Haberin Kapısı

Sosyal Hayatta Norşin Dergâhı

TASAVVUF

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde toplumun yaşam tarzı ve gele­neklerinin merkezinde medreseler ve dergâhlar var olduğunu söyleyebi­liriz.

Bu gelenek yüzyıllara dayanmasına rağmen özellikle 1845’lerden iti­baren bölgede bulunan beyliklerin kaldırılması neticesinde daha da güçlü hale gelmiştir. Buna göre dergâh şeyhleri ve medrese seydaları, Osmanlı Devleti döneminden beri süregelen bir geleneğin gereği olarak, Cumhuri­yet döneminde ise dini konularda devlet mercilerine duyulan güvensizli­ğin sonucu olarak otorite haline gelmişlerdir.

Diğer dergâhlar gibi Norşin Dergâhı da özellikle aşiretler arasında meydana gelen kavga ve tartışmaların, kan davalarının, arazi sorunları­nın, ailevî ve adlî sorunların çözümünde ilk ve son müracaat yeri olarak görülmüş ve verilen kararlara asla itiraz edilmemiştir. Bu yönüyle sos­yal barışın ve huzurun ikame ve idamesinde etkili olmuşlardır.[1] Norşin dergâhının güçlü şeyh ve müderrisleri, ayrılan kolları, medrese mezunları ve dergâh müntesipleri göz önünde bulundurulduğunda bölgede bulunan diğer dergâhlara göre daha geniş bir alanda etkili olduğunu görmekteyiz.

Bu çerçevede, Abdurrahman-ı Tâğî, dergâhın kuruluşundan kısa süre sonra bir değirmen yapılmasına öncülük eder. Ancak bir süre sonra ya­kınlarda bir değirmen olduğunu öğrenir ve bunun üzerine eğer değirmen yapılırsa çevreden herkesin kendi değirmenine gelmeyi tercih edeceğini düşünerek başkasına zarar vermemek adına işçilere gerekçesini söyleyerek inşaatı durdurur ve yapılan kısmını da yıktırır.[2]

Abdurrahman-ı Tâğî, vefatından iki yıl önce, bizzat başında durarak ve kontrol ederek Murat nehri üzerinden üç gözlü bir taş köprü yapılması­na öncülük etmiştir. Bu nedenle 4 Zilhicce 1304/1884 tarihinde Osmanlı Devleti tarafından “Üçüncü Rütbeden bir kat’a Mecidî Nişânı” ile ödüllen­dirilmiştir.[3]

Norşin medresesi ve dergâhı mezunları bölgede geniş bir halk kitlesinin irşadıyla onların dini bir hayat sürmelerine yardımcı olurken özellikle Bitlis, Siirt, Muş, Ağrı, Van, Hakkâri bölgesinde uzun yıllar resmî olmayan, köy hal­kının desteği ile imamlık ve müderrislik yapan din adamları yetiştirmiştir.

Takriben 1875 yılında, Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî tarafından kurulan Nor­şin Dergâhı, halen faal olan Nakşbendî-Hâlidî merkezlerinden biridir. Nakşbendî-Hâlidî yolunun bir geleneği olarak dergâh ve medrese hizmetleri­nin birlikte yürütüldüğü ve genellikle tasavvufî hayatın medrese tahsilinden sonra tercih edildiği uygulama Norşin’de de güçlü bir şekilde takip edilmiştir.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanu­nu ile medreselerin ve 1925 yılında Tekkelerin kapatılması, Anadolu’nun batı illerinde fiili olarak yürürlüğe girmiş ancak yönetimin uzak olduğu Doğu ve Güneydoğu illerinde batıda olduğu kadar etkili olamamıştır. Zira il ve ilçe merkezlerinden daha tenha olan köylere doğru kaymıştır. Böy- lece 1924-1950 yılları arasında gizli ve tenha mekânlarda tedris ve irşad faaliyetleri zor şartlar altında da olsa devam etmiştir.[4] Ancak, yaygın bir dini geleneğin yasaklanması ve bu yasağın fiili takibatının sıkı bir şekilde yapılması, bölge müderrisleri ve talebeleri yanında, günlük hayatın bütün iş ve sorunlarını onlara bağlı olarak yürüten ve çözen halkın da tepkisine neden olmuştur. Neticede bu durum, bölge halkıyla devlet arasında günü­müze kadar giderilememiş bir güven probleminin oluşmasına yol açmıştır.

