Haberin Kapısı

Bir Su Damlacığının Hikâyesi

YAŞAM VE ÇEVRE

Belki bu dünyadaki yaşantımız için yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı hikâye oluşturmak mümkün olabilir. Ancak başrolde kim olursa olsun yaşama bir su damlacığı olarak başlaması da ya­şamının son bulmasıyla toprağın altına konması da değişmeyecek­tir. Yani aynı başlangıç, aynı son, farklı hikâyeler.

İlk Yanşımız...

Küçük bir su damlacığıyım ben. Kimsenin önemsemediği, haberdar dahi olmadığı. Oysa ne potansiyeller barındırıyorum içimde. Hele bir kazansam şu yarışı işte o zaman herkes görecek benim kim ol­duğumu. Sabırsızlanıyorum. Sanki on beş milyar yıldır bu anı bek­liyorum. Daraldım, artık ortaya çıkmak istiyorum.

Heey diye haykırmak. Ben de varım. Buradayım. İşte bakın ar­tık ben de dünyadayım! Hâlâ bekliyorum. Çok sıkıldım. Oyle çok bekledim ki kaçarı yok kesin ben kazanmalıyım yarışı. Myonlarca rakibimi geçerek ve yüzlerce kilometre yüzerek birinci olmalıyım. Ben bunu hak ediyorum...

İlk evimiz...

Çok yoruldum ama kazanacağım. Şurada bir tabela var: “Fallop Tüpü”. Galiba bu bir tünel. Buradan gidersem belki kestirme bir yol bulurum kendime. Amma da uzun bir tünelmiş. Nereye çıkıyor acaba? İşte orada bir tabela daha gördüm! “Rahme gider”. Şansımı denemeliyim. Bir şey kendine doğru çekiyor beni.

Of başım çok ağrıyor. Ne oldu bana? Neredenim ben. Çok ka­ranlık burası. Çok sessiz. Arkadaşlarım nerede? Kimse yok mu?

Asılı kaldım bu duvarda. Çok sıkılıyorum bir çıkış yolu bulmalı­yım. Hayalini kurduğum dünya bu mu yoksa? Ben daha iyi bir yer hayal etmiştim oysa...

Kendimde bir değişim hissediyorum bu aralar, ne oluyor bana? Karşımda yanıp sönen ışıklar var sanki. Tam okramıyorum ama bir şey yazıyor. Tamam, gördüm sanırım. Preembriyonik aşamaya geldiniz yaayor . ita hafta boyunca sizi biz ağırlayacağız. Bu sırada hücreleriniz çoğalacak. Faikttve huzurlu ita hafta geçirme­nizi dileriz. Of ne zaman biter bu iki hafta. Onca milyar yıl bek­ledim ama o süre bile şu iki hafta kadar uzun gelmemişti bana.

Embriyonik aşamaya hoş geldiniz. Hücre tabakalarından temel organların ortaya çıkmaya başlayacağı bu aşamada altı hafta boyunca birlikte olacağız. Altı hafta mı? İnanamıyorum, bu ne ya. İki hafta zor dayandım zaten şimdi altı hafta nasıl beklerim? Galiba hiç bitmeyecek bu süre…

Fetal aşama devresindesiniz. Bu aşamanızın sizin için oldukça zevkli geçeceğine inanıyoruz. Rahat bir şekilde arkanıza yaslanıp gelişmeleri gözlemleyebilirsiniz. Bu aşamada yüzünüz, elleriniz ve ayaklarınız oluşmaya başlayacak, dış görünüşünüzün belirginleştiğini hissedeceksiniz. Yaklaşık otuz iki hafta kadar misafirimizsiniz. Bu süre zarfında açık büfe mutfağımız size hizmet verecek. Daha önce tatmadığınız lezzetler ile ikramlarda bulunacaktır. 

Yaşasın işte bu! Doğru yerdeyim. İnanamıyorum. Ama ne, otuz iki hafta mı? Sadece otuz iki hafta yaşamak için mi bekledim bunca zamandır.
Bütün ömrüm bu kadar mı? Peki, sonra ne olacak bana? Ölmek istemiyorum daha bu genç yaşımda. Daha doyamadım dünyaya…


Geçici evinize hoş geldiniz…

İçimde bir huzursuzluk bedenimde bir sancı var bu ara. Sona yak­laştım ve yakında ölüyorum galiba. Dursana ne yapıyorsun? Çe­kiştirip durmasana. Sana söylityorum çek o ellerini üzerimden bak fena olacak sonra... Heey kime söylüyorum? Bırak şu başımı. Ne istiyorsun benden? Ölmek istemiyorum ne olur kesmeyin yaşamla bağımı, ayırmayın beni huzurlu dünyamdan.

