Evlerimiz vardı bir zamanlar bir katlı; topraktan yapılmış.
Aslımızdan yani tenimiz olan topraktan. Özümüzden yani bizden evlerdi onlar.
Bir giriş kapısı vardı, bir salonu, çok odası olsa da tek bir sofrası vardı bu evlerin.
Evdeki herkes bir halkanın çevresinde çevrelenirdi sofrada. Aynı tastan çorba içilir, aynı tabağa kaşık sallanırdı bir birine saygı ile. Yemeklerin çeşidi az lakin lezzeti çoktu.
Ekmeğimiz yufka idi yüreklerimiz gibi... Nazikti sözlerimiz.
Başkasını rahatsız etmemek değil, bilakis başkası için rahatsızlık duymanın adı idi nezaket o günlerde. İncitmemek maharetten sayılmazdı, incitenden incinmemekti kamil olmanın adı.
Bunların hepsi evlerde öğrenirdi.
Ev ocaktı. Gelenekti...
Geçmişin külleri değil, közü idi bu ocakta yaşayan, yanan. Hamlıklarımızı pişiren. Yakan...
İşte o evlerin bir büyüğü okurdu, evin başköşesinde duran.
Evin bütünlüğünün ve birliğinin sembolüydü bu büyük.
Gelirken eve doğru, bir öksürdüğünde herkes kendine çeki düzen verirdi.
Sonra bir bahçesi olurdu bu evlerin. Taze terelerin yeşil soğanların, nazenin nanelerin yetiştiği.
Renkli meyvelerin dallarında sallandığı bir bahçe.
İşte o günlerde ten topraktı, ev topraktı, bahçeler topraktı.
İşte o günlerde yazmış ve söylemişti Aşık Veysel "benim sadık yârim kara topraktır" türküsünü.
İşte o günlerde toprak almayı değil vermeyi öğreten bir muallim, bir mürşid idi.
Toprak ana idi o günlerde, karşılıksız veren...
Bir de sokakları vardı bu evlerin sımsıcak. Evler kadar...
Çocukların eviydi bu sokalar. Oyuncaklarını kendilerinin yaptığı parkları, sınırlarını ev duvarlarının çizdiği sahalarıydı...
Kavgalar da burada yapılırdı, barışlardı burada.
Sokaklar hayattı o günlerde.
Seher sihirliydi o günlerde. Bereketti... Bundandır ki gün doğumunda açılırdı bu sokakların bakkalları.
Sabahlar şerifti o günlerde...
Akşam olurken bekleyiş durağına dönerdi sokaklar.
Çocuklar babalarını, kadınlar kocalarını, sevgililer yarini...
Babalar ellerinde filelerle göründüğünde sokağın başında, kırlangıçlar gibi bir hizada dizilmiş kadınlar, teker teker kalkar ve kanat vururdu evinin erine doğru, elindekini almak için.
Çocuklar oyunlarını bozar babasının bacağına sarılır, elini tutar, eline bakardı.
Gözlerine baktığında babasının içine akardı. İçinin de içine...
Sokak sevgi demekti işte o günlerde. Sokak sevgili...
Şimdi evlerimiz beton, yollarımız beton.
Dahası kalplerimiz beton.
Bundandır öfkemiz ve ötekini görmememiz.
Bundandır hırsımız ve hasedimiz...
Suyu önce iten, sonra ancak yüzeyinde tutan beton gibi olduk; başkasının sözüne, acısına, gözyaşına...
Taşa döndük...
Bizim Yunus'un dediği gibi;
İşidin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer,
Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer"
Eski toprak evlerimizin boyası badana idi bembeyaz, şimdi apartmanlarımız kıyafetlerimiz gibi renkli ve süslü.
Eski evlerin bir haremi, yani hayatı olurdu önünde.
Herkesin hayatı haremi idi.
Kalın duvarların arkasında saklanan. Şimdi apartmanlarda yirmi santim var aramızda...
Lakin yakınlıktan öyle uzak ki..
Necip Fazıl'ın dediği gibi;
Üst üste insan türü,
Bu ne hayat, götürü!
Yakınlıktan ötürü
Kaçıp gitmiş yakınlık...
Hasılı apartmanlar aslımızı apardı. Aslımızdan kopardı.
Biz bize uzak olduk.
Komşuya nasıl yakın olalım...
Bizi ya toprak toparlar.
Ya da bizi ancak toprak paklar...
Ne mutlu gönlü toprak olanlara...