يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَإِنْ تَسْأَلُوا عَنْهَا حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ تُبْدَ لَكُمْ عَفَا اللَّهُ عَنْهَاۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
“Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir, Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkar etmişlerdi” (Maide 101-102))
Kaynaklarda bir hutbe esnasında bazı Müslümanların Resûlullâh’a nesepleri (babaları) ve onların ahiretteki durumlarıyla ilgili soru sormaları (Buhârî, Tefsîru Sûreti’l-Mâide, 12; Mevâkîtu’s-Salât, 11) bazılarının haccın her yıl farz olup olmadığını sormaları (İbn Mâce, Menâsik, 2) ve genel anlamda Resûlullâh’a gereksiz yere soru sorulmasıyla ilgili (Buhâri, Fiten, 15, İ’tisâm, 3) rivayetler yukarıda mealleri verilen ayetlerin nüzul sebebi olarak gösterilir. Ravi: Enes
Hz. Peygamber (sav)’e sorular sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, birgün minbere çıkıp (öfkeyle): “Sorun, her sorunuza cevap vereceğim!” dedi. Cemaat bu sözü işitince, korkuyla başlarını öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular. Enes (ra) devamla dedi ki: “Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu. (Kimseden ses çıkmıyordu). Derken, münakaşa falan ettiği zaman, babasından başka birisine nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: “Ey Allah’ın Resulü! Babam kimdir?” dedi. Resulullah (sav): “Baban Hüzafedir” buyurdu. Hz. Ömer (ra) de: “Rabb olarak Allah’tan, din olarak islam’dan, peygamber olarak da Muhammed’den razıyız. Fitnelerden Allah’a sığınırız” dedi. Hz. Peygamber (sav) de: “Hayır ve şer her ikisinin de bugünkü kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim, Bana cennet ve cehennem gözle görülecek hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm” dedi. (Bir rivayette şu ziyade var: “… Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi.Kaynak: Buhari, Tefsir, Maide 12, Rikak 27, İ’tisam 3; Müslim, Fedail 134-138, (2359); Tirmizi, Tefsir, Maid
Bu ayette insanların sosyal ilişkileri açısından büyük hikmetleri vardır. Ayrıca insanın olur olmaz her şeye karışmaması veya üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokmaması demektir.
Bu bir ilişkiler manzumesidir. Yani gündelik hayatımızda üstümüz olan insanlarla ilişkiler kurarken veya eşimizle, arkadaşlarımızla bile konuşurken bizi verecekleri cevap noktasında rahatsız edebilecek ikilemdeki soruları sormamak gerektiğidir. Biz bu soruları sorar ve bunun karşılığında verilen cevap hoşumuza gitmezse aramızdaki uhuvvet sona erebilir. Yani beni seviyor musun? diye sorsak ve o da sevmiyorum dese nasıl oluruz?
Verilecek cevaplar eşit durumdaysa kendimizi riske etmemeliyiz. Ya da patronumuza ya beni ya onu tercih et diye zorlarsak ve oda bizi tercih etmezse iyi mi olur? Halbuki olayı kendi mecrasına bırakırsak belki orada daha uzun süre kalır ve ilişkileri düzenleyebiliriz.
Bir diğer çıkarabileceğimiz bilgi de: Henüz vakti gelmemiş, kesinleşmemiş bir konuda hemen kararlar vermemektir. Yani olayın kesin olarak ortaya çıkması, bütün yönlerinin görülmesi sonucunda karar vermek en doğru sonuca bizi ulaştırır. İlk Müslüman nesil bu metodu ve amacını çok güzel kavramıştı. Onlar, bir olay meydana gelmeden onunla ilgili hüküm vermeye yanaşmazlardı. Temel ilkelerin ve söz konusu edilen meselenin sınırları dışına çıkmazlardı. Böylece sorunun ve onunla ilgili hükmün önemini ve ilahî eğitim metodu ile paralel yürümesini sağlıyorlardı.
Hz. Ömer henüz pratik bir ihtiyaç haline gelmeyen konularda soru soranlara lanet okuyordu. Darimi Müsned’inde Hz. Ömer’in bu tavrına yer verir. Zühri’den aldığı bir rivayette ise, kendisine bir soru sorulduğunda Zeyd b. Sabit el-Ensarî, “Böyle bir şey oldu mu?” diye, söylerdi. Eğer onlar, “Evet oldu” derlerse, o konuda bildiğini söylerdi. Eğer “olmadı” derlerse, “Bırakın da olsun” derdi. Ammar b. Yasir’den aldığı bir rivayette, Ammar’a bir soru sorulmakta, Ammar: “Böyle bir şey meydana geldi mi?” diye sorduğunda; “Hayır” cevabını alınca, “Bırakın meydana gelsin. Meydana geldiğinde onu halletmek için hemen harekete geçeriz” karşılığını vermektedir.