Bu şartlar altında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan medrese ve dergâhlarının son yüzyılına baktığımızda, yalnız medrese olarak hiz­met yürüten mekânların genel olarak kapandığı yahut sayısının azaldığı, medrese ve dergâh hizmetlerini birlikte yürüten mekânların ise varlıkla­rını devam ettirdiklerini görmekteyiz. Bunun nedeni, çok güçlü ve değişik bölgelerden sivil bir desteğinin var olmasıdır. Norşin Dergâhı da bu özel­liklere sahip bir dergâhtır. Norşin Dergâhının önemi ve üstlenmiş olduğu rolü maddeler halinde şu şekilde özetleyebiliriz:

Abdurrahman-ı Tâğî’nin hilafet verdiği on dokuz halifesi ve kendi ha­leflerinin yetiştirdiği halifelerle Norşin Dergâhı’na bağlı çok sayıda şube açılmış ve bunların her biri ayrı bir ekol haline gelmiştir. Bunların en önemlileri, Erzurum’da Taşkesenli ve Çokreş Dergâhları, Erzincan’da Kır- tıloğlu Dergâhı, Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Ohin Dergâhı, Siirt’te Zokayd Dergâhı, Suriye’de Hazne ve Tel Ma’rûf Dergâhı, Bitlis’te Kasrik ve ardın­dan Adıyaman’da Menzil Dergâhı’dır. Bu şubeleriyle Norşin Dergâhı, Ana­dolu Nakşbendî-Hâlidî geleneğinin merkezî dergâhlarından biri olmuştur.

Kurucusu Abdurrahman-ı Tâğî başta olmak üzere kendisinden sonra sırasıyla meşihatını ve müderisliğini üstlenen Şeyh Fethullah-i Verkânisî, Şeyh Muhammed Ziyâuddîn, Şeyh Masum, Şeyh Maşukve Şeyh Nureddin Mutlu gibi şahsiyetler âlim ve ârif olmaları yanında karizmatik kişilikleriy­le dergâhın tanınmasına katkı sağlamışlardır.

Norşin Dergâhı, ilmî geleneği ve tasavvufî açıdan güçlü yönüyle olduğu gibi coğrâfi olarak da gerek kendisinden ayrılmış kollarla gerekse bölgede hizmet yürüten diğer dergâh ve medreseler açısından da merkezî bir konu­ma sahiptir. Bu yönüyle de en önemli uğrak ve ziyaret noktalarından biridir.

Norşin Dergâhı ve medresesi, özellikle Cumhuriyet döneminde, Said Nursî, Şefik Arvâsî, Molla Sadreddin Yüksel, M. Mazhar Taşkesenlioğlu, Halil Gönenç, Şeyh Alaaddîn Ohînî, Şeyh Asım Ohinî, Molla Salih-i Butî, Mehmet Emin Er, Ali Arslan, Ahmet Meylânî, Molla Hasip Seven, Mol­la Muhammed Şirin, Mehmet Çağlayan, Abdulkerim Saruhan ve halen Tillo’da medrese geleneğinin en büyük temsilcileirnden biri olan Molla Burhan Mücâhidî gibi şahsiyetlerin yetişmesine vasat olmuştur.