Çekin şu ışığı gözümün üzerinden. Kim bunlar ne diye sevi­niyorlar böyle? Hey size söylüyorum gülünecek bir şey mi var? Ölüye saygısı kalmamış kimsenin. Neredeyim ben? Ne kadar çok ses ve gürültü var burada. Kim bu etrafımdakiler? Ölümümü kut­luyorlar galiba.

Heey bırak şu bacaklarımı. Vurup durma popoma. Bak avazım çıktığı kadar bağıracağım şimdi. Siz istediniz bunu alın bakalım. In- gaaaa. Bu ne ya, nasıl bir ses bu böyle, benden mi çıktı bu ses. Dur bir daha deneyeyim. fogaaa. Ne yaptınız bana böyle? Kimim ben?...

Şimdi anlıyorum ki annemin karnı değilmiş yaşayacağım dünya Öldüğümü sandığım anda meğer doğmuşum gerçek dünyada. Ama alışamadım henüz çok sıkıntılı geldi bilmem neden burası bana.

Of çok sıcak burası. Amma da sarıp sarmaladınız beni. Da­raldım yemin ederim. Ağzıma tıkıştırıp durmasanıza şu biberonu. Ben sanki beslenmesini bilmiyorum. Siz mi beslediniz beni kırk haftadır?

Şu annem olmalı. Gözleri çok sıcak bakıyor. Şu da kardeşim herhalde beni boğacak gibi duruyor. Nasıl bir yer burası. Lütfen bana söyler misiniz neden beni yerimden ettiniz?...

Şimdi Okullu Olduk...

Bu gün okula başlıyorum ve tam altı yaşına bastım. Altı koca yıl. Annemin karnında geçirdiğim kırk haftayı hatırladım bir an. Tüm ömrümü o kırk haftadan ibaret sanmıştım. Altı koca yıl geçti göz­lerimi açalı şu koca dünyaya. 

Ve okuldayım. Sınıf arkadaşlarım ile tanıştım. Topu topu 20 kişiyiz sınıfta. Geçmişi hatırladım bir an. Myonlarca arkadaşımı geçerek birinci olduğum o günlerimi. Bu 19 kişi mi benden daha başarılı olacak? Mümkün değil. Ben en iyisiyim...

Bıktım artık ödev yapmaktan. Sabah erkenden ıranıp okula gitmekten. Okumak istemiyorum ben. Hem öğretmenimi de sev­miyorum zaten hep kızıyor bana sınıfta. Teneffüsler de çok kısa za­ten. Arkadaşlarımla oynayamıyorum. Çok sıkıcı bu okul.

Annemler üniversiteyi de okumalısın diyorlar. Yoksa iyi bir iş bulamaz ve yüksek bir maaş alamazmışım. Şöyle bir hesaplıyo­rum da aşağı yukarı on beş yıl var üniversiteyi bitirebilmem için. Mümkün değil bu süre geçmez. Bittim ben.

Mezuniyetim var bugün. Tam yirmi bir yaşındayım. Annem ile babamı daha iyi anlıyorum şimdi. iyi ki onları dinleyip üniversi­tede okumuşum. Bir sürü arkadaşım oldu. ileride hepsi iyi birer iş sahibi olacaklar. Belki birlikte bir iş bile yapabiliriz. Şimdi iş bu­lup biraz para biriktirmem lazım. Malum Defne ile birbirimizi se­viyoruz ve evlenmeyi planlıyoruz.

Yeni bir iş yeni bir dünya...

Tam bir yıl oldu. iş aramaktan yıldım ama henüz bir iş bulamadım. Çok mutsuzum. Bunca yıl boşuna mı okudum yoksa? Bunca öğ­rendiğim bilginin hiç mi değeri yok? Maillerime bir bakayım bari ne var ne yok. işte bu! Geçenlerde görüştüğüm iş yerinden bir mail gelmiş ve beni ikinci görüşmece çağırıyorlar. Çok heyecanlıyım. Çok iyi görünmem ve kendimi onlara ispatlamam gerek. Hemen hazırlıklara başlamalıyım.

Kaç lira dediniz? Ben yanlış duydum herhalde. Haftalık mı bu önerdiğiniz para yoksa kötü bir şaka mı? 800 TL maaş ile işe mi başlanır? Ben üniversite mezundum. Yabancı dilim de var.

Işyerimdeki bir yılımı doldurmak üzereyim. Günde ortalama on saat çalışıyoruz. Iki saatim de yollarda geçiyor. Galiba bu gi­dişle Defne ile evliliğimiz bir hayal olmaktan öteye geçemeyecek. Oysa ne çok seviyoruz birbirimizi. Evet, bir çare bulmam gerek. Ama ne? Tamam, gidip patron ile konuşup maaşıma zam isteyip aksi takdirde istifa edeceğimi söyleyeceğim.

