Bundan bir süre ünce bir yazı kaleme almıştım. “Bajare Mem u Zîn: Cizre” başlığını taşıyan. Bu yazı şöyle başlıyordu:
“Şehirler medeniyetlerin sütunlarıdır. Şehirliler de şehrin... Medine medeniyetimizin anasıdır. Ve Medine'nin mayaladığı Bağdat ve Buhara, Şam ve Şiraz, İstanbul ve İsfahan, Kahire ve Konya, Semerkant ve Sivas, Basra ve Bursa, Endülüs ve Erzurum, Kudüs ve Kufe medeniyet coğrafyamızın sütunları ve sembolleridir. Her biri bir yönüyle taşır yükünü. Bir sütun da Cizre’dir. Cezerî diye bilinenlerin şehri: Cezîretü ibn Ömer. Bir adı daha var bu şehrin, Bajare Mem u Zîn; Mem ve Zîn'in şehri. Bajar Kürtçe şehir demek. Mem Mehmet, Zîn ise Zînet. Kürt edebiyatına ilgisi olmayanların az bildiği tarihte eşine az rastlanan bir aşk destanı. İşte bu nedenle Cizre aşkın ve âşıkların şehridir. Molla Molla Ahmed Cezerî bu âşıkların pîridir. Dîvânı da bir aşk destanı...
Mem u Zîn; Romeo ve Juliet, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun gibi âşıklar kervanının bir çifti...
Mem u Zîn; Tek hece, üç harf ve beş noktanın, bir sarmaşık gibi insanı nasıl sarıp sarmaladığının serüveni…”
Bu yazıdan bir süre sonra bir yazı daha kaleme almıştım. “Ruhu soyulan Şehir: Cizre” başlığı altında… 1200 yıllık tarihine dair derin notlar okudum bu kadim şehrin yüreğimde bıraktığı onlarca onulmaz acıdan yalnız birkaçını dile getirmek istemiştim. Yazı şöyle bitiyordu:
“Nihayet Kadim Cizre... Bugünkü Cizrelilerin çoğunun bilmediği ve yalnız tarihi ile gurur duydukları Cizre... Surların dışına taşmış ve şehir olma özelliği yitirmiş, kentleşmiş yani gundleşmiş şehir. 820’li yıllarda Ömer b. Tağlib tarafından imarı yapılmış bugün o eski halinden eser kalmamış şehir... Dörtyol meydanında Molla Ahmed Cezerî’nin bir rölyefi yerine, Orhan Doğan'ın rölyefinin durduğundan her içinden geçtiğimde içimi acıtan şehir... Botan bölgesinin merkezi... Ben bugünkü Cizre'yi hiç sevemedim. Bir şehrin ölümüne ilk defa böyle canlı şahid oluyorum. Ruhu bedeninden sanki soyuluyor.... Âh nerde o dünün Cizre'si.. Ceziret-i ibn Ömer...
Bu şehrin artık bir Zîn'i yok ki ben Mem olayım. Faki Teyran artık "ey dilber" demiyor ki ben aşktan söz edeyim... Şimdi medeniyetin kusmuğu beton bloklarının kuşattığı dar sokaklardan ve kaçak mazot kokusundan başka ne kaldı... Neyse ki Şırnak'a geçerken Dicle serinleten bir selam veriyor... Elveda Cizre...”
Bu yazıdan sonra uzun zamandır içerisinde durmak istemedim ve nazlı bir sevgiliye küser gibi küstüğümden ve sitem ettiğimden uğramadığım Cizre’ye, bugün yeninde uğradım. Saatler geçirdim… Sanki Cizre sitemime içerlemişçesine karşıladı beni. Süslenmiş, ağarmış, aydınlamıştı. Eğri büğrü yolları düzelmiş, Dörtyol olarak bilinen meydandaki kasvetli park, şehrin acık bir meydanı olarak yeniden düzenlenmeye başlamış. Kaymakamlık binasının çevresine yapılan yollar, yılların acısını dindirecek güzellikte.. Hem mühendislik hem de mimarlık acısından örnek bir uygulama olmuş. Bütün Cizrelilerin uzun yıllardır şikâyet ettiği ve “Şu Dicle başka şehirde olsa neler yapılır” dediği Dicle’nin yapılan parklar bir güzelin koynuna takılan kolye gibi… Cizre’nin yalnız bu günü imar edilmemiş, tarihine de el atılmış. İçerisinde sayısız âlim ve ârifin yattığı, ancak bakımsızlıktan birçok tarihi mezar taşının kırıldı ve hatta çalındığı asri mezarlık iki büyük aydınlatma ile aydınlatılmış ve kameralarla kontrol altına alınmış. Dahasını saymıyorum. Varın siz de dolaşın. Daha neler neler göreceksiniz. Ruhu soyulan şehrin bugün yeniden dirilişine şahit oldum.
Bugün çocuklar gibi şen oldum. Çünkü bir şehrin dirilişi, bir medeniyetin dirilişinin ayak sesidir. Bu sesi ve izi bırakan adımların sahibi ilçe kaymakamı ve aynı zamanda belediye başkanı Sayın Ahmet Adanur… Yüzyıllar sonra şehri ikinci kez imar eden kişi olarak tarih kitaplarında anı anılacaktır. Kendisine şükranlarımla birlikte bir de teklifim var. Sözde sevilen ancak hakikat ve niyette unutturulan “Cizre’nin Yüzleri”ni lütfen yeniden Cizre’nin asli kimliği haline getirin. Göreceksiniz kısa sürede Cizre bir cazibe merkezi olacaktır.