Yeryüzü mutfağında bulunan şeyler, ilâç kutularına aktarılarak, ağız değilmenine sevkedilirler. Oradan da boğaz yoluyla mide rafinerisine nakledilirler. Bu rafineride, onların bir kısmı, asli unsurumuz için ayrılır, şehvet rayları üzerinde yürütülerek, rahim laboratuvarımn teminatına havale edilirler. Oradaki tahlil ve terkib sonucu, Cenab-ı Hakk’ın “RAB” ve “HAKİM” isimlerinin planı üzere donatılırlar. “CEMİL” isminin kalemiyle “MUSAV- VIR” isminin haritası üzerinde çizilerek, şekil kazanırlar. Gizlilikleri sezecek duygularla ve en ince şeylerin gerçeklerini gösterecek aynalarla donatırlar. Artık bu sağlam köşk, kalp ve akıl nöbetçileri aracılığıyla küfür ve tesadüf gibi düşmanların girmesinden komnur. Bileşimleri ayn ayn olan bu ilk parçalar, toplanarak ilahi emre boyun eğmenin ve kulluğun izhar edileceği sahaya gitmek üzeredirler.
Her dakika, her saat, her gün, her hafta, her ay ve her sene, bütün parçalarımızın yenilenmesi, dünya sakinlerinin umumi intikaline, bu da kendisini meydana getiren maddelerin eskimesiyle dünyanın fani olduğuna ve netice olarak bütün bunlar, genel anlamdaki haşre ve neşre delalet eder. Unsurlarımızda, maddelerimizde, bütünümüzde, parçalarımızda, başlangıçlarımızda, sonuçlarımızda, gaye ve şekillerimizdeki birlik, bizim zerre ve hücrelerimizde dolaşan ilahi kudretin birliğine ve tekliğine delalet eder.
Büyük-küçük bütün varlığımızla önemli ve önemsiz her konuda, Ona karşı ihtiyaç içinde bulunmamız, Onun ilah olduğunu gösterir. Onun bize yansıyan zenginliği de, bizim “zayıf" Onun ise “Gani; zengin” ismiyle vasıflanmış bulunması sebebiyle daima miskinliğimizi ve Onun kudret eline son derece muhtaç olduğumuzu ifade eder. Bütün bu sayılan konularda, Cenab-ı Hakk’ın hükümlerindeki hikmet düsturlarının kalıplarına son derece muntazam bir şekilde dizilişimiz, Onun rahmetle dolu bir Rab oluşu nedeniyle anılan şeylerin hepsinin ilahi bir kanun çerçevesi içerisinde yürümesi, Kur’an’ın hüküm ve kurallarına göre amel etmemi - zin vacip ve lüzumlu olduğunu kesin bir şekilde ortaya koyar.
Kökünden kurutup helak edici ihtilafın, akıl ölçülerine ters düştüğü, kat’i delil ve kesin tecrübeyle sabittir. Cenab-ı Hakk’ın: “Garip, gözleri görse bile kör gibidir.” şeklindeki meşhur kaidenin parmağı ile dâvayı mühürleyip tasdik eden garipliğimize, geçmişte, gelecekte ve şu anda yardımcı olması, bizim de ölü ve cansız şeylerden sıyrılıp, hayatın yumuşaklığına çıkmış olmamız, yine başlangıçtaki o acizliğe döneceğimizi simgeler.
“Nâ’büdü: sana ibadet eder ve kulluk ederiz.” kelimesindeki “Nun” harfinin noktası, itaat ve boyun eğme açısından Allah’ın saltanatının son derece büyük olduğuna işaret etmektedir. Diğer bütün varlıklar da bizimle birlikte gözlere değil, gönüllere açık olan görülmez düstûrlarıyla yaratılış kanunlarına göre ibadet etmektedirler. Nitekim, bu konuda Cenab-ı Hak, şöyle buyurur: “ Onların her biri, kendi niyaz ve teşbihini bilir.” (1). Yani, o varlıklardan her biri, kendi yaratılış kanunlarına göre itaatle hareket etmeyi, ona göre dönüp dolaşmayı, asli maddelerinde, başlangıç ve sonuçları itibariyle, sentezlerine, analizlerine ve ortaya çıkışlarına göre kendi lisanı halleriyle teşbih etmeyi bilirler.
Yine bu “Nun” harfinin noktası, Allah’ın emrine boyun eğmenin, en yüce itaatlerin izhar edildiği meclislerde yapılan hitaplarda bütün varlıkların vekilliğini ve önderliğini yapması dolayısıyla insanın en şerefli mahluk oluşunun da simgesidir. O, aslında bir nokta olduğu halde, bütün varlıkların kucaklaşması, karşılıklı anlaşması, tüm işlerinde bir tek eksen etrafında dolaşırlarken yardımlaşması dolayısıyla bir tevhid dizisidir. Onların hepsi de kendilerinde gizli bulunanbirlik ve uluhiyet cilvelerindeki şifreler silsilesiyle bir noktada toplanmışlardır.
Bilinmeli ki, kalp, gayba ve manevi aleme açılan bir kapıdır. Akıl ise, zahire ve maddi aleme açılan bir kapıdır. Öyle ise, birinciyi İkinciyle aramak sapıklık, İkinciyi birinciyle aramak da gaflet ve cehalettir. Bunu inceden inceye düşünmek gerek.
Şu da bilinmeli ki, Peygamber (SAV) canlı, mücessem bir Kur’an olduğu gibi, Kur’an da manevi bir peygamberdir.
Ey kendi nefsini tanımayan kişi, küçücük bir çekirdeği, ufacık bir yaprağı minnacık bir damlayı ve zavallı sivrisineği küçümseme. Çünkü onlar, Cenab-ı Hakk’ın hükümranlık sırlarını taşırlar. Onlar, kendilerini manevi kanunlarla idare eden bir yaratıcının, yaratıcılık mührü ile mühürlenmişlerdir. Yaratılış konularıyla büyük yaratıcılarına ait olan sanatkârlık imzası ile imzalanmışlardır. Bu dumm ise, tam ve büyük bir rahmete delalet eder.
Onların aynalarında, kudret ve hikmet sahibi, ezeli ve ebedi olan Allah-ü Teala’mn zati tecellileri görülmektedir. Onlar, tıpkı kainat kitabının sayfalarındaki satırlar için örnek olabilecek küçücük harfler gibidir.
Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Çekirdekler ve Gerçekler
Tercüme: Abdullah Yücel
----------------
(1) Ayetinin tamamı, mealen şöyledir: “Göklerde ve yerde bulunan varlıkların, kanatlarım çırparak sıra sıra uçan kuşların, Allah’ı teşbih ettiğini görmez misiniz? Onların herbiri, kendi niyaz ve teşbihini bilir. Allah da, onların yaptıklarım çok iyi bilir. (Nur : 41)