Hayır efendim, şey yani öyle demek istemedim aslında. Tabi ki efendim siz nasıl isterseniz. Eee. Şeyyy. Yok, tabii ki çalışmak istiyorum. Emredersiniz hemen işimin başına dönüyorum. Hiç bu kadar yerin dibine battığımı, mutsuz ve çaresiz olduğumu hatırla­mıyorum. Çok sıkıldım. Burası çok sıkıcı. Başka bir iş bulmam ge­rek. Hemen ilanlara bakmalıyım.

Yok, yok, yok! Bana uygun bir iş ilanı yok. Para kazanmanın bir yolunu bulmam gerek. Patronumdan daha güçlü ve zengin ol­malıyım. Anladım ki bu dünyada paran yoksa itibarın da yok. Tek istediğim bir evim bir de arabam olsun. Defne ile evlenip yuva ku­ralım. Çocuklarımız olsun. Insan hayattan başka ne bekleyebilir ki?

Maaşı daha iyi bir iş buldum sonunda. Ama eski iş yerimdeki çalışma şartlarını arar oldum. Dosyalardan başımı kaldıracak vak­tim yok. Neyim ben modern bir köle mi? Ne diye bu kadar yükle­nip dururlar ki insana...

Üniversiteden mezun olalı tam sekiz yıl oldu. Yirmi dokuz ya­şına bastım. Eski hareketliliğim azaldı sanki, kendimi büyümüş his­sediyorum. Beni tek mutlu eden şey artık Defne ile evlenebilecek olmamız. Yakında onu ailesinden istemeye gideceğiz, çok mutlu­yum. Acilen bir ev bakmam gerek.

Evleniyoruz...

Son üç ayım ev bakmakla geçti. Ayaklarıma kara sular indi. So­nunda bir yerde karar kıldık ama aslında çok da hoş bir yer değil.

Eski ve sıkıcı bir yer. Bir sürü eşya almamız gerek. Ev aksesuar­ları, avize ve perdeler...

Aşkım ben de en güzeli olsun istiyorum ama bak bunların fi­yatı daha Itygun bunu alsak olmaz mı, hepsi aynı işi görmttyor mu en nihayetinde? Neden daha fazla para verelim yok yere? Kavga, gürültü, patırtı. Evlendik en sonunda. Evlmizdeyiz...

Masraflarımız arttı. Gelirimiz giderlerimizi karşılamaz oldu. Yeni bir iş bulmam gerek. Maaşı daha dolgun. Defne diyor ki her sene aynı tatili yapıyoruz. Mete ile Esra geçen seneki tatillerini yurtdışında geçirmişler, biz neden gitmiyoruz? Haklı galiba, daha iyi bir iş bulmam gerek. Daha iyi bir hayat yaşamak için daha çok para kazanmalıyım. Ama nasıl?

Annem diyor ki çok şımartıyorsun bu kızı. Hesabınızı bilin bi­raz. Biz babanla kıt kanaat geçinip yetiştirdik abinle seni. Saçımızı süpürge ettik okutalım diye ikinizi. Ama anne devir değişti ihtiyaç­lar arttı diyemiyorum ki. Belki de annem haklıdır. Ama bir ben mi haksızım? Ne istiyor, ne bekliyorum ki şu hayattan bir evim bir de arabam olsa yeter, başka bir şey istemem.

Kırka vardık nihayet...

Geçen cuma 40 yaşına bastım. iyi bir işim, çoğunlukla mutlu giden bir evliliğim, bir evim ve bir de arabam var. Defne ile bir çocuğu­muz oldu. Adı Ali. Çok sevimli kerata tıpkı benim küçüklüğüm. Oyunlar oynuyoruz onunla. iş yerindeki tüm yorgunluğumu unut­turuyor bana. Defne kendisine de bir araba alma zamanının gel­diğini düşünüyor. Çok or oluyormuş arabasız. Taksitleri de yeni bitirmek üzereyim. Ama belli ki yeni bir araba ödemesi daha baş­layacak. Ne yapalım gerçekten ikinci bir araba şart. Öderiz artık.

Ali büyüyor. Evimiz küçük olduğundan artık sığmamaya başla­dık. Bu koca binalarla sarılmış şehir sokaklarında oynamak müm­kün değil. Yeni bir eve geçmemiz şart. Defne’ye aldığımız yeni ara­banın taksitleri daha bitmedi. Hele bir bitirelim yeni eve de geçeriz.

