Zikir hem muhabbetullahın hem de marifetullahın sebebi olup müminleri sadece cennete değil, cennetle birlikte Cemalullah’a da kavuşturur. Vuslat yolunda Hakk’a mutlak surette saliki erdirir. Zikrullah mânâ merdiveninden kulu Cenab-ı Hakk’a vasıl eder. Öyle ki, kul zikrullah sayesinde, İsminin, Sıfat-ı Barisinin ve Zatının tecellileri ile Rabbini tanımaya başlar. Bu tanıma marifet ilmi dediğimiz ilmin kesbine vesile olur ki, böylelikle kul Allah’ın sevgisine vasıl olur.
Muhabbetullah kulu ihata ettikçe artık kul daim zikir ile Rabbini zikretmeye başlar. Bu halde kul zikrullah ile bütün makamları seyretmeğe başlar. Bu vadide Tasavvufi Hakikatler’de Abdulkadir İsa der ki: “Çatı duvar üzerine, duvar da temel üzerine oturduğu gibi, her makamın da bir temeli vardır. O temel de zikirdir. (Tercüme: Ahmed Serdaroğlu; s. 63)
Zikir lügatta anmak, hatırlamak, düşünme, adı geçmek, hatırından çıkarmamak, hatırlayıp icra etmek mânâlarına gelir.
Istılahta ise, insanı Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametini düşünmeye, düşündürmeye sevketmek mânâlarını taşıdığı gibi, birçok yerde Kur’an, namaz, oruç, hatta peygamberler anlamına da gelir. Hususî mânâda zikir en yaygın olarak, tekbir, tehlil, tesbih, salavat ve vird gibi kelimelerle Hakk’ı anmak anlamına gelmektedir.
Bütün bu mânâlar tetkik edildiğinde zikrin iki mânâsının ağırlık kazandığını görürüz:
1. Unutulan şeyi hatırlamak,
2. Unutmamak için sürekli hatırda tutmak.
Zikirde aslolan birinci mânâ olup ikincisi de bu hal içindir.
Unutulup da Hatırlanmak İstenen Nedir?
Cenab-ı Hak ile kulları arasında, ruhlar ile Elest Bezmi’nde bir ahidleşme olmuş, bir misak gerçekleşmişti. Ruh, dünya âlemine gelişinden sonra, beden kafesi içerisindeki hali ve nefsânî perdeleri Rabbiyle arasını kesince o ilk meclisi hatırlamaz oldu. Ancak bu hal devam ederse, kul buhran ve bunalımdan kurtulamaz, belki de niçin yaratıldığının hikmet ve sebebini kavrayamaz. Zikir ile insan o ezelî ahidleşmedeki halini hatırlayıp kulluğunun mânâsını idrak eder. Kur’an-ı Kerim, misakta verilen söze ters düşmeyi “ahdi bozmak” olarak beyan ediyor: “Onlar ki söz verip bağlandıktan sonra Allah’a verdikleri sözü bozarlar.”
Bu sebeple insanlık çeşitli yollardan Elest Meclisi’ni hatırlama babından Allah’ı zikre davet edilir. Peygamberlerin ve peygamber varislerinin yaptığı da budur. Kur’an-ı Kerim’de de bu husus vurgulanır:
“İlk yaradılışı bildiniz. Bu bir gerçek. O halde hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz?”
“Hatırlat, zikre davet et. Çünkü hatırlama müminlere fayda getirir.”
İnsan, ibadetlerin özü olan zikrin meyvelerini bu vadide toplamaya başlar ve hatta mahlukata hükmeder. Nitekim, Muhammed Bakır Hazretleri, “Yıldırımlar, müslim ve gayri müslim herkese isabet eder. Bunun tek istisnası Allah’ı zikreden kimselerdir.” buyurmak suretiyle bunu ifade etmektedir.
Zikir ve türevleri ikiyüz kırk yedi ayette geçmektedir. Bu ayetlerin yirmidört tanesinde zikir kelimesi iki kere; iki tanesinde de üç kere geçmektedir. Buna göre zikir kelimesi ve türevleri Kur’an-ı Kerim’de ikiyüz seksen bir (281) kere geçtiği çıkmaktadır.
Zikrin hangi anlamı alınırsa alınsın, hepsinin birleştiği ortak nokta Allahu Teala’nın hatırlanmasıdır. Kulun bütün varlığı ile Allah’a yönelmesinin tezahür şekli zikirdir. Bu zikir, dilin telaffuzu, aklın tefekkürü, kalbin Cenab-ı Hakk’ın feyiz ve tecellilerine ermesi halidir. Kulun tam mânâsıyla Allah’a yönelmesi, Allah’ın kudreti önünde eğilmesi, mutlak anlamda kulluğunu ilan etmesi demektir.