93 Harbi olarak bilinen Osmanlı Rus Savaşı’nda, Şeyh Ubeydullah’ın 1880 yılında İran üzerine yürümesinde, özelikle Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda Norşin Dergâhı şeyh ve müridleri gönüllü milis güç­lerinde yer almış hatta milis komutanı olarak görev yapmışlardır. Mu- hammed Ziyauddîn’in Birinci Dünya Savaşı’nda dergâhı ile birlikte vatan

müdafaasında bulunması ve bu uğurda bir kolunu kaybetmesi onun sos­yal çevresine vermiş olduğu mesaj açısından çok önemlidir. Zira o dönem Doğu ve Güneydoğu medrese ve dergâhlarında tedris ve irşad hizmeti yü­rüten âlim ve sûfîlerinin özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu topraklarını savunmayı, İslâm’ı ve Sünnîliği savunmak olarak görmüş ve bu nedenle büyük çoğunluğu bu mücadelede yer almışlardır. Bu durum, Kürt aşiretlerinin 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim ile birlikte hareket etmelerini hatırlatmaktadır.

Norşin dergâhı ve medresesi, siyâsî olduğu kadar zihnî ve duygusal sav­rulmaların ve ayrışmaların da yaşandığı Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş yıl­larında gerek medrese ve tekkelerin kapatılmasına kadar geçen süreçte, ge­rekse sonraki süreçte ortaya koyduğu tavırla birleştirici bir rol üstlenmiştir.

Doç. Dr. İbrahim Baz/Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

-------------------------------

[1] Medreselerin sosyal hayattaki yeri hakkında bz. Murat Akgündüz, Osmanlı Medreseleri, İstanbul: Beyan Yay., 2004, s. 98; Abdusselam Uluçam, “Van ve Çevresindeki Osmanlı Medreseleri”, XIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 2002, s. 784; Çiçek, age, s. 133-152.

[2] Korkusuz, age, s. 91.

[3] Muş Vilayetinden teklif yazısı şu şekildedir: “Üstâdiye gibi masârıfâtı tarafından tesviye ve teşvikât-ı lâzime ile Bulanık kazâsında kâin Kara Ağıl ve Bitlu karyeleri arasında Murad Nehri üzerinde üç gözü şâmil kâgir olarak metîn bir köprü hulefâ-yı Nakşibendiyyeden Şeyh Abdurrahman Efendi tarafından ahâli yardımıyla müceddeden inşâ edilmiş ve ikibin (2000) kuruş masârıf vukû’u tahmînen anlaşılmıştır. Maâmafih, köprü-yi mezkur vilâyet-i celîleleriyle bura ve Erzurum vilâyetinin kervânıyla ebnâ-yı sebîli memerrgâhında

vâki’ olmakla cümlenin menâfı’ını mucib bir âsâr-ı hayriyyeden ma’dûd olub hazîneye dokunmaksızın şeyh-i mumaileyhin külliyetli sarfiyyâtla nezâreti tahtında olarak şu sûretle inşâ ve itmamına himmetleri muvaffakiyet-i ‘aliyye-i cenâb-ı vilâyetpenâhîleri eser-i feyz-i bâhiresi semeresi bulunmağla ‘arz-ı teşekküre ve şeyh-i mumaileyhin bu bâbtaki sa’yi ve ihtimâmı şâyeste-i nazar-ı ‘âtıfet bulunduğunun ‘arz ve ifâdesine cür’et olunur. Ol bâbta ve her hâlde emr u fermân hazret-i men lehu’l-Emrindir. Nâfi’a Nezâret-i Celîlesine” Bk. BOA. İ.DH. 962.97124.

Teklifin kabulüne dair yazı ise şu şekildedir: “Ma’ruz-i Çâker-i Kemîneleridir ki Resîde-i dest-i ta’zîm olan işbu tezkire-i sâmiye-i sadâretpenâhîleriyle melfûf evrak manzur-i ‘âlî buyurulmuş ve ber vech-i isti’zân mumaileyhin taltîfi hususuna irâde-i seniyye-i cenâb-ı tâcdârî şerefmüte’allik buyurularak evrak-ı ma’ruze i’âde kılınmış olmağla ol bâbta emr u fermân hazret-i veliyyu’l-Emrindir”. Bk. BOA. İDH. 76124; Korkusuz, age, s. 121.

131 Abdulğani Mutlu, “Norşin’li Şeyh Masum”, Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler Sempozyumu (5-7 Ekim 2012), Muş 2013, s. 76.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.