Ali okula başlıyor. Defne tüm arkadaşlarının çocuklarını özel okula verdiğini ve kendi çocuğunun da iyi bir eğitim alması için özel bir okula gitmesinin gerektiğini söylüyor. Hani haksız da de­ğil neticede, Ali bizim her şeyimiz. Ve tüm hayatımızı ona adadık. iyi bir eğitim almalı. Ama okul parasını ilk durduğumda dudağı­mın uçukladığını hiç unutmuyorum. Şaka yapmıyorum, gerçek­ten uçukladı dudağım. Yeni bir yük biniyordu sırtıma ama ne ya­palım. Hayat işte, insan hayattan ne bekleyebilir ki. Çoluk çocuğu rahat etsin. Mutlu olsun yeter.

Koşuşturmaca içinde geçen hayatın sonunda... Merdiveni elliye dayadım sayılır. Hayatın yorgunluğu omuzlarımın sızısında gizli. Sanki yıllar daha mı çabuk geçiyor ne! Tutamaz ol­dum zamanı. Ellerimin arasından kayıp gidiyor. Yeni evimize ta­şındık. Ali okuluna devam ediyor...

Bugün ilk defa kalbim tekledi ve doktora gittim. Çok yormuş ha­yat sizi, artık dinlenmelisiniz, dedi doktor. Ama yeni evin taksitleri var, dinlenme lüksüm yok henüz. Emekli olunca dinleniriz artık.

Küçükken sanki dertlerim de küçüktü. Bürüdüm de ne oldu de­mek geliyor içimden. Hayatımda hep bir şeylerin eksikliğini hisset­tim durdum ama ne olduğunu bir türlü bulamadım. Herhalde yanlış yerde aradım mutluluğu. Eski günlerim geldi bir anda aklıma. Çok eski. Popoma ilk şaplağı yemeden önceki günlerim. Ekmek elden su gölden geçinip gidiyordum ne güzel. Yediğim önümde yemedi­ğim ardımda. Derdim de tasam da yoktu. Çok sıkıcıymış bu ha­yat. Bir düşündüm de galiba hayatımda en rahat ettiğim yer o ka­ranlık küçücük odaymış. Sıcak, huzurlu ve rahat.

Şöyle bir hesap yaptım kendi kendime. 60 yaşındayım şu an. Günde 8 saat uluyarak ömrümün 20 yılını utkuda, ortalama 8 saat çalışarak bir 20 yılımı da işte geçirmişim. Yeme, içme, gezme, yol, trafik, telefon, internet, eğlence derken kalan 20 yılı da tüket­mişim. Bir an durup şunu sordum kendime: “Ben gerçekten yaşa­dım mı?” ya da “Böyle bir hayat yaşamak için mi var oldum?” Ya da neden bu sorudu tüketilmiş bir ömrün sonunda sordum ken­dime? Hakikaten kısa bir masal gibiymiş insan hayatı. Bir varmış bir yokmuş.

Veson...

Neredeyim ben burası neresi. Neden bu kadar karanlık hiç ışık yok mu? Herkes nerede? Bu tahtalar da neyin nesi? Kim attı üzerime bu toprağı? Ne oldu bana? Çok karanlık, çok sessiz burası. Ailem nerede? Dostlarım? Kimse yok mu?...

Asanların bityük çoğunluğu benzer şekilde tıpkı bir yaprak mi­sali savrulur durur yaşam içinde. Oyle sıkı bağlanır ki hayata, bir gün öleceğini unuttuğu gibi ölüm sonrasıyla ilgili de kayda değer bir hazırlık yapmaz kendine. Oysaki ömür; anne karnı ile toprak altındaki iki karanlık arasında yakılan bir kibrit alevi gibidir. Alev almasıyla sönmesi an meselesidir.

Belki bu dünyadaki yaşantımız için yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı hikâye oluşturmak mümkün olabilir. Ancak başrolde kim olursa olsun yaşama bir su damlacığı olarak başlaması da ya­şamının son bulmasıyla toprağın altına konması da değişmeyecek­tir. Yani aynı başlangıç, aynı son, farklı hikâyeler.

Peki, sizi farklı kılan ne? Siz nasıl bir hikâyeniz olsun ve bu hikâyenizin sonu nasıl bitsin istiyorsunuz? Ölümle yüzleşmeden önce yüzleşin kendinizle.

"Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık. Sonra onu çok dayanaklı bir karargâhta bir damlacık yaptık. Sonra o damlacığı bir embriyo halinde yarattık, sonra o embriyoyu bir et parçası halinde yarattık, sonra o et parçasını bir kemik halinde yarattık ve nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah’ın kudret ve sanatı ne yücedir! Sonra siz bütün bunların ardından mutlaka öleceksiniz. Sonra siz kıyamet gününde yeniden diriltileceksiniz." 23 Müminun Suresi Ayet 12-16

EMRE DORMAN

İNSANLAR UYURLAR ÖLÜNCE UYANIRLAR

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.