Bu aynı zamanda İslam eğitim metodudur. İslâm’da bilgi, gerçek bir ihtiyaca karşılık vermek ve bu gerçek ihtiyacın sınırları dahilinde kaldığı sürece önemlidir. Kur’an-ı Kerim, sırf bir akideyi yerleştirmek, sırf bir yasa konmak için gelmemiştir. Akide ve yasa ile beraber, bir ümmeti eğitmek, bir toplum meydana getirmek, kendisinin oluşturduğu bir akıl ve ahlâk sistemine göre insanları oluşturmak ve yetiştirmek için gelmiştir. Yani iyi, ahlaklı, edepli ve kamil insan da yetiştirmeye çalışmıştır. Bugün çokça kullanılan “domuz eti yemenin günah olduğuna dikkat ettiğimiz gibi, kul hakkı yemenin de günah olduğuna dikkat etseydik” gibi klişe sözlere zaten İslam cevap vermiş ve erdemli insan olmak ile ilgili bir çok ayet getirmiştir. Ama maalesef bunu gören kim?
İşte bu nedenle onlara soru sormanın adabını, araştırmanın sınırlarını ve öğrenmenin yolunu gösteriyor.
Ayrıca soru soracak veya istişare edeceğin kişileri iyi seçmemiz de gerikir. Yani öyle kişiler olmalı ki onların görüşlerini gönül rahatlıkla kabul edebilmeliyiz. Eğer istişare sonucu hoşumuza gitmeyen bir sonuç çıkıyorsa şura ehline güvenilmiyor demektir. O zaman başka uzmanlardan oluşan aklı selim ve konuya hakim kişilerle istişare edilmeli veya karara uyulmalıdır… Peygamberimiz uhud savaşında istişare etti ve hoşuna gitmemesine rağmen kararına uydu… Ama herkesle istişare edilmez. İstişareye ehil olmalıdır, adam alim olabilir ama o konunun uzmanı değildir. Bu nedenle istişare ehli demek sadece alim olan kişi demek değildir, aynı zamanda konunun uzmanı olmak demektir. Hz. Ömer, kadınların özel durumları ile ilgili meseleleri kızı Hafsa’ya (aynı zamanda Peygamberimizin hanımı olduğu için onu tercih ederdi. Belki Peygamberden bir şey duymuş ya da görmüş diye) sorardı ve ona göre karar verirdi.
Toplumsal ilişkide bazen şom ağızlılık yüzünden başkaları da zarar görebiliyor. Örneğin bir işletmede çalışıyorsunuz. Orada patronunuza veya müdürünüze bazı kişilerin işe geç geldiğini söyleseniz, o zamana kadar esnek davranan amirin bu söz üzerine otoriteyi kaybediyorum endişesiyle (halbuki o da farkında ama göz yumuyor) mesai sistemini sıkı takibe başlar, giriş ve çıkışlarda imza alır. Geç gelenlerin maaşlarından kesebilir. Yani yaptığınız bir boş boğazlıktan dolayı başkaları da zor duruma düşebilir. Buradaki olayı sadece peygamber veya vahiy çerçevesinde değil, sosyal hayatın içine koyarsak daha sağlıklı yorumlamış oluruz.
Ayeti tekrar yorumlarsak, lüzumsuz soru sorulması hoş görülmediği gibi, verilecek cevap hoşumuza gitmeyeceğini düşündüğümüz soruları da özellikle sorarak kendimizi zor duruma düşürmememiz gerektiği şeklinde bir uyarıdır. Ayrıca öğrencinin hocasına konu dışı soru sorma veya çok gereksiz soru sorarak konuyu saptırmaması gerektiği de anlaşılmaktadır. Tarihselcilerin bu ayeti tarihsel olarak zikretmelerine rağmen, aslında ayetin vermek istediği mesajı görmek isteyene her zaman ve zeminde bize uyacağımız kuralları hatırlatan bir ayet olduğu ve tarihsel olmadığını da görmüş olduk.