduğuna işaret etmektedir. Yine Nakşî Tarîkatı önderlerinden Şeyh Tacuddin en-Nakşibendî “Risâle” adlı eserinde; “Mürid, dünya işlerinden boşalınca yeniden abdest alıp halvetgâhına girip oturduğunda ilk yapacağı iş, şeyhinin suretini tasavvur etmelidir. ” diyerek râbıta konusunda açıklama yapmıştır. [26]

Râbıta ve fenâ kavramları arasında doğrudan ve kuvvetli bir bağ bulunduğu söylenebilir. Vuslata ermek için şu üç mertebeye ulaşmak gerekir: fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ve fenâ fillâh. [27] Fenâ fillâh makamına ulaştıran ilk basamak fenâ fi’ş- şeyhtir. [28] Fenâ fi’ş-şeyhe ulaşmanın aracı ve bu yolların en kısası da râbıtadır. [29] Râbıtaya devam eden mürid “zamanla şeyhinin hal ve vasıflarının kendisine yansımasına” ve “şahsiyetinin onun şahsiyetinde erimesine” imkân sağlar. [30]

Netice itibâriyle Şeyh Seydâ, râbıtanın meşrû olduğunu savunan ve kabul eden, ehl-i sünnetten dört mezhebe bağlı birçok âlim ve fakih olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebini de râbıtanın delilini kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan aldığını belirterek bildirmiştir. [31] Râbıta uygulamasının, şirke sebep olduğunu düşünen kişilerin aksine tevhidi sağlayan ve tekâmül etmede en hızlı metod olduğunu düşünen bir mutasavvıftır.

Fatih Musa ELMALI ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ 2019

---------------------------------

[1] Âsım Efendi, Kâmus Tercümesi, c. 4, s. 3117.

[2]Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, s. 124.

[3]Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2009. s. 507.

[4] Yılmaz, a.g.e. s. 125.

[5]Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, ss. 125, 126.

[6] Yılmaz, a.g.e. s.124.

[7]Tevbe suresi, 9/119.

[8] Hâlid el-Bağdadî,Mektubât-ıMevlânaHâlid, der.: Esad Sahib, haz.: Dilaver Selvi, Kemal Yıldız, Ümran Yayınları, İstanbul 1993 mno: 4, s. 116.

[9] Hânî, Behcetü ’s Seniyye, s. 198.

[10] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, ss. 38, 39

[11] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 45.

[12] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. ss. 50, 51

[13] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 51.

[14] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 52.

[15] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. ss. 63, 64.

[16] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 10.

[17] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, ss. 41, 58.

[18] Hânî, Behcetü ’s Seniyye, s. 187.

[19] Yılmaz, a.g.e. ss. 125, 126.

[20] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 22.

[21] Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 39.

[22] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 51.

[23] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 40.

[24] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, ss. 49, 50.

[25] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 42, 43.

[26]Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 58.

[27] Hâlid el-Bağdadî, Risale-i Halidiye, Mecd-i Tâlid, Şemsü ’ş-Şümus, haz: Yakup Çiçek, Sey- Tac yay., İstanbul 2004, s. 22.

[28] Bağdadî, a.g.e. s. 128.

[29] Hânî, Behcetü ’s Seniyye, s. 197; Seydâ el-Cezerî, a.g.e. s. 64.

[30] İrfan Gündüz, “Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul 1992, sayı: 7-10, s. 248.

[31] Seydâ el-Cezerî, Rabıtada Usul, s. 49.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.